Saturday, December 30

see you at the bitter end

iradeli olmakla ilgili sorunlarım var. yapmamam gereken şeyler var biliyorum, ama bazen insan doğasına yeniliyor. mantığım beni tutmaya çalışmakla meşgulken, diğer bölgeler ki bunlar her olaya göre değişik formlarda kendilerini gösteriyorlar, "go for it" modunda gerdeğe girecek damat sırtına vurur gibi beni tetikliyorlar. şimdi bu durumda ne yapılmalı hiç bilmiyorum. yani her seferinde kendimi tutmayıp burnumun dikine gidiyorum ama sonunda başıma gelenleri de çekmek zorunda kalıyorum. allahtan sartre abimizin "pişmanlık en büyük suçtur" lafının sıkı takipçilerindenim de, aman tanrııım ben ne yaptııım moduna geçmiyorum. insanın içinden bişey yapmak geliyorsa yapmalıdır, çok fazla sonuçlarını düşünmeye gerek yoktur bazı durumlarda evet, ama bu sefer kendimle çelişesim var.

i wanna eat my cutie pie but i'm on a love diet.

Friday, December 29

Music and gratitude bring deep understanding at year's end


"yeni yıl da neymiş gavur bayramı kutluyoruz olacak iş değil" naraları atan örümcek beyinli insanlara christmas ve new year's eve farkını anlatacak değilim ama bir season's greetings blogu yazmadan geçmek de olmaz sanırım.
bu yeni yıl mevzusu garip duygular uyandırıyor bende. yani evet büyük alışveriş merkezlerinin ışıklandırılması, her yerde noel babalar vs, ne yalan söyleyeyim bunlar bence hoş görüntüler, evet şekilciyim ve çok da umrumda değil.

televizyonlar da standartlaşıyor bu dönem, 2006da neler oldu programları bir yanda, yabancı dizilerin christmas episodeları öbür yanda, geçinip gidiyoruz.

bütün bunlar arasında insanların umutsuzca umut arama telaşlarına yeni yılı alet etmeleri bana biraz garip geliyor, nedir yani bir gece yatacağız, kalkacağız ve dünya daha güzel bir yer haline mi gelecek? yine de "benim hala umudum var/isyan etsem de istediğim kadar" diyerek bağlayabiliriz bu konuyu da. bağladım gitti.

yılın en kabus dönemi olan "yılbaşında napıyoruz?" dönemini de sorunsuz atlattık gibi görünüyor, zira bu sene bu soruyu kasımdan sormaya başlayan arkadaşlarım olmadığı gibi benim de yılbaşı ruhum yoktu, o yüzden yılbaşı gecesi nezih bir arkadaş yemeğinden sonra evimde daha küçük bir grupla sırp rakısı içip bayılmayı planlıyorum. sanırım yaşlandım, ya da enerjim gizli bir güç tarafından emildi, çünkü canım hiç bir şey yapmak istemiyor. fuzuli bir şekilde paralar harcanmasına rağmen oksijen eksikliği yaşanan yılbaşı partilerine katılmak da alışkanlığım olmadığı için, sakin, pijamalı ve mandalinalı bir yılbaşı beni bekler. sonrasındaki 9 günlük tatilde de boş evimde digiturkle romantik dakikalar yaşayacağım, tadından yenmez.

yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun.

Tuesday, December 26

aşk herşeyi bıraktığın yerde başlar


aşkla ilgili bir blog yazasım var ama aşk olmadığı için ilham da yok. tyra bu konuya "gelir gelir" gibi bir yorum yapmakla yetindi ama; aşk da uyku gibi bir şey, gelmeyince gelmiyor. gelmesi isteniyor mu asıl soru bu bence. nihayetinde gerçek hayatta hiç bir şey şarkılardaki gibi değil ve "no hidden catch, no strings attached - just free love" bulma şansımız yok denecek kadar az. her aşk beraberinde bir ton yükle geliyor ve bütün omuzlar bir yerden sonra düşmekte olan balonu kurtarmak için yükleri bir bir atmaya başlıyor. nedense belki de herşeyi atıp onu korumamız gerekirken aşk atılan ilk yüklerden biri oluyor. ama işte insan can havliyle bazı kararları sağlıklı alamıyor, en sonunda başladığımız yere geri dönüyoruz.

"You have many lovers and yet I alone love you far beyond any lily white fairy tale" diyor şair dizelerinde, ancak ben blogumun sonuna geldiğimde aşkla ilgili aklımda sadece şu sözler belirdi:
yaptığına şantaj denir, böyle aşka montaj denir.

Sunday, December 24

Maybe I'm happy and I just don't know it

bugün depresif olmayan bir blog yazmaya kararlıyım. hatta sevgili günlük tadında olsun nedir yani. haftasonu gruplarının sınavları yapıldı, çıkıldı, başkanla kfc ziyafeti çekildi, eve gelindi ve nip/tuck bekleniyor. sınav falan okunmayacak bugün; zira çok yorgunum.

aklıma abuk subuk şeyler geliyor şimdi, amaçsız geçtim ya bilgisayarın başına.. mesela jöle ne kadar garip bir yiyecek. şeffaf yapışkan ve tatsız gibi ama bir yandan da komik bir havası var. ayrıca saça sürülen o iğrenç maddeyle de adaş. çözemedim.
eskiden radyodan kasede şarkı çekerdik, ozamanlar ipod falan yoktu tabi. radyolar da şarkının orta yerine reklam girerlerdi bilmemneee efeeem diye. adiler.
rober hatemo diye bir adam var. eskiden nadide sultanla sevgiliydi bu. durup dururken o geldi geçen aklıma. saçmalık.
acil telefonlar diye bir liste var. 113- alo doktorum yanımda. böyle isim mi olur. sanki bu numarayı arayıp "alo doktorum yanımda merak etmeyin" diyoruz. fuzuli.
eski dizilerin gece kuşağında yeniden yayınlanmasını takdir ediyorum. mesela mahallenin muhtarları. kıymetini bilememişiz. bikere erkan can denen adamın temel rolünden çıkıp da nerelere vardığını görüyoruz. sonra her duruma uygun şarkı vardı o dizide. şahane.

bugün iş yok bende. nihayetinde i'm just a fucked up girl who's looking for her own peace of mind.

Saturday, December 23

end of the world news

belirsizlik denen şey benim sanal ve gerçek dünyamın chuckysi. dengesizlik ve belirsizlik arasında gittim geldim, ve kazanan belirsizlik. her mevzu, her ilişki, her olay için kontratlar imzalansın demiyorum ama belli bir seviyeye gelebilmek ve rahatlayabilmek için de belli bir enformasyon dökümantasyon işlemine ihtiyaç duyuyorum. bu işlem olmazsa psikolojik deli modumu açmak suretiyle hayatı hem kendime hem başkalarına zehir ediyorum. gerçi artık level atladım, sadece kendime zehir ediyorum başkalarını rahat bırakmayı öğrendim sanırım. tabi bunun benim ruh sağlığım açısından bi faydası yok, ama siz insanların gözünde daha az lanet insan imajı çizmeyi başarıyor olabilirim. aman ne önemli. peh.
herneyse, bazen hayatta kimin kime ne öğreteceği hiç belli olmuyor, sular çekilince karıncaların balıkları yemesi zırvalığı gibi, ben de bazen olmadık olaylardan ve kişilerden ders çıkartıyorum; demek böyle şeyler doğan cüceloğlu'nun %100 fuzuli kitaplarını okumadan da oluyormuş. bugün de şunu öğrendim, bazen belirsizliğe kendimizi bırakmamız gerekiyor. bazen daha fazlasını istemeden, sorgulamadan, beklentilerimizi minimuma indirip yaşamayı bilmemiz gerekiyor. bazen belirsizlikle boğuşmaktan yorulup olayları değiştiremeyeceğimizi görünce belirsizlik kendi seçimimizmiş gibi rol yapmamız gerekiyor.

galip ya da mağlup yok, maç uygunsuz saha koşulları yüzünden iptal edildi.

Friday, December 22

sleeping beauty

uyku alışkanlıkları konusunda kendisini iyi tanıyan bir insanım. örneğin, gece uyanmam mümkün değil; daha doğrusu uyanıp konuştuğum zamanlar bile oluyormuş ama ben farkında olmuyorum. ancak gündüz uykum da bir o kadar hafif, çat diye uyanıveriyorum.

buraya kadar her şey iyi hoş ama, gerçek dünyadaki uykumdan uyanmam için sanırım okkalı bir tokat yemem gerekiyormuş, bunu da bugün tecrübe etmiş bulunuyorum. ["okkalı tokat"ı bu context dahilinde "acı veren bir şey" değil, "çok aleni bir şey" manasında kullanıyorum.] birşeyleri "mış gibi" zannetmek konusunda başarılı bir insan olduğumu biliyorum, ama her zaman her koşulda algıladığım şeyi doğrulayan mantıksal açıklamalarım da mevcuttur. bugün gördüm ki hesaba katmadığım tek bir şey varmış; diğer insanlar faktörü. benim gibi karmaşık olmayan, her şeyi basit düzlemlerde algılayan, çünkü daha komplex yapılarda algılama sorunu olan insanlara saf mı demek lazım, yoksa onları böyle sorunsuz yaşamayı becerdikleri için takdir mi etmek lazım bilemiyorum, çünkü hala yediğim tokadın etkisindeyim.

demek ki doğruymuş, demek bazen gerçekten 2 + 2 = 4 müş ve ötesini sorgulamamak gerekiyormuş, çünkü ötesinde hiç bir şey yokmuş.
demek ki artık perdelerin arkasındaki hediyeleri düşünmeyi bırakıp, kutumuzu açtırıyor ve evimize eli boş dönüyormuşuz.
demek ki hiç düşünmemekle çok düşünmek arasında bir seçim yapmak zorundaysak hiç düşünmemeyi seçmeliymişiz, çünkü o zaman hiç uyumadığımız için uyanmak zorunda da kalmazmışız.

o halde ben de bundan sonra uyumayı reddediyorum, zira hayat masallardaki gibi değil; beni uyandıran prens öpücükten başka bir yol tercih etti.

Wednesday, December 20

it's snowing in my heart, so bring a coat.

bilinenler:
* insanda alkollü olduğu zaman zınk diye uyanma gibi bir özellik var. ya da sadece bende de olabilir, bilemiyorum. ama adına pek de uyku denemeyecek o abuk subuk şeyle başbaşa kaldığımda saat 4buçuktu, adına pek de blog denemeyecek bu abuk subuk şeyle başbaşa kalışım da gördüğünüz gibi 08.etc.
* bir gecenin güzel başlayıp güzel bitme olasılığı, bir türk televizyonunda yabancılardan çalınmamış bir dizi yayınlanması olasılığı kadar azdır. (bkz kutsi's anatomy)
* nip/tuck'taki carver'ın kim olduğunu bilmeyen sayılı insanlardanım; kahrolsun internet kahrolsun spoiler.
* her kutsi dediğimde aklıma nip/tuck geliyor evet doğru tespit.
* bugün kar yağacakmış.

bilinmeyenler:
* dün ne oldu
* yarın ne olacak
* bu fırtına durulur mu benden adam olur mu


title da değişsin. it's snowing in my heart, so don't bother coming.

Sunday, December 17

don't fart on my heart

insan dediğin dengeli olur biraz. evet kendiyle çelişen insan modeliyim. akrep yükselenli bir koç burcu olarak, mantık basit, ben dengesiz olabilirim ama başkası olmasın kardeşim nedir. bir hareketiniz bir hareketinizi tutsun yahu. beni böyle duygusal çelişkiler içinde bırakmayın sinirleniyorum çok. tamam teşekkür ederim bir cumartesi günüm 5 saat üstüste dersle (hatta modals and related verbs konusuyla) ve buna rağmen pek bir neşeyle geçti ama mümkünse pazar günümü de kurtaracak bir şey istiyorum.

bu tarz heyecanlar için başka insanlara bel bağladığımdan güçsüz müyüm, aciz miyim, küçük insan mıyım bilmiyorum; nihayetinde genç kızlık zamanlarında okuduğum ipek ongun kitapları aradığım mutluluğun aslında kendi içimde gizli olduğunu bana öğretmeyi başaramamış olabilir. ama argumanım kısa ve net: don't fart on my heart.

Friday, December 15

sister morphine

evet dengesizim. bu utanılacak bir şey değil çünkü dengesizliğim aslında kendimden başka kimseye zarar vermiyor. ben her şeyi kendi içimde belli noktalara taşıyor, yükseltiyor, alçaltıyorum ve karşı tarafın -konuyla ilgisi olan diğer insanların- ruhu bile duymuyor. bu kendi iç dengesizliğim yüzünden de her şeyi en uç noktalarda yaşıyorum; bir konu ve/veya bir insanla ilgili bir gün çok heyecanlıyken öbür gün tamamen sıkılmış olabiliyorum, bir gün çok severken diğer gün nefret edebiliyorum. bunu şimdiye kadar herhangi bir sebebe bağlama ihtiyacı hissetmedim, ben böyleyim dedim ve yoluma devam ettim.

ama bugün farklı bir şey oldu. dün gündüz vakitlerindeki heyecanımın dünü bugüne bağlayan sabah namazı saatlerinde anlamsız bir sıkıntıya dönmüş olmasının sebebini büyük düşünür Tyra DeSalvo'nun yardımıyla gördüm.
"I’m more impressed with the closed doors than the ones that are open"

şu durumda cevaplanması gereken sorular var. kaybolan büyü bir chris angel gösterisi misali geri gelebilir ve beni etkilemeye devam edebilir mi yoksa copperfield gösterisine katıldıktan sora "bizi aldılar karanlık odalara götürdüler" açıklamaları yapan atilla taş modumu mu açtım? bir yandan her şey açık açık konuşulmalı derken bir yandan da konuşulunca büyüsünü kaybetti diye mızmızlandığım için her şey bana müstahak mı? Neden hiç bir şeyi normal boyutlarında değerlendiremiyorum da olduğundan çok büyük ya da çok küçük görüyorum? groove is in the heart mı gerçekten yoksa algıda seçicilik kurbanı zavallı bir insan mıyım?


Tell me, sister morphine, when are you coming round again?

Thursday, December 14

pioneer paranoia ft pıteşenin sapıtaşı

"In the original Greek, , παράνοια (paranoia) means simply madness (para = outside; nous = mind) and it is this use which was traditionally used in psychiatry to describe any delusional state."


bir gün bir kadın dama çıkmış ağlıyor. insanlar soruyorlar kadına nedir derdin. kadın başlıyor anlatmaya: "şimdi ben bekarım ama oldu da bir gün evlendim. bir çocuğum oldu. çocuk büyüdü yaramazlık yapma yaşına geldi. çıktı bu dama düştü ayağını kırdı. way ben ne yaparım gitti gül gibi çocuğum sakat kaldı." işte bu kadına "pıteşenin sapıtaşı" denir.


midemde ve ağzımda dünden kalma iğrenç biranın etkisi, kafam bulanık, kalbim hissizlikle fazla hisli olmanın arasında biyerlerde, damarlarımdaki asil kandaki en baskın his sıkıntıyken; pioneer paranoia featuring pıteşenin sapıtaşı bir haldeyim.

"between black and white there's a thousand shades of gray" demiş şair (saygılar Tyra DeSalvo), çok düşünmekle hiç düşünmemek arasındaki herhangi bir "shade" işimi görürdü, ama olmayınca olmuyor, bazı insanlar herşeyi uçlarda yaşıyor.

dear god,
i really want to believe in miracles, but you are not helping at all.

Tuesday, December 12

sanal simge

internet bazlı hayat iyi hoş da acaba nereye kadar? yolun sonu nedir? merak eylemeyin, bilmem kaç yıl sonra bilgisayarlar insanlar da dahil herşeyi kontrol mu etmeye başlayacak konulu bir bilimkurgu blogu peşinde değilim. ancak adınızın başına mutlu/üzgün/sinirli/sıkılmış/heyecanlı gibi sıfatların eklenmesini sağlayan ana araçlardan biri internet olduysa, yapılması gereken şey nedir?

korkarım aşk şarkıları da değişti.

without you boy, my msn is incomplete..

Sunday, December 10

kes/biç ve ödüllü yarışma


yarışmamız gayet basit.
yandaki resimlerle tanımlamaları eşleştiriniz.
(i.e match the pictures with the definitions)

1.son zamanların en başarılı dizilerinden nip/tuck 'ın ana karakterlerinden dr. christian troy
2.son zamanların en denyo şarkıcılarından kutsi

süreniz başladı.

bir fıkra, bir acun. tam iki dakika!

bir fıkra:
bir gün kurabiye canavarı adına yakışır bir şekilde kurabiye yemekle meşgulken bir arkadaşı yanına yaklaşmış, "aman kurabiye canavarı ne yapıyorsun ramazandayız sen oruç değil misin neden yiyorsun o kurabiyeleri orucun bozulacak!" demiş. kurabiye canavarı cevap vermiş: "yemiyorum ki yandan atıyorum."

bir acun:
tu allah cezanı versin adam senin.

copy/paste çılgınlığı vol. 1

wykka:
username'in voodoogirl mü
voodoo girl:
boşluklu yazdım sanırım
wykka:
sanırım?
wykka:
eauyabeauahdhjsahdkjsada
wykka:
dfjakdjla
voodoo girl:
ehuaheuh ne bilim abi olaylar çok hızlı gelişti
wykka:
ashdjkhskajhda
wykka:
deli karı

hoşbulduk

"curiosity killed the cat" özlü sözünü değiştiriyorum bu gece, "boredom killed the cat" olarak. insana neler yaptırıyor kendileri. bakınız işte ben de burdayım.

ilk postum ruhumun derinliklerini ve psikolojik durumumu anlatsın isterim; dolayısıyla çok kısa ve öz olacak.

"spending a saturday night with a refresh button"

buyrun burdan yakın.