Sunday, December 23

Tanpınar'dan forever alone kafası

"Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahattım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz..."
                                                                           
Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Friday, December 21

the proposal

çok evlilik teklifi hikayesi dinledim ama bu inanılmaz. bunu yapan insan olamaz diyor ve hasetimden çatlıyorum.

kinder egg marriage proposal

Wednesday, December 12

ne diyem mahmut mu diyem

zamanında RTE kürtaj ve sezeryan açıklamaları yaptığında buradan "bağ benim belletirim, am benim elletirim" buyurmuştum; meğer ona bir de "am benim bahsederim" eklemek gerekiyormuş zira bugün çıkan haberlere göre bülent arınç CHP milletvekili aylin nazlı aka'nın "Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" lafına "Evli bir bayan milletvekili, çocuğu olan milletvekili organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz" şeklinde karşılık vermiş. karşımızda alıştığımız muhafazakar ikiyüzlülüğünün güzel bir örneğini görmek mümkün. muhafazakar ikiyüzlülüğü malum ahlaktan bahsederken 15 yaşındaki kızlara hallenen, cinselliği özgürce yaşamayı ayıplarken dini nikah etiketi altında her boku yiyen, "türban kişisel özgürlüktür kimsenin giydiğine karışılamaz" deyip mini etekli kızları taşlayan bir zihniyet. bu zihniyetin hükümet temsilcisi bülent arınç da pek bir hassas pek bir mahcupmuş ki bir kadının vajina demesinden utanmış. aynı arınç'ın mesir macunu dağıtırken utanmamasını geçiyorum (errrkek değil mi onların hakkı var) da, kendi başbakanı kürtajdan, sezeryandan bahsederken utanmamasını geçemiyorum. demek ki mevzu vajinadan bahsetmek değil; allah muhafaza bir kadının vajinadan bahsetmesi. bir kadının neyi nasıl yapacağına karışmak bu ataerkil egoları doyurmadı, neyi nasıl konuşacağı da dikte ediliyor artık. çünkü bunlar kara çarşaflara bürüdükleri kadınlarının seksi iç çamaşırlarını yatak odasında izlemeye, kadının kadın olma hakkını ellerinde bulundurup sadece kendi istedikleri yerde kadın olunmasına izin vermeye alışkın kafalar. sen erkeğin izin verdiği müddetçe kadınsın. o yüzden de dişiliğini sahiplenmek, hakkında konuşmak, hele bunu ulu orta yansıtmak en büyük yanlış. daha modern çevrelerde bu kafalar "dişiliksiz"den biraz ilerleyip "dişiliğin sınırlarını tanımlama" noktasına geliyor ve o bildiğimiz "kadın dediğin küfür etmez, kadın dediğin hanım hanımcık olur, kadın dediğin üzerine başına oturuşuna dikkat eder" ekseninde dönüyor. bana göre iki kafanın birbirinden hiçbir farkı yok. bülent arınç'ın "evli ve çocuğu olan milletvekili" vurgusu da bu olunması gereken kadın çizgileri alt metnini gayet üstten üstten vermiş. bunu yapan sadece erkekler olsa bir derece psikolojik ve sosyolojik çözümlemelere gireceğim de daha geçenlerde taytın üzerine kısa tshirt giydi diye ne aranması ne orospuluğu kalan kadını bir başka kadının kaleminden okumadık mı? kadınlar da bu dişiliğin tarifi meselesini öyle doğal buluyor ki kendisi bu tanımlamalara uyuyorsa hiç sorun yok, aksine "ben evlenilecek kadınım" gururu var. biz geri kalanlar içinse çözüm net: vajina göçü.




başlık için konuya cuk oturtan güzin tekeş'e teşekkürler.   

Sunday, December 9

marketing poses bleeds ads from our noses

torbadan fenomen çıktı
gündemi oldukça geriden takip edecek bir post olduğunun farkındayım fakat tetikleyen birkaç şey olduğu için bu twitter'da fenomenlerin reklam tweetleri olayına el atmaya karar verdim. malum twitter'da nasıl olduğunu anlayamadığımız (yani en azından ben anlamadım, anlayanlar anlamayanlara anlatsın) bir şekilde beş basamaklı takipçilere ulaşan kitle (= fenomen) bir süre sonra belirli markalardan para alarak onlarla ilgili tweetler yazmaya başladı. sanıyorum o dönem bunun etik olup olmadığı kimi bloglarda ve fenomenlerin kendileri tarafından da tartışıldı ama ne sonuca vardılar, öpüşüp barıştılar mı bilemiyorum. benim meramım etik olup olmamasıyla ilgili değil zira kimse kimseyi zorla takip etmediğine göre reklam yaptığı bariz olan fenomenlerden rahatsız olunuyorsa unfollowu caizdir, daha fazla tartışmanın manası yoktur.

benim kafamın basmadığı olay başka, işin 'reklamcılık' açısından mala bağlıyorum. birincisi bir insan neden bir fenomenin yazdığı şeyi alma, kullanma ihtiyacı hisseder? yani reklamcılıktan anlamasam da reklamın ana amacı bir ürünü duyurmak ve onu satmak ise, firmalar da fenomenlere reklam tweetleri için paralar döküyorlarsa, bu bazı insanların sırf X kişisi dedi diye bir ürünü alacağı farz edilerek yapılmış bir hareket olmalı. bunun ünlü versiyonuna az çok kafam basıyor zira başarılı bulduğunuz, örnek aldığınız bir insanı belli bir markayla özdeşleştirmek o markaya olan ilginizin artmasına, daha mal kişilerde ise "bunu kullanırsam ben de onun gibi olabilirim" duygularına yol açıyor olabilir, insan psikolojisi. fakat fenomen dediğin adamlar nasıl böyle bir duygu oluşturuyor yurdum gencinde, onu çözmek güç (onu çözersem bu fenomen işinin nasıl olduğunu da çözerim gibime geliyor). ikinci anlamadığım husus ise fenomen reklamlarının sosyal medya reklamı çıkış noktasıyla tamamen çelişir hale gelmesine rağmen bu kadar rağbet görmesi. demem o ki sosyal medya reklamları ünlüleri değil 'senin benim gibi' insanları kullandığından daha gerçekçidir. bir ünlü "ben bunu kullanıyorum" dediğinde bunun para için olduğunu bildiğinden inanılırlığı azalır fakat sosyal medyada takip ettiğin düz insan bunu dediğinde gerçeklik payı yüksektir ve seni etkileme ihtimali de daha yüksektir. vefakat firmalar bu fenomen reklamı işinin bokunu öyle bir çıkarttı ki aynı anda aynı şeyi yazan sekiz fenomenden girip reklam olduğunu bir kilometre öteden bağıran tweetlerden çıkıyoruz. o zaman bu gerçekçi reklam olayı tamamen sıçmış olmuyor mu? reklamcılıktan ve/veya fenomencilikten anlayan birileri varsa beni aydınlatsın lütfen.

Saturday, December 8

Zachdemek


zach woods vs mustafa pekdemek

Thursday, December 6

başıma gelenler

yaklaşık 10 sene önce karadeniz köklerimin mirası olan kemikli burnumu düzelttirmek için, "aslında nefes de alamıyordum" yalanından uzak tamamen estetik amaçlı bir burun ameliyatı olmuştum. 10 sene sonra deformasyonlar baş gösterip burnumun ucundaki kıkırdaklar yamulunca, ve daha da önemlisi nefes alma problemim günümü de etkilemeye başlayıp burun bantları olmadan uyuyamama durumu oluşunca artık yeni ameliyat vaktidir dedim. artık burun ameliyatlarının çok kolaylaşmış olması, nefes alamama problemimin büyük ihtimalle bağışıklık problemlerimi de tetiklediği ve ameliyattan sonra çok rahatlayacağım fikirleriyle kendimi iyice gaza getirip doktor arayışına başladım ve ameliyatı pazartesi günü oldum. kafamda aynı endoskopide olduğu gibi "ay burun ameliyatları çok kolaylaşmış dostlar hiç kaçmanıza gerek yok" modunda bir post atıp genç nesilleri rahatlatmak vardı vefakat tecrübesiz bir hemşire bütün iyileşme sürecimi sikti attı.

başından başlayalım; ben ameliyatla ilgili en çok genel anestezi kısmından tırsıyordum. bir nip/tuck çocuğu olarak anestezinin ortasında beyni uyanan ancak vücudu felç durumda olduğundan konuşamayan kadın karakteri kafamdan gitmiyordu. bir de hastanelerde bu sedyeye alıp yatar vaziyette ameliyathaneye indirme olayı var ya korkmayan da kalpten gidiyor arkadaş morg ışıkları gibi koridorlardan geçerken. ameliyat başlamadan doktor da kulağıma eğilip "annenin yanında soramadım hiç kokain kullandın mı?" deyince nip/tuck atmosferi tamamlanmış oldu ama neyse ki anestezide bir problem olmadı, uyanırken "üşüyorum" dediğimi ve burnumu tutmaya çalıştığımı hatırlıyorum daha büyük saçmalamalarım olduysa haberim yok. sonrası gece olup da hemşireler nöbet değişimi yapana kadar iyi sayılırdı, benim midem problemli olduğu için narkozun etkisinden çıkarken ilk 1 saat çok fazla mide bulantısı yaşadım o sıkıntı oldu sadece. hafif kanamam vardı, önce silikon tampon kullanmayı planlayan doktorum iyileşme sürecinde de kanallarda genişleme olsun diye normal tamponda karar kıldığı için ilk ameliyattaki gibi gece uyuyamama problemim oldu. işte bu uykusuz gecenin ortasında sızan kanı engellemek için burnumun ucuna takılıp 1-2 saatte bir değiştirilmesi gereken sargı beziyle ilgilenen hemşire yanlışlıkla doktorun taktığı plaster bandajları da çıkartınca olan oldu. kanama arttı, serumlar bağlandı, sabah gelip o halimi gören doktor o uyanık halimle burnumdaki tamponları çıkartıp şişmeyi kontrol almak üzere burnumu alçıya almak zorunda kaldı. normalde çarşamba tamponları çıkartıp hafif şişmeyle normal hayatıma devam edecekken kanı bloke eden bandajların çıkartılmasıyla burnumun ucuna oturan kan, burun içinde oluşan ödem, normalin 3 katı şişen burnum ve ben 20 gün raporla yatmak durumunda kalacağım. ve hepsi işini bilmeyen bir hemşire yüzünden. doktorum yeni hastanesine henüz geçmediği ve benim de hemen ameliyat olmam gerektiği için özel lokman hekim hastanesi'nde ameliyat olmak zorunda kalmamdan. demem o ki asla adımınızı atmayın bahsi geçen hastaneye. burun ameliyatından da korkmayın gerçekten kolaylaşmış olsa gerek de bana denk gelmedi.

Thursday, November 8

undoing


normal hayatta 'doing' arttıkça blogda 'undoing' artıyor ama 
bu günlerin de sonu gelecek gençler.

Friday, August 31

gavur ellerde türk olduğumuzu nasıl anlarız

3 tespitlik kısa listem budur. %100 çalışıyor.

1. her taksiciden şüphelenmek: biniyorsun taksiye, zaten dana kadar yazı asmışlar camına tarifeler şöyle şu kadar metrede şu yazacak efendim hava alanından ya da tren garından binenler için +3 euro vs. gideceğin yeri söylediğinde adam giriyor adresi sisteme, haritayı takip ediyor gözünün önünde. ama ben "acaba dolaştırıyor mu kazıklayacak mı bizi şerefsiz" düşüncelerimden asla sıyrılamıyorum. amına koduğumun istanbul taksicileri yüzünden nasıl bir paranoyaya bağladıysak artık.

2. her şeye "bunu türkiye'de daha ucuza bulurum" demek: özellikle indirim dönemi avrupa'ya gittiğinizde şansınız büyük zira misal ispanya'da ankara'daki toplam mango sayısını bir sokakta falan görüyorsunuz. fiyatlar da oldukça iyi ama malum euro üzerinden olunca ve euro da 2.5 tl kıvamında olunca ben paso "12,5 euro 30 lira eder 30 liraya elbise türkiye'de yok mu yeaa" şeklinde geziyorum. nihayetinde her mağaza ürününe "ben bunu dikerim sana" diyen türk anneleriyle büyümüş bir nesiliz. bir de avrupa'ya gidince bambaşka şeyler görecek beklentisinde olan turist kafileleri var; ispanya'da yelpaze satıyorlar sokaklarda amcam gelmiş "bunlardan türkiye'de de var yeaa" diyor. lan adam da sana dünyada tek yelpaze üreticisiymiş gibi 1 euroya yelpaze kakalamaya çalışmıyor zaten.

3. yolda gördüğün her türk'ü yıllar önce kaybettiğin kardeşin sanmak: şimdi bu benim kezbanlığım da olabilir ama ben çok özlüyorum arkadaş, 1 haftalığına da gitsem 1 aylığına da gitsem bir noktada "iskender olsa da yesek" moduna bağlıyorum. bu tatil bunun üzerine türkçe konuşmayı özlemek de eklenince yollarda falan türkçe konuşan birilerini gördükçe sarılasım geldi. dönercilere girip "buranın eti türkiye gibi olmuyor tabii. nasıl kazançlar dayı?" dedim, esnafın dostu voodoo girl oldum. demem o ki yurt dışında kendi memleketlisini görüp sevinen adam türk'tür, türkiye'de yarraan olan adam yurt dışında topraan olur, türk insanı yoklukta giderlidir.

Saturday, July 21

Lego-style Brix calculator

b.y.i.o 19 - matematikle iki gram işim yok ama sırf çocukların sınav notlarını hesaplayacağım falan ayağına veriyorum siparişi.
thinkgeek





Friday, June 29

Gomez'in villain karizması nereden geliyor?

Buradan.

Crispin Glover - Mario Gomez

Monday, June 25

EURO 2012 En Yakışıklı 11

tüm önemli futbol organizasyonlarında yapmayı alışkanlık haline getirdiğim yakışıklı 11ini bu sene de çeyrek finale kalan takımlar arasında yapmaya karar verdim ve bu defa pozisyonlardan bağımsız her ülkeden minimum bir futbolcu alma ve geçen senelerde seçtiğim oyuncuları mümkün mertebe tekrar etmeme kararıyla çıktım yola. vefakat yunanistan çirkinlikte yarışan futbolcularıyla ne kadar zorlasam da listeye birini sokamadı, kusura bakmasınlar.

Çek Cumhuriyeti
Jan Rezek
Hokka burun, kepçe kulak, kemirgen tipli erkeklerde açıklama getiremediğim bir karizma görüyorum.



İngiltere
Andy Carroll
Normalde uzun saçlı erkek en sevmediğim bir şey ama adam bitmiş okeye dönüyor.



Fransa
Mathieu Debuchy
Fransızlığından beklenmeyecek kadar şirin, iyi aile çocuğu; o kadar ki maalesef çıplak tek bir fotoğrafını bile bulamadım.



Almanya
Holger Badstuber
Hans kategorisinde olabileceklerin en iyisi; ayrıca böyle brad pitt stayla keskin yüz hatlı erkeklere kredi vermek lazım.



Mario Gomez
Biri yandan action diye bağıracak Gomez filmin kötü adamı olarak karşımıza çıkacak gibi; 'villain karizması' paçalarından akıyor.




İtalya
Federico Balzaretti
Google'daki çoğu fotoğrafına sümüğünüzü sürmezsiniz ama sahada bir başka, 'sahne karizması'ndan yırttı.




Gianluigi Buffon
Buffon'a ıslanmayan kadının vajinasını geri istiyorlarmış.




Portekiz
Raul Meireles
Hapishane kaçkını havasıyla içimizdeki sado/mazo kadına hitap ettiğini görmezden gelemem.




Miguel Veloso
O kadar muntazam bir suratı var ki atilla taş kaşlarını ve zamanında saçlarını uzatıp manikürcü röflesi yaptırdığını bile görmezden gelebiliyor insan.



İspanya
Xabi Alonso
Kızıl sakal = sınırsız karizma.




Gerard Piqué
Yakışıklı futbolcululukta bir dünya markası.




Teknik Direktör
Joachim Löw
En büyük rakibi Slaven Bilić çeyrek finale kalamayınca sahne ona kaldı.



En iyi forma tasarımı
Portekiz
Adidas olmayışıyla kaba çizgilerden kendini kurtarmış, vücudu bölüş şekliyle omuzların genişliğini ön plana çıkartan, ülkenin renklerinin avantajını iyi kullanan bir forma olmuş.





Friday, June 8

Pac Man Abbey Road Tee

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 18


Urban Outfitters

mı acaba?

Ken: Women don't make a move until they're ready. They can be with a guy for two years and spend the last 6 months trying to get over the guy so that when they're ready to move on, they just move on. Guys are totally different, when they break up they do if fast, but they can spend years trying to get over the girl because usually they don't think it through. 


what love is, 2007. (çok kötü puan almış imdb'de ama ıssız adam'a yüksek puanlar verildiğini düşünürsek yemeyin bunları, fırsatınız olursa izleyin. ilişkiler üzerine güzel çıkarımlar var ve kız filmi de değil).

Saturday, May 26

bağ benim belletirim am benim elletirim

malum başbakan bir milyarıncı "gündemin rengini değiştireyim ve ne kadar saçmalarsam saçmalayayım gelecek seçimlerde yine oyların amına koyayım" şenliklerinde bu hafta "Sezaryen doğuma karşı olan bir başbakanım. İki, kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etmeye hakkı olmamalı. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz, ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok" buyurdu. kürtaj meselesiyle ilgili tüm söyleyeceklerimi zamanında şurada söylemiş olduğumdan o konuya hiç girmiyorum. özetle bir erkek "kürtaj cinayettir" gibi bir fikre özgürce sahip olabilir vefakat bir kadının kürtaj hakkını elinden almaya çalışan eylemleri empoze etmeye rahmi yetmez. ama benim asıl meramım bu empoze edilmeye çalışılan tüm düşüncelerin kadınlar üzerinde yoğunlaşmasıyla alakalı. kürtaj, evlilik dışı ilişki, erken evlilik gibi devlet eliyle sınırları çizilmeye çalışılan her konunun, kitlelerin afyonu din ve dini düşüncelerle desteklenmeye çalışılırken özünde hep kadının kendi hayatıyla ilgili kararlar almasını engelleme güdüsü yatıyor. sınırlandırılmaya çalışılan hayatlar, verdirilmeyen kararlar hep kadınlara ait. ve bu da alp'in behzat ç üzerinden özetlediği muhafazakarlık illetinin tanımı. benim durduğum nokta ise net: bir kadının hayatıyla ilgili aldığı kararlara değil devlet baba, hiç bir baba karışamaz. zamanında bireyselliğini geliştirememiş, sürekli bir erkeğin (sırasıyla babası - sevgilisi - kocası) onayıyla yaşayan, öyle yaşaması öngörülmüş kadınların devletin babalığını da gözü kapalı kabul etmesi şaşırtıcı olmamakla birlikte bu mentalitenin eğitimli kadınlar ve modern geçinen erkekler tarafından da destekleniyor olması son derece kaypak ve korkutucu. içinde bulunduğu toplumun değerlerine uyum sağlamaya çalışmaktan kendi değerlerini oluşturamamış insanlarla dolu bir toplumda, oyların %50sini almış bir başbakanın çıkıp kadınlarla ilgili ileri geri konuşması değil; bahsi geçen ülkenin kadınlarının hep birlikte AM BENİM ELLETİRİM diyememesi benim kanıma dokunan.     

Sunday, April 22

it's only a gambling problem if you are losing

yemeyin bunları arkadaşlar
aylar önce ezik twitter fenomenleri gibi kendisi hakkında söylenen her iyi şeyi RTleyen hava yolu pegasus'tan ucuz kıbrıs biletine denk gelip "e hadi bir sonraki tatilimizde de oraları görelim yurt dışına çıkmaktan daha ucuza gelir" kafasıyla satın almış idik. söz konusu gezi geçtiğimiz hafta gerçekleşti. şimdi burada kıbrıs gezi notları yazmak avrupalılığıma yakışmaz ama bu casino işine değinmeden edemeyeceğim çünkü hayallerimle oynandı. 
kumarhane denilince benim aklıma hollywoodla, televizyonla büyümüş bir nesle yakışan şekilde default las vegas dizisi geliyor; bir takım godaman amcalar ve yanlarındaki mini etekli genç kızlar, değişik kumar masaları etrafına toplanmış takım elbiseli erkekler ve gece elbiseli kadınlar, elde viski kadehleri şuh kahkalar falan aman da nasıl eğleniyoruz hissi. bu kafalarla gittik yeni açılan ve şu an kıbrıs'ın en gözde oteli denilen (hatta taksi şoförüne bakılırsa serdar ortaç'ın kumardan 15 konser borcu varmış bu otele böyle de kıbrıs magazin dünyasına hakim olurum iki dakikada) cratos'a. 
bir kere içerisi kurtlar vadisi'nden fırlama adamların poker oynadığı yan oda ve rulet masaları dışında bildiğin yetişkinler için atari salonu. millet geçmiş o katiyen ne yapıldığını anlayamadığım oyunların başına birtakım renkli düğmelere falan basarak vakit geçiriyor. rulet masalarında ise göğüsleri göbeklerine kadar inen chp kadın kolları fönlü teyzeler ağızlarında sigara chipleri bir oraya bir buraya savuruyor. ve herkesin yüzünde bir mutsuzluk ifadesi. sikerler öyle casinoyu lan nerede eğlence. 
ben de gittim 20 liralık chip istedim adam bana pis fakir der gibi bakıp "en az 25 dolar hanımefendi" dedi "iyi hadi ver bakalım" dedim koydum 25 dolarlık chipimi rulette kırmızıya, kırmızı geldi aldım 50 dolarlık chipimi bozdurdum çıktım. kumar parası olana güzel hacı benim param o işler için çok kıymetli ben onu anladım. ha serdar ortaç gibi iki göt sallayıp tıntın yapıp borç ödeyebilecek olsam kalkmam o rulet masasından memelerimi sarkıta sarkıta basarım chipleri o ayrı.
[dipnot; kıbrıs'ı kumarhanelerden ibaret sanan bir tek bizim angut türkler. tüm yabancı turistler (ki %90 ingiliz) tarihi yer avında. doğası denizi falan da güzel yavru vatanın gidin görün bence.]

Tuesday, March 27

blog.


biz yaş itibariyle şimdilerin "sosyal medya"sının kurduyuz aslında, icq - mirc döneminden başlayıp yonja'dır 80630'dur hepsini tecrübe etmiş bir nesil olarak. walkman de dinledik discman de ipod da misali dünden bugüne sosyal medya desen hepsinde parmağımız vardır yani. ama derseniz ki en manalı, en gerçek hayata damga vuranlı hangisiydi işte ona hiç şüphesiz blogger derim. işte bu yüzden twitter'ın popülerleşmesiyle doğru orantılı olarak artan mikro blogging meselesi yüzünden yazılar azaldı diye bloglar kapatıldı gidildi, "bloglar bitti artık hocam yeaa" temalı fikirler dile gelmeye başladı falan ya ona çok ayar oluyorum ben. blog kapatmak nedir abi? blog dediğin belki yıllarca görüşmediğin, ama hep bir köşede senin arkadaşın olarak var olduğunu bildiğin o canım arkadaşlar gibidir. blog dediğin legodur, yeni yeni oyuncaklar çıktıkça bir köşede kalır belki ama bir an tekrar karşına çıktığında elini yine ona atasın, onunla oynayasın gelir.o yüzden artema musluğu misali açtım kapattım yazmıyorum geri döndüm falan safsataları rica ediyorum sadece facebook profillerinde yapılsın blogları da tüketim gençliğinize alet etmeyin sinirleniyorum. 

Monday, March 19

what's in a name?

jelatin hangi satırına daha çok katılacağımı bilemediğim yazısında demiş ki:
"Bir gün olur da evlenirsem, sevgili eşimden "kocam" diye bahsedeceğim bir blogum olsun istiyorum. Kocam geldi, kocam gitti, kocamla sinemaya gittik, döndük... Bazen ismiyle de bahsedeceğim; ama çoğunlukla KOCAM diyeceğim ya! Sevgilim, ise sadece ona karşı, seslenirken kullandığım bir kelime olacak. Ki o kelime, öyle güzel. Ne kadar aşk dolu, nasıl da sevgililik mertebesinde bir evlilik yaşadığınızı highlight ederken siz, pek de şık olmuyor. Aslında. Biraz... Sığ kalıyor". 
kadınların ilişkilerini hayatlarındaki adama verdikleri isimlerle meşrulaştırma çabaları beni de rahatsız eden bir durum. etrafınızdaki kadınlara bir bakın, varoşluk seviyesi evlenme teklifi aldıktan sonra sevgilisinden 'nişanlım' diye bahsetme hızıyla doğru orantılıdır. nişanlılık bu kadınlar için ilişkinin ciddiyetini ele güne duyurma ve "ben evlenilecek kadınım, bu da kanıtı" deme şekli olduğu için ışık hızıyla 'erkek arkadaşım'dan 'nişanlım'a geçilir. bu nispeten alışkın olduğumuz, bizim nesilde çok görülen bir durumdu. olayın evlilik sonrası boyutunu hayatımıza kazandıran isimse bittabi türkiye'nin orgazm olan ilk kadını ayşe arman. kendisi yazılarında kocasından 'sevgilim' diye bahsettikçe, 30 yaş üstü evli kadınların hipsterlıklarını gösterme metodu kocalarından 'sevgilim' diye bahsetmek oldu. jelatin'in sığ kalıyor tespitine tüm kalbimle katılmakla birlikte, olayın altında yatan başka bir şeyi de sorguluyorum. madem 'kocam' demekte bir sevgi eksikliği olduğunu düşünüp ilişkindeki ateşin sönmediğini kanıtlamak için 'sevgilim' deme gereği hissediyorsun; evlenmeseydin be abi, hep ateşli kalsaydın. yani hem sosyal normlara, toplumun sana dayattığına dört elle sarılacaksın, hem de linguistik tavırlarla marjinal ayağına yatacaksın. o işler ne yazık ki öyle olmuyor.
demem o ki herkes hayatındaki adama istediği şekilde hitap etsin ama o hitapları sosyal ortamlarda ilişki durumunu kanıtlama amacıyla kullanınca facebook ilişki kategorilerinden öteye gidemiyor insan. 20li yaşlardaki ilişkinin adını koyma saplantısı 30larda adamın adını koyma noktasına geldiyse kafalar hala olmamış, uyanalım ve büyüyelim lütfen.

Sunday, March 11

uzun ilişkilerde osuruk eşiği

en ilişki yaşamamış insan bile sağını solunu gözlemleyip uzun ilişkilerin seyriyle ilgili şu zaman çizelgesine ulaşabiliyor: 1. cicim ayları - aşk mektuplarından çeşitli hediyelere, her saniyeyi birlikte geçirmekten yorulmayıp saatlerce süren telefon konuşmalarına giden vıcık vıcık bir dönem. ergenlikle alakası yok, oluyor öyle şeyler. 2. ilişkiyi otutturma ayları - karşı tarafı daha iyi tanımaya başladığınız, sinir bozucu tarafları da olduğunu keşfettiğiniz ama sinir bozucu tarafların size vız geldiği, artık o ilk heyecan hislerinin azalmaya başlayıp adamı/kadını gerçekten derin bir hisle mi hayatınızda turuyorsunuza ayılmaya başladığınız aylar. zaten bu aşamayı geçince artık uzun ilişki formatına girilmiş oluyor bence. 3. alışkanlık ayları - ilişki oturmuş, birlikte geçirilen zaman rutinleşmiş, aşk yerini sevgiye bırakmış, genç bünyelerde yaşlandık mı amk hissi yaratan evcimen dönem. kendine ait hayatı daha bir özlemeye başlayıp ben bu gece arkadaşlarla takılayım hissini geri kazanmaya başladığın dönemdir de aynı zamanda ama ilişkiye bir zararı yoktur. şimdi bunların hepsi bilgimiz dahilinde. peki ya o kimsenin bahsetmediği osuruk eşiği? hele de aynı evde yaşamaya başladıysanız, ilişkide bir noktada kaçınılmaz bir aşamaya geliniyor: yanında osurmaktan/geğirmekten çekinmeme aşaması. bana sorarsanız her doğal ilişkide geçilen bir aşama bu, ve hayatınızı o insanla geçirecek olmanızın kanıtı da olabilir zira kimse ayrılık sonrası yatak performansının yanında osuruğunun nasıl koktuğunun raporunun da alemlere sızmasını göze alamaz diye düşünüyorum. kısaca demem o ki aşkın yoğunluğunun azalıp sevginin doğmaya başladığı uzun süreli ilişkilerde hollywood filmlerinin bahsetmekten kaçındığı bir osuruk eşiği de var, ayık olun hazırlıksız yakalanmayın.


Saturday, March 3

gelin-lik

bugün her genç kızın rüyası kontenjanından mayısta evlenecek olan na-jay'le gelinlik bakmaya gittim. gerçekten gelinlik denemekten çok daha zevkli bir şey bence deneyen insanı izleyip elinde çayınla (şampanya bekledik ama çay verdiler) yorumlar yapmak. ben tam bir ivana sert havasına girmiş "proporsiyonuna uygun değil bebeğim" gibi cümlelerimle gelinlik satıcılarını kendime hayran bırakmayı planlıyordum ki olaylar na-jay'in değişen planlarımı bilmeden benim için de randevu almış olmasıyla yön değiştirdi. ilk gittiğimiz butikteki kadın "şimdi siz buyurun" dediğinde "yok biz düğünümüzü erteledik, gelinlik giymeyi de düşünmüyorum zaten" dememle kadının gözünde dünyanın en zavallı, en aciz insanı oluverdim mi. önce inanamadı, sonra "ee tercih meselesi" falan diye gevelemeye çalıştı falan ama yüzdeki varoş-kadının-30unda-bekar-kadın-görünce-acıması ifadesi nasıl okunuyor belli değil. ikinci butiğe geçtiğimizde akademik kişiliğimi konuşturup bu işi bir araştırmaya döndürmeye karar verdim ve aynı cümleleri buradaki kadınlara da kurdum. aynı bakışlar, aynı ezikleme. yüzde yüz çalışıyor. hayır her genç kızın rüyası gelinlik giymek olmadığı gibi, bahsi geçen butiklerde de bir vera wang efendime söyleyeyim bir vivienne westwood satılıyor değil. salondaki perdeyi alıp kabarık eteğe takan kendine gelinlik yaptım diyor, öyle bir kıroluk pek çok gelinlikte. neyse ki çok marjinalim ve erkeklerle daha iyi anlaşıyorum da gelinlik giymeden evlenecek ve asiliğimi tüm dünyaya göstereceğim.

olacaksa böyle olsun.com

Saturday, February 11

ayıpçı

the bekar: televizyonda gerizekalı programlar izleyerek kafa boşaltmak şu hayatta en sevdiğim boş zaman aktivitelerinden biri olduğu için denk geldikçe digiturk'un güzide kanalı show plus'ta reality tv kontenjanının en saçma programlardan biri olan  the bachelor/bachelorette izlerim. bizdeki gelinim olur musun konseptinin annesiz, türk örf ve adetleriyle bezendirilmemiş orjinal hali; bir grup kadın ya da erkek tek bir kadın ya da erkek için birbiriyle yarışıyor, datelere çıkılıyor ve sonunda bir evlenme teklifi oluyor ya da olmuyor. şimdi bu amerikan toplumu tabii bizim gibi dindar nesillerden oluşmadığından son 3e kalındığında 'overnight date' denen olay oluyor ve bekar kızımız/erkeğimiz 3 adayla da bir gece geçiriyor. sikiş sokuş ortamı yani, evlenmeden önce bir test drive hesabı. işte bu datelerden sonra hanım kızımız ya da delikanlımız adaylardan birini eliyor ya, bu resmen yatakta en kötü olanı açık etmek değil mi? o kadın/erkek programdan sonra bu damgayla nasıl yaşayacak? buna dertlendim durup dururken. ayıp bence.

the tek kız: gece hayatına semi-dönüş yaptıktan sonra akbabalarla ilgili meramımı önceki postlarımdan birinde belirtmiştim. bir başka gözlem konusu da ikili dışarı çıkan kızlardan sadece bir tanesine yazış olmasındaki dram. gecenin başlarında gayet havalı, birbirleriyle muhabbet halinde olan kızlar masasının enerjisine ortamdaki heriflerden biri kızlardan birine yazmak istediğinde sıçılıyor. adam gelip kızla konuşmaya başlıyor, masadaki ikinci kız ise mal mal etrafa bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyor. kendisini beğenen olmamasına mı yansın, kız kıza geçirilen gecenin berbat olmasına mı yansın, elini kolunu nereye koyacağını bilememesine mi yansın. bu acıları yaşatmaya hakkınız yok beyler. ya yanınızda öbür kıza asılacak başka bir tampon erkekle masaya yaklaşın, ya da ne bileyim kızı tuvalete giderken falan yakalayın. biraz saygı.

the çakma rockstars: şimdi zamanında ben de ankara rockstar ortamlarında bulunduğum için çok ters de konuşmak istemiyorum ama bu if'tir manhattan'dır bu gibi lokal barlarda gece programı yapan ve kendi şarkılarını değil, cover şarkılar çalan, kişisel olarak belki çok iyi ve kaliteli müzisyenler olsalar da oradaki ana amaçları popüler şarkılarla mekandaki insanları eğlendirmek ve para kazanmak olan gruplar böyle bir takım ışık oyunları, ses efektleri falan gibi şeyleri arkalarına alıp sahnede başıma rolling stones havalarına giriyor ya ben ona fıttırıyorum. o hareketlerin tavırların dans edişin falan nedir arkadaşım bir aynaya bak çapını bil yahu. bunların backstageleri de almost famous groupilerinin yarısı bile olamayacak mini etekli varoş kızlardan geçilmiyor ve böyle yalandan hayatlar yaşanıyor. gençliğinize yazık.

Friday, January 27

YETER DEMİRÖREN!

Çarşı Neden Demirören Söylemine Karşı Değil?


Beşiktaş taraftarı olarak bizler kendimizi Çarşı olarak bilinen o büyük şemsiyenin altında hissederiz. Zira Çarşı pek çok konuda bizim adalet ve vicdanımızla örtüşen bir duruş sergilemiştir. Bunun son örneği Van için gösterilen duyarlılıktı.

Ancak saygınlık zor kazanılan ama çabuk kaybedilen bir haslettir.

Çarşının Plutondan Eto’oya, nükleer santralden Hasankeyfe kadar pek çok konuda gösterdiği hassasiyeti kendi “varlık nedeni” ile yani Beşiktaş ile de göstermesini beklemek hakkımızdır.

Eğer sevdalısı olduğunuz kulubün başkanı şike soruşturması sürecinde Fenerbahçeyi kurtarmayı kendisine görev edinmişse, eğer sevdalısı olduğunuz kulübün başkanı doğruları dile getiren -geçmişten beri dost olduğumuz- Altay kulübünün başkanına “otur, haddini bil” demişse ve en beteri de sevdalısı olduğunuz kulübün başkanı “Fenerbahçemiz” sözcüğünü böylesine keyfiyet içinde kullanabiliyorsa, Çarşının da bir tepki göstermesini beklemek hakkımızdır.

Aksi takdirde “Çarşının neye karşı” olduğunu sorgulamaya başlarız ki o takdirde Çarşıyı “asi” yapan o A mahsun kalır...

Kusura bakmayın arkadaşlar, geçmişte çokça sorgulanan ve sizleri de çok rahatsız ettiğini bildiğim, “Çarşı–yönetim” iddialarını boşa çıkarmak içir tarihi bir fırsat elinizdedir. Bu fırsatı harcamamanızı tavsiye ederim.

En azından o Denizli maçında dayak yiyen Beşiktaşlılar için isterim.

Benim duruşum ise şudur: Statta iki elimi havaya kaldırır ve çapraz sallarım:

YETER DEMİRÖREN!


Rıdvan Akar

Monday, January 23

no one's got it all

bloga bir iki yazı yazınca ayarlarına falan bir bakayım dedim ki ne göreyim; koskoca 2011 senesi boyunca sadece 31 yazı yazmışım. "sevgili bulunca"yla başlayan her türlü klişeye (bkz. kilo almak, arkadaşlarla dışarı daha az çıkmak, internette fazla takılmamak) uymaya başladığımı farkettiğim ilk zamanlar kendime çok fazla çemkirmiş, bir yandan da işlerin yoğunluğunun da bütün bunlara bir etkisi olduğunu söyleyip kendimi rahatlatmaya çalışmış idim ancak pek faydası olmamıştı. derken geçen gün digiturk'te sex and the city 2'ye denk gelip nostalji olsun diye oturdum baştan sona tekrar izledim. her türlü sekslemenin, ikili ilişkilerin kadını carrie bile ikinci filmde evinin kadını olup oturma odasının dekoru ve yatak odasına konul(may)acak televizyondan bahsetmeye başladıysa benim de ikinci uzun ilişkimde evimin kadını ve digiturk filmlerinin anası olmaya hakkım yok mu? eski zamanlarımdaki gibi gerizekalı adamlarla kısa süreli ilişkiler yürütmeye çalışıp beceremeyip 31e bağlamaktansa koca bir yıl 31 tane yazı yazarım daha iyi. dur bakalım bir süre kendimi böyle kandırmaya çalışayım ne olacak.

carrie off (nasıl şaka)

previously on twitter

nil karaibrahimgil'in eleştirilecek pek çok yönü olabilir ama kabul etmeliyiz ki "eğer sen yoksan kafam olmasın" yeni dönem çakma pop/rock gruplarının yazdığı aşk sözcüklerine bin basar.

adam haklı beyler.

akbaba olmasın


bu hafta sonu eski çılgın günlerimize geri dönüyormuş gibi yapalım kontenjanından kızkıza dışarı çıktık. çıkışın ilk aşaması aylardır başbaşa görüşülmediği için arkadaşların biriktirdiği flört hikayelerini dinleyip türk dizisi seyreden yaşlı teyze gibi "bir dakika bu hangisiydi şimdi?" şeklinde sorularımla olayları kavramaya çalışmakla geçtikten sonra ikinci aşama olan çok sarhoş olduğumuza göre ayık kafayla çekemediğimiz mekanlara gidelim kısmına geçildi. burada ayık kafayla çekemediğimiz mekan dediğim if oluyor. herzamanki leş kalabalığına leş karlı çamurlu zemin de eklenen if'te dikkatimi çeken şey türk gencinin geldiği avlanma noktası oldu. yanlış anlaşılmasın, bir süredir tek eşliliğe bağladım diye buldumcukluk yapacak, yıllarca ön safları tuttuğum flört ortamlarını "ıyy barda adam tavlamaya çalışıyorlar ne banaal" laflarıyla aşağılayacak değilim. vefakat her şeyin de bir usülü yok muydu bizim zamanımızda? bara gidince beğendiğin adam/kadını önce göz hapsine alıp, göz teması kurulduktan ve karşılıklı bakışmalar bir süre ilerledikten sonra atağa geçilmiyor muydu? şimdi gençler maşallah karşı cins kokusu aldıkları anda saçma sapan bir bahaneyle yanına gidip saçma sapan laflar etmeyi asılmaktan sayıyor. e hal böyle olunca da gecenin sonunda asılınan şey beklenenden farklı oluyor. bardan ekmek yemenin de bir raconu var biz yıllarca boşuna mı ihtisas yaptık biraz araştırmacı öğrenmeci olun benim sinirimi bozmayın.