Monday, April 28

çünkü bi bu eksikti


burnum bardaktan boşanırcasına akıyor oh bebek
vücudumda da bilgisayarımda da bir ağırlık var
sen de quartet muartet konserine gidiyorsun demek
oysa yanımda olup bana "çok yaşa" demene ihtiyacım var





so let's go again

öğrenci arkadaşlar finallerinden vizelerinden şikayet ededursun, ben çalışan tüm arkadaşlar adına "gel sen ne çektiğimi bir de bana sor" demek istiyorum - bırakın bu işleri devlet su işleri esprisini yapma yaşımızı geçtiğimize şükredin. 9 günlük tatili takiben yatakta 1 saat döndükten sonra uykuya dalınabilen bir gece sonrası sabahın 7sinde mavi ışıklı turuncu saatimin bipleri arasında kalkmış ve işe gelmiş bir insanım, bana bunlarla gelmeyin. her nekadar mini mini öğrencilerimiz yarına kadar okula teşrif etmeyecek olsa da ofiste olmanın dayanılmaz ağırlığı, 20 haziranda bitecek derslerin yükü ve 10 temmuzda başlayacak tatilin uzaklığı üzerime çökmüş durumda.

bu noktada gerekli donanımlar ofis bilgisayarımda bulunmadığından buraya yükleyemediğim Telepopmusik - Let's go again parçasını kendiniz indirip dinleyin bi zahmet.

You are now listening to the sound of a nervous breakdown.

Sunday, April 27

fat cat


do: bugünlerde hava pek öyle göstermese de yaz geldi/geliyor ya, bir başka sıkıntım olan güneş gözlüğü olgusuyla başbaşayım. takmaya mecbur olduğumdan (yoksa 5 seneye kırışıklık ameliyatı beni bekler) kullanıyorum evet ama hayata güneş gözlüğünün siyah camlarından bakmayı hiç sevmiyorum (çok şair bi insanımdır). gerçek renkler, gerçek dünya gidiyor; sevimsiz soluk bişeyler geliyor yerine.

re: havada uçak görünce 'sevgilim beni düşünüyoooaaa' tipi kızlar vardır ya, ben de havada her uçak gördüğünde içindeki insanın mobilitesini kıskanan tipte bir kızım.

mi: evlerde sarı ışık kullanılmasından yanayım. nedense beyaz ışık çok hüzünlü geliyor bana. bir de balıkçılar. onlar ne renk ışık kullanırsa kullansınlar doğaları itibariyle çok hüzünlü yerler bence.

fa: çok sevdiğim bir şey olduğundan değil de, mimlenmeyince kendimi blog dünyasında çok yalnız hissediyorum bazen.

sol: suyunu süzmeye gerek kalmadan makarna pişirmeyi öğrenmek istiyorum.

la: bir futbolcunun 'hakeme gözlük' işareti yapıp sarı kart görmesi futbol dünyasının en bebece hareketi bence.

si: ben galatasaraylı futbolcu olsam ayhan'ı döverdim. bi de türk futbolunda en çok nefret ettiğim futbolcular listeme lugano'yu ekliyorum.

do: bunu daha önce sarhoş oturduğumuz bir işkembeci masasında da dile getirmiş ve 'medeni olmamak'la suçlanmıştım ancak lafımın arkasındayım; içeri alınmaları yasak olan bir maça çeşitli sahtekarlıklarla giren takım taraftarları, o tribünde gördükleri her türlü muameleyi haketmişler demektir.

Friday, April 25

I just can't get enough enough enough

gittim, gördüm, ayaklarım geri geri gitse de döndüm. çünkü hazır değildim ey okuyucu, ne sevdiceğimi muhtemelen uzun süreler görmemek üzere oralarda bırakmaya, ne de pazartesi yeniden işe başlamaya. şimdi kendimi işe, yoğun döneme, ankaraya motive etmek ve son bi kez alkol komasına girme denemesi yaşamak için 2 gün var önümde.

taşı toprağı nahuzur istanbulda pek bir değişiklik yoktu yine. sevdiceğimin rockstar olma yolundaki adımlarının somutluğunu gözlemleyip derin düşüncelere dalmam dışında dinlendirici bir tatil oldu evet. bu sefer o kadar çok gezmedim ve henüz halka açılmadığı için izzet çapa'nın yeni mekanı long table'ı ziyaret edemedim (bilirsiniz genç çocuklara yazmak dışında onur baştürkten pek bi farkım yoktur, istanbul jet sosyetesi benden sorulur) ancak büyük londra otelinin terasındaki bir doğumgünü partisine katılma imkanı buldum. ankara'dan büyük hayallerle istanbul'a çalışmaya gitmiş bu arkadaşımızın partisinde kendi gibi aslen ankaralı olup da bir takım hayallerle istanbul'a gelmiş bir takım alter tayfa gençler mevcuttu. bu insanlar zaten ankaradayken de tribecada kahve içerken kendilerini paris'te zanneden bir tayfaydılar ve gördüm ki istanbul'a gelince de sanat dünyası bizden sorulur ve hatta yeah i feel so bohemian like you modunda takılıyorlar. o an bi sandalyenin üzerine çıkıp "sizi de melih gökçek büyüttü gençler, yemeyelim birbirimizi, yemişim istanbulunuzu" diye bağırmak ve sürekli fotoğraf çeken çocuğa bi tokat atıp makinesini aşağıya atmak istedim. bütün dünya buna inansa ve hayat scrubs olsa.

bu arada pazar günü son bir kaç aydır yataklarımızda huzurla uyuyabilmemiz için vatanı beklemekte olan dostum desalvo'yla buluşma fırsatı buldum. 3 saatlik uyku ve 9.15 vapuru. vapura son anda yetişmeyi başaran gencin yüzünde beliren ifadeyle, vapur hareket ettiği anda ipodumda jamiroquai-cosmic girl çalmaya başlamasıyla benim yüzümde beliren ifade - küçük mutlulukların tanımı olabilir. bir de bağdat caddesinde çiftehavuzlardan yola çıkıp boş bir taksim dolmuşu bulma umuduyla yukarı doğru yürümeye başlarsın ve yolda bin tane dolmuş bekleyen insan vardır çünkü o gün 23 nisandır ve herkes bayramı kutlamak dışındaki her türlü iş için sokaklardadır ve tabiiki arabasız sokağa çıkamadıkları için trafik felakettir ve sen cafe crown'a kadar yürüyüp nihayet boş bi dolmuş yakalarsın ve sonra tüm yürüdüğün yolu dolmuşla inerken yanından geçtiğin insanların hala beklediğini görürsün ya. işte o ifade.

dün bu saatlerde sahilde bir balıkçıda sevgilisiyle başbaşa olan bünyem şimdi, yani kalana "ne çabuk gitti" gideneyse "amma uzun sürdü" dedirten yolculuğum sonrası, döndüğünü kabullenmesi gerektiği gerçeğiyle başbaşa ya - ain't that a little unfair?

Friday, April 18

Wednesday, April 16

sahalarımızda: yalakaların istem dışı intikamı



başrollerde:
i. melih & i. cavcav


futbolcuları oynadı, onların
içi kan ağladı.



Tuesday, April 15

a midsummer night's dream


yazın sıcak nefesini enselerimizde hissetmeye başladık ya, bir takım tasvip etmediğim davranışlar da kendilerini göstermeye başladı. misal açık ayakkabı. şahsen yazlık, yani denizi olan turistik yerler dışında açık ayakkabı giyilmesine çok karşı bir insanım. karşı görüş olarak sunulan havanın sıcaklığı ve ayakların terlemesi bahaneleri de beni ikna edemiyor zira vücudun o 'ayak' denen parçasını bizzat kendime ait olsa bile görmekten hazzetmeyen bir insanım. öyleyse neden sırf havalar sıcak diye 'complete stranger'ların ayakları burnuma sokuluyor sorarım size. gerçi sözkonusu ayak olunca bence asıl sorgulanması gereken şey algida'nın ayak şeklindeki dondurmalarıdır. algidanın başındaki sapık italyanlardan birinin kendi fetişi uğruna küçücük çocukları düşürdüğü durumların hesabını kim soracak?

zaten yazın gelmesiyle birlikte başlayan pek çok giyim tarzına da pek dostça yaklaştığım söylenemez. bu ayak mevzusuyla bağlantılı olarak, erkeklerin giydiği yanları boşluklu sandaletler var mesela. terlik-çorap ikilisinden sonra bir erkeğin giyebileceği en itici şey seçiyorum o şeyleri.

bir de keten mevzusu var. çok hafif ve ferah olduğu için tercih edilen; ancak bir oturmayla terden vücuda yapışıp kırış kırış olan bu kumaşın hele de beyazını giyenleri (yine erkek olursa göz zevkim iki katı bozuluyor) anlamakta güçlük çekiyorum.

vücudun daha üst kısımlarına çıktığımızda, kızlarda bizi bekleyen süpriz strapless ya da çapraz bağlamalı blüzler. tek başlarına hiç bir sorunu olmayan bu giyim eşyaları, plastik ama rengi olmayan 'şeffaf' bir sütyen askısı taktığında askıların görünmez olduğunu zanneden kızlarımızın üzerinde harcanıyorlar. memeleri askısız sütyenle kontrol edilemeyen kızlarımızın bu tarz hareketlerde bulunmamalarını önemle rica ediyorum.

erkeklerde ise vücudun üst kısmıyla ilgili en büyük sıkıntı kolsuz tshirtler. siyah, kolsuz bir t-shirt giyip muhtemelen didim veya kuşadası tarzı turistik bir yerden aldığı tahtalı boncuklu kolyesini boynuna, gözlüğünü de alnına takan yaz erkeği kreasyonunu gözünüzün önüne getirin, ne hissettiğimi daha iyi anlayacaksınız. bir de sporcu sırt tabir edilen omzun arka kısımlarını açıkta bırakan bodyler var ki, burdan erkeklere seslenmek istiyorum, brad pitt vücuduna bile sahip olsanız olmuyor, tutmuyor, feminen duruyor -benden söylemesi.

yazlık blog serisinde haftaya "vücudun hangi kıllarını almak caizdir" konulu postumda buluşmak dileğiyle, esen kalın.

Monday, April 14

the odds

cumartesi tunalıda iki yan masamızda oturan, ortamda yaşlı yaşsız her erkekle bi şekilde muhabbet kurmayı başaran ve 'gençlik nereye gidiyor' konulu pinpon teyze muhabbetlerimizin odağı olan teenager genç kızımızın bu sabah henüz afyonum patlamamış bir halde sınav gözetmeye çalışırken çat diye gelip benim sınıfıma oturmasının ilahi açıklamasını kim yapacak bana sorarım. ayrıca 'ğ' özürlü insanlara çok kılım. misal; 'beyendim', 'eylendim'. boğasım geliyo.

Gael Garcia Bernal

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol.7
(liz'in de destekleriyle)



Sunday, April 13

sunnyday

tandoğan mitinginden güneş yanıklarıyla dönmüş tek insan olarak acı içinde oturuyorum ey okuyucu. dün akşamüzeri hava 300 derece olduğundan liseli çocuklar gibi şendik ve tunalıya attık kendimizi atmasına ancak öğlen güneş altında 3 saat geçirmiş bünyem alkole ve tunalının kalabalığına ancak saat 11e kadar dayanabildi. bugünse güneşli devam eden havayı eskişehir yolundaki bir benzin istansyonunun çimenli bahçesinde (a.k.a kafe's) vakit öldürerek değerlendirdik, ne mutlu bize. tatilime kadar 1 hafta boyunca sadece sınav kağıdı okumak için okula gideceğimden, yeni aldığım saç bakım maskesi saçlarıma çok iyi geldiğinden ve kezman artisti penaltı kaçırdığından pek mutluyum pek.

bu arada, şarbondan öğrendiğim kadarıyla adı samet olan, ziconun çevirmeni kıvırcık oğlanı yolda görsem döverim diyenler elime mum diksin.

sarı saçlım mavi gözlüm

bir daha gel gel samsundan..


Friday, April 11

neredesin sen

and I miss you like the deserts miss the rain be hocam..

hypocrite

ana karakteri gay diye will and grace dizisinden önce "çocuklara kötü örnek olabilecek davranışlar" uyarısı geçen ülkemde; ne idüğü belirsiz fatih ürek'ler, kuşum aydınlar program program gezerler, bülent ersoy'a tapılır. işte ben bu ikiyüzlülükten tiksiniyorum.

Wednesday, April 9

get shorty

* okulda ders öncesi yapılacak çok iş varken servisin geç gelmesi ama sınav günü gibi hiç bir hazırlık gerektirmeyen günlerde 8.15te okulda olmak, murphy'nin işi dimi?

* ankara dışında biyerde 06 plakalı araba görünce ailemden birini görmüşcesine seviniyorum.

* bi futbolcuya yaşı küçük diye 'genç' önadı takılması yaratıcılıktan çok uzak. hem o yapılmıştı bikere padişah genç osman zamanında.

* usülden türk olmuş futbolculara asker arkadaşıymış gibi türk isimleriyle hitap edilmesine karşıyım. kırk yıllık aurelio başıma mehmet aşağı mehmet yukarı. aç parantez bi insan türk olup da adını neden 'gökçek' koyar kapa parantez.

* kanuni sultan süleyman sanki bütün padişahların babasıymış, böyle tonton bir yapısı varmış gibi geliyor bana.

*

Tuesday, April 8

ben bugün fenerbahçeli değilim


chelseali de değilim. baştan başlayalım. yurdumun futbol sohbetlerinin favori konularından biridir bu avrupa'da türk takımının maçı olması durumu. bir takım insanlar türkiye'nin ülke puanının yükselmesi durumunu öne sürer ve bu tip maçların milli bir mesele olduğunu söyler. diğerleri ise ezeli rakiplerinin kime karşı olursa olsun yenilmesinden haz duyarlar (bu olay literatürde başkasının skiyle gerdeğe girmek diye de geçer). bense bu iki gruptan da değilim. ilk grubun herhangi bir türk takımının avrupa maçına milli maç gözüyle bakmalarına, ikinci grubunsa kendi takımlarını içermeyen bir galibiyete bu kadar sevinmelerine anlam veremiyorum. insan kendi takımın olmadığı bir futbol maçını nötr izleyebilmeli bence. ille de gol olunca salyalar akıtmak durumunda değiliz, futbolu futbol güzelliği için izleyebiliriz değil mi? bazıları işin içinde türk takımı olmasının buna engel teşkil ettiğini iddia edebilirler ama ben buna katılmıyorum. bu noktada şunu da söylemekte yarar var (çok resmiyim), bazı insanlar 'bilmemkaçı yabancı olan takımın galibiyetine türkmüş gibi neden sevineyim' çıkışlarında bulunuyorlar ama bu da saçma; zira paraları olsa beşiktaş da galatasaray da fenerbahçe kadar yabancı transfer yapmak isterdi bence. herneyse, türk olduğum için heyecanla izleyeceğim tek maç milli takımın maçıdır, diğer türk takımları benim gözümde türk kimliğiyle değil, klüplerinin kimliğiyle o maçlara çıkıyorlar çünkü. (gerçi ben beşiktaşın avrupa maçlarında milli takım maçlarından daha fazla heyecanlanan değişik bir taraftarım ama neyse). kıssadan hisse, ben bu akşam maçı herhangi bir duygum olmadan, 'bakalım neler olacak' modunda izleyeceğim. iki tarafı da tutmuyorum çünkü her koşulda, her maçta, beşiktaşlıyım; sadece o kadar.

Monday, April 7

doğumgünü 4 nisan

sanılmasın ki 3 günlük sessizliğimin sebebi hepi bört partimde alkol komasına girip kendime ancak geldiğimdir. zira tek amacı alkol komasına girmek olan o kutsal cuma'da pek bir alkol almaya fırsatım olmadı. klasik bir ankara sıçışı, bir yer adını bi duyursun, hurrraaaaaa tüm ankara gençliği bilmez etmez piyasa orda diye koşar gelir. gıcık oluyorum. çok param olsa o gece nada'yı kapattırır, kapıya zenci (nedense) bi bodyguard koyar, gelenlere "kusura bakmayın, voodoo hanımın özel partisi var, içeri alamıyoruz" dedittirirdim. yapardım bu görgüsüzlüğü. gerçi aycan arkadaşımın mantığına göre ankara gibi küçük bi şehirde 'e ben voodooyu tanıyorum vay artist hem doumgününe çağırmamış hem de kapıdan aldırmıyo' gibi olayların yaşanması kaçınılmaz olurdu ama olsun, biz içerde güzel güzel eğlenirdik. öncelikle 1 çağırdım kişilerin amip gibi bölünerek birden 3 olması, sonralıkla orda karşılaştığım bir takım insanların da "aa bu masa bizim mi haydi buraya oturalım ozaman" tadında girişkenliklerde bulunmaları biraz sıkıntı yarattı. patron fahir beyin de deyimiyle "sosyal çevremiz de pek geniş canım" ama tanımadığım insanların gelip doumgünün kutlu olsun nidalarıyla masaya eşya bırakmaları, benim the devil wears prada filminde asistanının yardımıyla herkesin kim olduğunu biliyomuş gibi davranan miranda havasında etrafımdaki insanlara 'ben bunu nerden tanıyorum?' tadında sorular sormama sebep oldu. nada birdenbire tarihinin en kalabalık günlerinde birini yaşamaya başladı ve ne hikmetse insanlar bizim bulunduğumuz köşeye doğru yığıldılar. garsonun 'başka bi isteğiniz var mı?' sorusuna 'oksijen' diye cevap verme noktasına geldiğimiz (aman ne yaratıcı espri) anlar olduğu doğrudur, ancak nihayetinde bi şekil vaktimizi geçirdik. son olarak lafım nada'da çalan müziklerle ilgili olacak; herkesin ayakta durduğu ve içki içtiği bir mekanda dans etmek yapılabilecek en doğal aktivite oluyor; zira diğer türlü elinde içki ayakta duran amaçsız bir insan topluluğu oluyoruz. o zaman mümkünse en azından belli bir saatten sonra hareketlenelim uyuz uyuz şarkılar çalmayalım dimi canım.

nihayetinde nedir alkol komasına giremesem de eğlendim, arkadaşlarımı gördüm, güzel güzel hediyelerim oldu oh mis. konuyla ilgili fotoğraflarsa belki yarın belki yarından da yakın.

Wednesday, April 2

save the drama for yo' mamma

long time no see durumlarının birinci sebebi pek tabii cumartesi günkü maçtan sonra kendimi toparlamakta zorlanmam. birinci sebebi diyip de böyle bir şey söyleyince insan ciddi bir ikinci sebep bekliyor ancak tembelliğim ve çalışma hayatım gibi olağan bahaneler dışında bir şey gelmiyor aklıma. üstelik bu hafta kutlu doğum haftam. pek tabii eskiden olduğu gibi kutlu doğum haftasının ilk gününden itibaren her güne ayrıca plan yapmalar ve binlerce kez doğumgünü kutlamalar enerjimizi ve yaşımızı tüketeli çok oldu. imkan olsa madonna gibi dev disco balllardan girişler yapmak isterim mekanlara ancak nihayetinde cuma günü nada'da alkol komasına girmek dışında bir aktivite düşünmüyorum hepi börtüm için. herkesi beklerim (gelmeden önce şuraya uğrayabilirsek sevinirim).

bu aralar çok garip rüyalar görme modundayım. dün rüyamda kör bi adam gördüm. ayrıntılara girmek istemiyorum ama korkunçtu. sonra gerçek hayatta koskoca bardağı tuzla buz ettim. bir alakaları olabilir mi acaba? gerçi aynı gece annem rüyasında babamla teyzemi kendi deyimiyle 'aşna fişne yaparken' görmüş, sanırım freudianlar bununla ilgili söyleyecek daha fazla şey bulabilirler.

anlayamadığım bir şey var: bilmemkaçzilyon paralar harcayıp neredeyse görünmez ipod (ipod invisiblo) çıkarma teknolojilerine ulaşan pek sevgili apple insanları neden itunes gibi boktan bir programdan daha iyisini üretemiyor? yine bir ton arızayla karşılaşıp lanet olsun noktasına ulaştıktan sonra bugün ipodumda sadece yeni keşfim olan podcastlerden bazıları vardı. onlar da iyi hoş ama 5 dakikası tanıtım/reklam vs olunca ve benim okul yolum da trafiğin sıkışık olmadığı saatlerde 15 dk olunca hiç hoş olmuyor.

bugün sporumu da yapmadım. tunus-sıhhiye-güvenpark yolunu yürümüş olmak sayılır mı acaba? zaten iddia kuponum da yattı gelmeyin üzerime.