Friday, March 30

this ain't a blog for the broken-hearted

çok şey değişti, değişiyor, değişecek ve değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi olmaya devam edecek hayatımız boyunca. ancak bizzat bu gerçeğin farkında olmak bazı şeyleri değiştirmiyor. bir cuma gecesi saat 12de evde olmak, msnde pek çok kişinin online olması, bir tarafta yavaşlayan (ya da dürüst olalım, uyuzlaşan) hayatlarımız, bir tarafta yakın çevrenin değişmeye hazırlanan hayatları, herkesin hayatında olan biten pek çok kötü şeye rağmen kendi güzel (sorta) hayatımızdan adeta suçluluk duymak, günler sonra blog yazma arzusu ancak bir türlü toparlanamayan düşünceler ve kızarmış yeşil domateslerin en lezzetlisi.
that's life.

kendimi kontrol edemiyorum

Tuesday, March 27

football is groovy

"football is groovy" by adidas. olay budur.

Wednesday, March 21

house of jealous lovers

başlığa bakılıp yanlış anlaşılmasın, blogumuz birbirini kıskanan, bu kıskançlık sonucu inspector gadget kesilip birbirine hayatı zehir eden sevgililerle ilgili değil. bu yaştan sonra lise 1 aşkları yaşamaya meraklı olmadığım gibi, içinde aldatma isteği olan kişinin her türlü kısıtlamaya ve kontrole rağmen aldattığını, dolayısı ile hayatı kendine ve karşındakine zehir etmenin nekadar mantıksız olduğunu çoktan çözmüş; çözmeyenlerin ilişki yaşamasının yasaklanması gerektiğiyle ilgili kampanyanın da öncülüğünü üstlenmiş bir kişiyim.

aslen konumuz aşık olunan kişinin değil, bizzat aşkın kendisinin kıskanılması. ilişkiden ilişkiye, geçmişten geleceğe doğru giderken, şimdiki zaman dediğimiz dönemde arada bir durup hissettiğimiz ve bize karşı hissedilen aşkların derecelerini kıyaslamak ve çeşitli kıskanma belirtileri göstermek normal mi? hiç bir ilişkide hissedilen hiç bir duygunun kişilerde aynı seviyede olamayacağını bilmemize rağmen, daha çok sevmek/daha az sevilmek/önceden daha çok sevilmiş olmak gibi hususlar bizi rahatsız eder mi? aşkın seviyesinin bir yerden sonra pek bir önemi kalmadığını, ilişkide önemli olan şeyin huzur olduğunu biliyor olmak yetmiyor mu ya da yetmeli mi?

sanırım bazen soruların cevaplarının sizi yönelttiği yerlerde gördüğünüz tek yön veya çıkmaz sokak levhaları, aslında o yönlere gitmemeniz için konulmuş işaretlerdir.


Is it my imagination, or did God already leave the table?

Saturday, March 17

fcat

fact 1: sabahlara kadar klüplerde tepinmenin yerini sabahlara kadar konken oynamak aldıysa, yaşlanmışsındır.

fact 2: ne kadar geç yatarsan yat sevgilin hasta diye sabahın köründe kalkıp şehrin diğer ucuna gidiyorsan, aşıksındır.

Wednesday, March 14

new blog

blog yazmak isteyip de yazacak bir şey bulamayınca bünyede şişkinlik yapıyormuş ben bunu gördüm. the gang verimsiz zaten bu ara, eskiden msnde "new blog" mesajlarının ardı arkası kesilmezdi, şimdi durulduk biraz, gerçi sayın tyra kişisinin sessizlik sonrası fırtınası pek bir şahane olmuş, alkışlar kendisine.

bu aralar hayat renksiz ve sıkıcı ilerliyor. çok sevgili bir arkadaşımın lizbonda çektirdiği fotoğrafları görmek travel bug'ımın hareketlenmesine yol açtı ancak elden bir şey gelmiyor, hazirana kadar ankara sokakları elimizden öper. yeni mekanlar bulmak lazım artık, sıkıntı bastı bizi, zaten yaşlandık da amaaaan nerde o eski hızlı günlerimiz. geçenlerde ankarada üniversite okuduktan sonra alanyaya dönen bir arkadaşım "sen de evde oturuyosan alem ne olmuş belli, ben ankaraya taşınmaktan vazgeçeyim bari" dedi, hak vermemek elde değil. biraz da böyle devam edelim, bakalım sonu ne olcak. "hastalıkta ve sağlıkta" sözünün "hastalıkta" kısmını daha yoğun yaşadığımız şu günlerde inzivaya çekilmek daha hayırlı olacak orası kesin.

nezaman "öylesine" bir blog yazsam killer bişeyler çıkartıyormuşum, böyle buyurdu tyra. ancak busefer bir istisna yapıyorum. finito.

Monday, March 12

story time

bir zamanlar ülkenin birinde bir prenses yaşarmış. halkı onu çok severmiş, o da genelde halinden memnun, zaman zaman sıkıntılı, geçinir gidermiş. çoğu zaman asıl amacı ülkesine ve halkına hizmet etmek olan bu prensesin de pek tabii her genç kız gibi yakışıklı prensini bulup mutlu olma hayalleri varmış. gel zaman git zaman, prenses kendi halinde yaşayıp çeşitli kurbağaları prense dönüşür ümidiyle öpmüş ancak aradığını bir türlü bulamamış. derken bir gün karşısına beklediği yakışıklı prens çıkmış. günler günleri kovalamış, güzel prensesle yakışıklı prens mutlulukla yuvarlanıp gidiyorlarmış, halk da bu muhteşem çifti pek bir sevmiş. masalın bu en güzel yerinde prensesin içindeki çocuk aniden bağırmış:
"prens çıplak!"

vincent

Thursday, March 8

happy women's day

love is gonna save us

blogdan bir kaç gün uzak kalınca olmuyor, konular birikiyor, düşünceler tam olarak netleşemiyor ve belki de ilerleyen satırlarda tecrübe edeceğimiz gibi kelimeler yetersiz kalıyor.

doğumgününde yeni bir bisiklet isteyen çocuğa sakız hediye edilmesi misali 7 gün çalışan biz zavallı make somebody read somethingerlara her kur sonunda bir gün tatil verildi ya, iş o tatil salı günüydü. ptesi akşamından başlanan tatil etkinlikleri (tyra ve na-jay-jayle yenilen dinner @ kfc, ki sevdiceği o tarz yerlerde yemek yemeyen bir insan olarak uzun süre sonra bana çok şey ifade etti, ayakta uyuyormuşum haberim yok dedirten işyeri dedikoduları vs vs) salı günü sabahın erken sayılabilecek saatlerinde devam etti. normalde her gün görüşüyoruz tatilimizi de beraber geçirmezsek bünyede şişkinlik yapar diye düşünüp akşam da birtakım tabu ve sıkı dostlar seanslarına girdik the gang'le. ama asıl bomba akşam if'e gittiğimizde yaşandı, hepsinin kafası farklı olaylara yoğunlaşmış ama elleri aynı kadehleri tutan grubumuz sanırım birazcık sarhoş oldu; sanırım diyorum zira ben çok içmemekle birlikte saçma sapan olaylar yaşamakta olduğum için çok ilgilenemedim.

aynı salı gecesi "being the girlfriend of a rockstar" kitabımın ilk sayfalarının yazıldığı gece olarak tarihe geçebilir. bazı groupielere akıl sır ermiyor. benim gibi bir insana nasıl oluyor da bir anda padişah sabrı geliyor, akıl sağlığımı, olgunluğumu ve seviyemi koruyabiliyorum bu da gecenin muammalarından biri oldu; bu noktada yapılması gereken iki şey var: olası bir kargaşada bana desteğini eksik etmeyeceğini muazzam bir şekilde gösteren wykka'ya teşekkür etmek ve maçı tarihi skorla kazanmamı sağlayan metanetin sebebini "aşk"a bağlamak. dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorum galiba..

when you're in love, what can go wrong?

Sunday, March 4

daha güzel bir türkiye için

birtakım keçiören clubberları türedi biliyorsunuz. bunlar hala saçlarının her telini ayrı ayrı jöleliyor ve kırmızı çakma pumalar giyiyorlar. bir kere bu insanların ortalıkta dolaşmaları ve bilhassa klüplere alınmaları bi yasaklansın. bana sorarsanız erkeklerin saçlarına jöle sürmeleri toptan yasaklansın. erkek ve saç demişken; saç uzatmaya bir yere kadar tahammül edebilirim (kıvırcıklar dışında) ama necati style uzun saç ve yanları kazıtma olayı (ki zaten biz ortaokuldayken bitmişti o moda diye hatırlıyorum ben) yasaklansın. bu keçiören clubberlarıyla muhteşem pair olan kızlar var bi de, bunlar da dar kotlarını boxer tarzı spor ayakkabılarının içine sokuyolar, o giyim şekli de yasaklansın. msnde çiçekli böcekli kalpli nickler yazmak yasaklansın. futboldan zerre kadar anlamayan, sevgililerinin koluna girip mal mal duran kızların maç izlemeleri, futbolla ilgili herhangi bir yorum yapmaları yasaklansın. "bu maili 36475 kişiye göndermezsen kıçında çıban çıkacak" maillerine inanıp onları forward eden insanların bilgisayar kullanmaları yasaklansın.

voodoo girl for president.

meant to be together

* çilek-yoğurt
* zeytin ezmesi-krem peynir
* tim burton-johnny depp
* kız tuncay-kırmızı yanaklar
* gunti-amo
* siyah-beyaz

forgive the cliché..



..but what can compete with the peace that walking in the rain without an umbrella brings?