Wednesday, February 28

like a soul without a mind

gurur duyduğum dilbilimci geçmişimin konuyla alakası var mıdır bilmem ama zaman zaman sözcüklerin efendisi olduğumu kabul ediyorum. zaman zaman. şu an o zamanlardan biri değil yalnız; baştan uyarıyorum.

bazen bu blog nesnesi çeşitli söylem çözümlemeleri ve psikolojik analizlerle mi dolmalı yoksa sevgili günlük tadında mı olmalı bilemiyorum. "have to" ya da "must" modallarının bloglarla ne alakası olabilir onu hiç bilmiyorum. ama bazen blogun "concerned person" tarafından okunduğunu bilmek insanı sınırlandırabiliyor. böyle sınırlamalara hiç gelemediğimi, ayrıca birtakım public viewlara maruz kalan web sitelerinden ve ex girlfriendlerden hiç hoşlanmadığımı blogumun tam da burasında belirtmek istiyorum.

görüldüğü üzere düşüncelerimin her biri başka bir yönde ilerliyor, böyle kafayla blog yazılmıyor. ama bazı soruların cevapları her geçen gün insanın kafasında netleşiyor.

"i do".

Saturday, February 24

child porn

Smurf #1: Hey, did you have a good time last night?
Smurf #2: Smurf-tacular!
Smurf #1: Yeah, I saw you leave with Smurfette.
Smurf #2: Oh man, as soon as we got out of the bar, she started smurfing me.
Smurf #1: Shut the Smurf up!
Smurf #2: Yeah!
Smurf #1: Right in the Smurfing parking lot?
Smurf #2: Smurf-Yeah!
Smurf #1: Oh! That is freaking Smurf!

acıların çocuğuyum

haksızlıklarla dolu dünyamda, başıma gelmeyen kalmadı şu son günlerde. sevdiceğim kartalkayalarda geziyorken benim işe gitmek zorunda olmam yetmezmiş gibi fiziksel olarak bir enkaz durumundayım. uçuğum yeni geçmişti ki damağımda tanımlanamayan yaralar çıktı, su içsem yarıyo misali su içsem acıyo modunda bi insan oldum, dişim ağrıyo, kıçım ağrıyo, başım ağrıyo ve ben kusmak istiyorum.

fazla abartmamak lazım belki de; I'm alright, it only hurts when I breathe-literally.

Friday, February 23

şiir de yazarım sarıyer'de

daraldım.ama.neden.bilmiyorum.
abuk.subuk.şeylere.takıyorum.
sıkıldım.çözüm.bulamıyorum.
hepsine.pms.diyip.geçiyorum.
bilmem.iyi.mi.yapıyorum.
bakın.ben.de.şiir.yazıyorum.
nasıl.da.rahat.saçmalıyorum.
resim.koymadan.da.geçmiyorum.
oh.mis.

Monday, February 19

an inconvenient truth

i'm loving it



normal insanların pazartesi sendromuna girdiği bir ülkede tömerhanede çalışmanın verdiği dayanılmaz hafifliği yaşamak ve yarının pazartesi olması. saatlerce banyoda kalmak ve saatlerce banyo sonrası merasimi yapmak. gereksiz kavgaların uzamaması ve herşeyin bir anda normale dönmesi. bazı insanlar beklediğimiz gibi çıkmasalar da karmaya inanan arkadaşlarımın mutluluğu biyerlerinden yakalayabilmeleri. kafamda hiçbirşey olmasa da blogu açıp saçmalayabilmek. ve buraya koymak için her ruh durumuma uygun fotoğraf bulmak.

it just feels better.

Friday, February 16

cut the crap

yaşam koçu, kendinizi kendi yaşamınıza adamanızı sağlar; yaşamınızın her alanında daha fazla denge, yaşam sevinci, samimiyet, enerji, maddi bolluk, konsantrasyon ve hareket bulmanıza yardımcı olur.

şimdi gözlerini kapat ve bütün sorunlarının kafanda siyah noktalar olarak belirmesine izin ver. şimdi bir bulut hayal et ve kafanı açıp o bulutu içeri yerleştir. bulutun tüm sorunları içine almasını bekle, kafanı tekrar aç ve bembeyaz bulutun simsiyah bir şekilde kafanın içinden çıkıp gitmesini izle. hayatın artık çok daha güzel değil mi?


so you actually think some people are so hopeless and disabled that they need a complete stranger to direct their life, tell them what to do, and charge them money for that?

i think i have a better solution.

Thursday, February 15

sleeping with ghosts

when your past keeps coming back to haunt
and your present keeps misunderstanding
just close your eyes
pretend to be sleeping
pretend not to be crying
.

Tuesday, February 13

Ahmet Griffin

Sunday, February 11

tgi sunday

üşengeçlik, yorgunluk, meşgullük birbiriyle arkadaşlık etmeye başlayınca kaç gündür insan gibi dinlenememiş, banyo bile yapamamış olan bünyem bugün rahata erdi. en son ispanyada kaldığımız yerdeki sıcak su problemi yüzünden (tanrı beni 40 derece sıcakta bile soğuk suyla banyo yapmaktan korusun) 10 gün duşa giremedikten sonra stuttgarttaki 3 yıldızlı otel bozması youth hostelde banyo yaparken kendine temas etmekte olan şeyi tanıyamaz halde olduğu için kızaran pek sevgili cildim bugün de neredeyse aynı tepkiyi verecekti; ama çok geç olmadan kurtardık. bilgisayar masamın üzerini hala temizlememiş olmak biraz vicdan azabı yaratıyor ama neyse.

belirli gün ve haftalar arasından en nefret ettiğim günün sevgililer günü olduğuna bir kez daha karar verdim. eskiden sevgililer gününde bir sevgilim olmadığı için kıskançlık mı yapıyorum diye düşünürdüm ama, bu sene anladım ki aşkın dibine vurmuş haldeyken bile önüne gelen ürünün-sektörün, bankalar dahil, sevgililer günü temalı reklamlar-programlar yapması gerçekten sinir bozucu. bu yetmezmiş gibi ortamda elinde peluş hayvanlarla, güllerle ve "i love you" yazılı yastıklarla gezen kız modeli var; ki bunlar "insanı kızlığından utandıran kızlar" başlığı altında sevgililerine baby talk yapan kızlarla birlikte incelenebilir, dövülebilir ve yokedilebilirler. nihayetinde sevmiyorum seni azizim valentin, çekilebilirsin.

haftasonu derslerimin 6da bitmeye başlaması sayesinde nihayet dün beşiktaşımın maçını izledim, gururluyum, mutluyum; lakin bobocuk kaleciyle karşı karşıya pozisyonlarda biraz daha sakin olsa, baki mercimek şu takımdan bi defolup gitse, futbol "veleybol"a dönmese, türk hakemleri pasif ofsayttan haberdar olmaya başlasa, hayat bayram olsa biraz daha mutlu olabilirdim. futbol demişken bir özlü söz de bizden gelsin, "football isn't a matter of life and death; it's more important than that."

gecenin ilerleyen saatlerinde tekrar görüşmeyi diliyor, bloguma killer bir son bulamadığım için yine bir resimle gözünüzü boyamaya çalışıyorum.

saygı, sevgi.

Wednesday, February 7

konulu porno vs konusuz blog


sebepsizliklerle dolu hayatım isimli programımızda bugünkü konuğumuz sebepsiz neşe. sebepsiz diyip haksızlık etmeyelim, vardır elbet bir sebebi ancak blogda yazılmaz ayıp.

bazen hayatımın las vegas dizisindeki surveillance odası gibi bir odadan takip edildiğini hissediyorum. daha doğrusu öyleymiş gibi dikkat etmem mi gerekiyor onu anlamaya çalışıyorum. bu blogda yazdıklarım, msn kişisel iletime yazdıklarım arada bir beni bulunca hissediyorum bunu; ama çok gereksiz zira öyle bir zevkim olsa blog yazmaz gider bbg evine katılırdım. zaten bu ara geçmişimden flashbackler peşimi bırakmıyor, anlamsız bir vicdan azabı, suçluluk duygusu vs, noluyoruz bilmiyorum ama it has to go.


içi boş bir blog yazmış olmanın sıkıntısını biraz olsun azaltmak için resim koyuyorum, enjoy it. bir de piercingimi kaybettim, hükümsüzdür.

Tuesday, February 6

so self aware, so full of shit

kafamda herhangi bir konu, herhangi bir blog başlığı ya da killer son cümlem olmadan, mutlu muyum sıkıntılı mı emin bile değilken geçtim yine ekranın karşısına; damalı bjk mugındaki lipton earl grey bana muse teşkil edebilecek tek şey iken ne olur bu işin sonu hiç bilmiyorum. beyin jimlastiğine kapalı alanda yazılıyor bu blog, demedi demeyin.

sanırım insan ne durumda olursa olsun yeni başlangıçların hayalini kuruyor, mutluyken bile daha fazla mutlu olmak için sebepler istiyor, bunlar olmayınca da elindekilerin de kıymeti azalıyor ve saçma sapan bir durum oluşuyor. sebepsiz mutluluklarla sebepli sıkıntılar iyi bir ikili oluşturmuyor; elimde sigara öylece ekrana bakıyorum ve bir cümle ortalama 5 dakika içinde oluşabiliyor ancak.

çayı koyu sevdiğim için poşet çay içerken poşeti çay bitene kadar çıkartıp atmıyorum evet. ama içimdeki sıkıntıları poşet yapıp hayatımı daha fazla koyulaştırmadan atsam sanırım iyi olacak.

Thursday, February 1

a cure for love

*üst not: her şeyden çabucak sıkıldığım gibi, aşkla ilgili blog yazmaktan da artık sıkıldım. ancak insan nerede ne zaman kiminle ya da ne ile karşılaşacağını bilemiyor. işbu yazı upper intermediate 3 sınıfının final sınavı listening textinden alıntıdır.


In the run-up to St. Valentine's day, the shops are full of greeting cards which display two naked children and some boring statements such as "Love never has to say you're sorry." That's not love. Most people who are in love spend their whole time having to apologise to each other. Love is something else entirely. Love is "irregular heart beating and breathlessness. It is dryness of the mouth, dampness of the palms, your body shaking, weakness and confusion." I found this list of symptoms in a text book of psychiatry under "anxiety"

On this evidence it can be said that love is closely related to fear. Love is anxiety; anxiety about rejection, anxiety about failure, anxiety that you are about to make a fool of yourself. This may sound cynical but in fact it's very good news for lovers because anxiety can completely be recovered.

There are three types of solutions for anxiety; environmental change, physical treatment and psychotherapy. In Victorian times, environmental change was most commonly prescribed. Dance therapy is a kind of physical treatment which gets my vote as well because jumping up and down at some awful disco makes you feel better. Psychoteraphy is a complex subject but the basic idea is that "the patients should be encouraged to look at the underlying problems and take necessary decisions." Most people cannot find such heroic solutions and give up the fight and book the restaurant for February, 14th. People who have chosen this route are beyond medical help.




textin tamamını okumaya üşenenler için özet:

Love is a panic attack.