Sunday, October 24

sıkıntı var


yalın'ın "aynayı sev, radyoyu sev (şarkı böyle ilerleyince kaçınılmaz olarak) annemi sev" şeklinde sözleri olan über manasız pop şarkıları söylemeye başlamadığı zamanlarda, ki sene 2005 falandı sanıyorum, "bir bakmışsın" isimli bir albümü vardı. antalya'daki yazlığımızda emekli tatili yaparken bütün bir yazı o albümü dinleyerek geçirdiğim için oldukça vakıfım, ki bence yeni dönem türkçe pop standartları düşünüldüğünde fena olmayan bir albümdür. albüme ismini veren şarkıda ise iki satır vardır ki cuma gecesini evde rakı-balık yaparak geçirmiş bir grup 80-83 arası doğumlu yaşlı/genç insanlar olarak -belki rakının da etkisiyle- kendimizi anlattı bize: "yıllandık diye mi yıprandık / yaşlandık diye mi paslandık". ikili ilişkilerdeki tahammülsüzlüğümüzü kaybolan yıllarımıza bağlamak kolpa bir kaçış gibi gözükebilir fakat bazen gerçeklerin önünde durulamıyor ne yazık ki ve biz en ufak kırılma anında "bir bakmışsın, ben yokmuşum / üzülmeye doymuşum / isyanımı yola koyup / hayatından kaybolmuşum" hissiyle doluveriyoruz. tehdit olsun diye değil; kötümser ihtimaller de bilinsin diye. türkçe pop şarkılarından aşk hayatımın analizini yapmaya devam ediyor olmamdan anlayacağınız üzere bu cephede değişen bir şey yok. 

adam haklı beyler


Dr. Sloan: I hate women like you. You string guys along acting like sex is some prize and really you're just afraid that when you give it up, they'll lose interest.


[her bekleyen kadını duygusallık peşinde sanmayalım yani, böylesi de var]

Wednesday, October 20

ya ne olacağıdı?

bugün bir arkadaşım 4 ay önce kendisine "hayatımı seninle geçirmek istiyorum, senden çocuğum olsun istiyorum" lafları eden sevgilisi karşısına geçip "ben karar verdim, bu ilişkinin bir geleceği yok, yani seninle evlenmeyi düşünmüyorum ama seninle iyi vakit geçiriyorum. bunu böyle kabul edersen görüşmeye devam edebiliriz" dediği için ilişkisini bitirdi. bizim yaşlarımızdaki her kadının, ortalama zekaya sahip dürüstlük timsali bu erkişinin sandığının aksine çocukla evlenme hayalleri kurduğundan değil, bu konuşma yapılırken çocuğun takındığı terbiyesizce tavırdan rahatsız olup ayrılık kararı alan bu arkadaşımla empati kurabileceğine inanıyorum zira erkeklerin bu commitment problemi yaşayan ıssız adam halleri yeni çıkmış bir şey değil; ve hatta son zamanlarda olayın "evlilik" boyutundan çıkıp kendini uzun süreli ve tek eşli herhangi bir ilişkiye katiyen hazır hissetmeme durumu olarak baş gösteriyor. yaşanmışlıklarım ve "ben uzun ilişki insanı değilim yeaa"cıları çok görmüş olmam gereği böyle mevzularda büyük konuşulmaması gerektiğine, doğru bir zaman içinde doğru hissettiren bir insanın pek çok ezberi bozabileceğine inansam da ben de büyük lokmayı yemeyip hayatta gerçekten hamuru gereği ciddi bir ilişki yaşama ihtimali olmayan erkekler olabileceğine inanıyorum. inanamadığım şey bu erkeklerin tavırları. adam sinsi gibi insan içine karışıp kızlarla tanışıyor, flört ediyor, bir ilişkiye giden yolda her boku yiyor; iş ilişki formatına doğru ilerleyince de "noluyor yahu ben ıssız adamdım kalbim taştandı şimdi niye ilişki falan deyip dengemi bozuyorsun" moduna giriyor. ne sandın yarraam, ya ne olacağıdı? hem götün yemesin yaşamak istediğin tarz ilişkiye paralel davranışlar sergileyeme, hem de o göt tutuşunca suçu kafanda yarattığın tek derdi evlilik/uzun ilişki olan kadın figürüne at. götünüze güvenmiyorsanız kadınlarla iletişimi kesin birbirinizi sikin arkadaşım bu ne yahu 30 yaşımıza geldik uğraştığımız şeylere bak.

Monday, October 18

my vagina speaks a language I don't understand

carrie bradshaw olup sağda eski sayıları gözüken wingman dergisine yazı yazdığım zamanlarda, teknik mevzular yüzünden derginin çıkmaması nedeniyle yayınlanamamış olan "duygusal seks" isimli bir yazımı şöyle bitirmiş idim:
"Kadının seks notunuzu yüksek tutmasını istiyorsanız tavsiyem, bahsi geçen hissi yaratmak istediğiniz kadınlarla sevişmeden önce belli bir enerji bütünlüğü elde etmeye çalışmanız ve sevişirken de sadece içine girip çıkmaya çalıştığınız dudaklara değil diğer dudaklara da önem vermek gibi detayları göz önünde bulundurmanızdır. Zira sizin rakı masalarınızda dönen muhabbetlerden farklı olarak bizim performans raporlarımızda artistik puanların katsayısı teknik puanlardan daha yüksek".

yazının ana fikrinde anlatmak istediğim, kadınların da bittabi sadece seks yapma amaçlı seks yapabileceği, bundan zevk de alacağı; fakat duygusal bir paylaşım yaşadığı erkeklerle girdiği münasebetleri daha iyi hatırlama eğiliminde olduklarıydı. o zamanlar seksin iki türlüsüne de açık, performansının doruğunda, gençliğinin baharında bir kız çocuğu iken sene oldu 2010, bana bir şeyler oldu, şurada bahsi geçen bir tribe girip "hoşlandığım adamla hemen birlikte olursam onu da tüketiyorum, demek ki hayatımda tutmak istediğim adamlarla biraz daha yavaş ilerlemeliyim" noktasına ulaştım. ve fakat! bugün kadim dostum aycan'la birbirimizin sorunlarına müthiş çözümler üretip akıllar verdiğimiz ama kendi sikimizi doğrultamadığımız klasik terapi yemeklerinin birinde it hit me. acaba ben bu adamlardan hoşlandığım için mi onlarla seks yapmıyorum; yoksa hoşlanmak istediğim için mi? öyle görünüyor ki yazının başında kısa tanımlaması bulunan 'duygusal seks' artık benim için iki seçenekten biri değil, tek tercih ve bu da sadece fiziksel bir etkileşim yaşadığım erkeklerle yatmak yerine duygusal bir bağ kurmayı bekleme isteğine yol açıyor. boku yedik. hayır duygusal seks yaşamayalı da yıl oldu, nereden çıkıyor böyle yeni âdetler anlamıyorum ki.

sen de dertlisin he hemşire?

Saturday, October 16

Friday, October 15

got music?

müzikle ilgili "büyülü" cümleler kurmaya yetecek bir kulağım ve/veya kültürüm yoktur ama zamanında bir türkçe rock albümünün teşekkürler kısmında adımın yazmış olmasından aldığım gaza dayanarak söylemek istediğim bir şey var. bu müzik denen meretin 1 sizinle hiçbir alakası, anısı olmayan bir şarkının bir anda içinizi herhangi bir hisle doldurması 2 belli bir dönem / his / insanla özdeşleştirdiğiniz bir şarkının ne durumda olursanız, o şarkıyı nerede ve ne zaman dinliyor olursanız olun sizi alıp o döneme götürmesi şeklindeki iki gücü tehlikeli insanların eline geçerse büyük sorunlara yol açabilir bence. ilgilenilsin bununla.

Thursday, October 14

loved up


70lerde yaşasaydım eğer, aşka dair tek ikilemim tahminimce ediz hun'a aşık olmakla tarık akan'a aşık olmak arasında olurdu. vefakat filmlerdeki en temiz aşkların bile orospu çocukluklarıyla dolu olduğu 2000li yıllarda yaşadığımdan mütevellit daha farklı ikilemler içinde bulabiliyorum kendimi. ister ergen kafalı "annemi babamı hiç sevmiyorum anlıyor musun" yıllarında, ister "işimdeyim gücümdeyim yanında bir de sevişeyim" olgunluğunda olsun başarısızlıkla sonuçlanan ilişki girişimleri ve travmatik aşklar birikince insan hayatında, bir sonraki muhtemel aşka yelken açarken takınılacak tavır, a.k.a 'temkinli' davranmak vs "sikerler öyle aşkın ızdırabını" diyerek olacaklara göz yummak ikilemi kaçınılmaz. insan belli bir duygusal açlık seviyesinde olunca kendini birinden hoşlandığına ikna etmesi zaten kolay olduğu için net bir ifadeyle konuşmak istemem ama şahsen birinden hoşlandığımı düşündüğümde bir yanım liseli kızlar gibi romantizme bağlamak isterken diğer yanım kendimi ne kadar kaptırırsam kaçınılmaz hayal kırıklığı anında götüme girenin o kadar büyük olacağını hatırlatıyor bana. ortası yok; ya o taze aşk duygusunu kaybetmediğim için sevinecek ve "sevmeyelim de taşa mı dönelim?" diye isyan edeceğim; ya da yaşadıklarından ders almış dört başı mağrur halimle ayaklarımı yere basacak ve aptal hayaller kurmaktan vazgeçeceğim. yaa gençler, götüklüğümüzden seçmedik "but she knows she has a curse on her / a curse she cannot win / for if someone gets too close to her / the pins stick farther in" diye tanımlanan şiir kahramanını kendimize isim diye. acı çekiyoruz burada. 

ps: tabii ki tarık akan.

Tuesday, October 12

mutluluğun formülü çok açık

her yaşadığım aşk / flört / seks tecrübesinden sonra farklı bir uyanma yaşayan bünyem hastalığın pençesinde işe gidemeyip mal gibi oturduğum şu günde yıllardır sisteme alınan bütün tetikleyicileri tek bir potada birleştirip ilişkilerde mutluluğun sadece iki maddeden oluşan formülünü açıklamaktan gurur duyar.

1. the reader: öncelikle (dil)bilimsel olarak da kanıtlanmış bir gerçek var ki satır aralarını okumaya, çıkarsama yapmaya bayılan bir cinsiz. her hareketten, her sözden bir anlam çıkartmaya çalışıyor olmamızın bir sebebi ya basit düşünce sistemleri ya da duygularını paylaşmayı sevmeyen yapıları yüzünden erkeklermiş gibi gözükse de bana kalırsa pek çok kadın doğası itibariyle o halde; dolayısıyla şu hayatta en nefret ettiğim lafların başında gelen "rahat ol" felsefesini bir formül olarak sunmayacağım zira genetik olarak belirlenmiş bir şeyi değiştirmek için yapabileceğimiz pek fazla bir şey yok. eninde sonunda gavurların "read into" dediği hadiseyi gerçekleştirip hareketlere-sözlere çoğu zaman aslında sahip olmadıkları anlamlar yükleyeceğiz madem, bunu işleri daha durağan hale getirecek şekilde yapmak mutluluğun bir numaralı formülü. örneklendiriyorum; bir adamla flört halindeyken adamın sokakta elimizi tutması, arkadaşlarının yanında da rahatça sarmaş dolaş olması falan genellikle "demek ki sadece yatmak kalkmak değil, daha düzgün bir şeyler istiyor, o da benden hoşlanıyor" hissi yaratır. doğru-yanlış çıkma olasılıklarını bir kenara bırakarak mentaliteyi şu şekilde değiştirmeyi öneriyorum: "böyle davranıyor demek ki 'aman elini tutmayayım da ilişki istiyorum sanmasın, aman sıcak davranmayayım da sadece yatıyoruz anlasın' hesaplarındaki küçük beyinli bir insan değil; içinden geldiği gibi hareket eden, hesap kitap yapmayan bir insan". işbu düşünce sizin de rahatlamanızı ve içinizden geldiği gibi davranmanızı sağlama potansiyeli olduğundan mutluluk yolunda önemli bir adım, go for it. 

2. great expectations: mutluluğumuzun önündeki ikinci engel ise bir ilişki öncesi/sırasında karşı taraftan çok büyük beklentilere girmemiz ve bunların karşılanmaması sonucu duygularımızın aldığı darbeyle işten soğuyor olmamız. bunun için çözüm çok net gözüküyor, olayları akışına bırakmalı ve beklentilerden arınmalıyız ki bir şey yapılmadığında duyduğumuz hayal kırıklığı hissi yerini ummadığımız bir anda gelen güzel hareketin mutluluğuna bıraksın. işte ben bu noktada sıçtığım için bunun nasıl yapılabileceği konusunda pratik bilgiler vermekten acizim dostlar. bir, istediğim bir tepki gelmediği anda karşıdaki insanın karnesini eksilerle doldurmayı başaran tahammülsüzlüğüm ve iki, beklentilerimi kendime çok mantıklı gelen temellere dayandırışım beni ilişkilerde neredeyse mümkün olmayanı istemeye itiyor. bu noktada bir problem de ilişkideki tarafların beklentilere farklı anlamlar yüklemesi. örneklendiriyorum; ben flört halinde olduğum bir adamın bana yatarken mesaj atması, hastayken ya da moralimin bozuk olduğunu bildiği zamanlarda sabah uyanıp ilk iş bana bir nasılsın demesi gibi şeyler kovalayan ergen kafada bir insanım. bu beklentiler erkek tarafında zaman zaman "lan sevgili mi olduk hemen, hesap mı veriyoruz, yoklama mı alınıyor" gibi hisler yaratsa da benim bu beklentilere sahip olma sebebim çok başka. ben adamın gece yatarken bana mesaj atmasını aramızdaki ilişkinin mecburiyeti yüzünden değil, uykuya dalmadan önce benimle iletişim kurmak içinden geliyorsa istiyorum. ben hasta yatarken sabah aklına gelen ilk şey günlük işleriyle uğraşmak, maillerine bakmak, twittera bir şeyler yazmak değil; bana bir nasılsın demek olsun istiyorum. bunları göremeyince de karşı tarafın uzun vadede bana beklediğim şeyleri veremeyeceğine karar verip kendimi kapatıyorum. herkesin aynı zamanlarda aynı duygu yoğunluğunda olamayacağının farkında olsam da böyle şeylere zaman vermeyi, beklentilerimi düşürmeyi bir türlü beceremiyor, mutluluk yolunda ikinci ayakta yatıyorum.

konuyla ilgili karizmatik şarkı sözü:
happiness seems to be loneliness
and loneliness killed my world

Saturday, October 9

happy birthday, mr beatle

Matthew Bomer

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 33



Sofia Vergara

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 23