Thursday, September 30

koskoca mastercard anladı, bizim yönetim anlayamadı

"paranın satın alamayacağı şeyler vardır"

foto stalker'dan

Wednesday, September 29

no pain no gain no haşhaş no vitamin


bugün yüksek lisans linguistics dersinde "people always talk about their dolmuş experiences in Turkey" şaşkınlığıyla beni benden alan hocamız motivasyona etki eden faktörlerden bahsederken literatürden pain-gain ilişkisini sundu. şöyle ki, insan evlatları olarak yapılacak işe bakıyor, o işi yaparken çekeceğimiz dertle işi başarmamızın sonucunda edineceğimiz kazancı karşılaştırıyor ve pain > gain gibi bir denkleme ulaşırsak çok mantıklı olarak o işe girişmekten vazgeçiyoruz. işte psikoloji biliminin aşk hayatımı açıklayışı budur dostlar. son zamanlarda gerek potansiyel ilişkilerin kalitesiyle ilgili düştüğüm umutsuzluk gerekse ilişki başlarda iyi bile gözükse eninde sonunda kötü anlar olacağı gerçeği ve o kötü anların yaşanan bütün güzel duyguları sıfırlayacak güçte olmasını sağlayacak tahammülsüzlüğüm işin henüz başlarında "sikerler" noktasına gelmeme yol açıyor. sonra ne oluyor; ya istiyorum o hikaye hiç başlamıyor ya da yarin keskin bıçak diyor kestirip atıyorum. peki ne olması lazım; ya beni kendisine hayvanlar gibi aşık ederek tüm ezberleri bozan bir adam çıkacak karşıma, ya da master dersi gibi oldukça akademik ve bilimsel ortamlarda bile kendi kendime demet akalın'a bağladığım bir hayat beni bekliyor. hakkımda hayırlısı.

Tuesday, September 28

Monday, September 27

Sunday, September 26

ilişkilerde "yetmez ama evet" kafası


cuma akşamı hem geçen hafta aldığımız dışarı çıkmama kararında ciddi olduğumuzu kanıtlamak hem de ebruberrin'i kedisi theo ile yapayalnız bırakmamak adına girls night in organizasyonu düzenledik. böyle girls night falan yazınca seksi pijamalarıyla yastık kavgası ve yüzünde bakım maskesi manikür-pedikür eşliğinde ergen dedikoduları yapan sevimli kızlar geldiyse akıllara düzelteyim; bilakis 30 yaşına merdiven dayamış, elinde şarap kadehleriyle promil arttıkça hayatı ve aşkı sorgulayan geleceğin kedili deli teyzeleriydik. eski sevgililere beddua etme ve erkeklerin seksle ilgili yanlış bildikleri şeylerle (bkz vajinayı kavşak zannedip hulla hoop çevirir gibi hareketlerle kadını zevkten uçurduğunu sanmak) dalga geçme aşamalarını geçtikten sonra konu neden yalnız olduğumuzu, neden kendimize göre birini bulamadığımızı sorgulama noktasına geldi ve kimimiz ilişki yürütememeyi kendindeki bir eksiklikle ilgili gören, kimimiz yürütülemeyen ilişkinin hesabını etrafına vermekten yorulmuş, kimimizse her daim "benim gibisini inan ki bok bulursun" kafası yaşamayı başaran farklı bünyeler olmamıza rağmen yollar o en korkulan "settle for" hadisesinde kesişti. soru1: uzun bir süre aradığını bulamayan kadın artık ilişkilerde ve erkek seçiminde daha azıyla yetinmek zorunda mıdır? ve soru 2: eğer soru 1'e evet cevabını verdiyseniz ideal ilişki/erkek listenizden çizeceğiniz, olmasa da olur diyeceğiniz şey ne olacak? eskiden olsa romantizm ve idealizmi elele tribünlere çağırıp carrie'nin "Some people are settling down, some are settling and some people refuse to settle for anything less than butterflies" lafıyla konuyu bağlar giderdim yalnız yaşanmışlıklarla o saf aşk duygusuna olan mesafenin ters orantılı olduğunu çözeli çok oldu. o yüzden bana göre bizim için en sağlıklısı görmezden gelinen şeyleri fazla kafaya takmamakla birlikte karşı taraftan davranış bazında istediğimiz tarz hareketler gelmediği vakit kesip atmayı da öğrenmek. yani "azla yetinme"yi o masum zamanlarımızda kafamızda dönen "sevdiğim erkek sarışın olmalı / gözleri ela bulaşık yıkamalı" tekerlemelerindeki bazı özelliklerden ödün vermek olarak görmeli, hak ettiğimiz (duygusal) muameleyi göstermeyen adama (kalbimizi) vermemeyi öğrenmeliyiz. şimdi hep birlikte ajda pekkan'la birlikte söyleyelim: sevenlere vereceğim (sevgimi)!

Thursday, September 23

previously on twitter



kadının sekste boşalabilmek için o ana konsantre olması gerekirken erkeğin erken boşalmamak için alakasız şeyler düşünmesi aramızdaki ilişkinin özeti işte.

Tuesday, September 21

onlar yanlış biliyor

"seks duygusallıkla, aşkla birleştiğinde güzeldir" derler ya, bu yalana kanmayın. objektif değerlendirme için henüz aşık olmamışken seks yapmak şart, zira insan aşık olunca ne olursa olsun o seks güzelmiş illüzyonu oluşması muhtemel. halbuki aşık değilken yaptığınız seks güzelse önünde kimse duramaz o ilişkinin; sike sike aşık etmek lafı boş yere çıkmamış.

temsili fotoğraf

Thursday, September 16

would you be my fucking boyfriend?

bana kalırsa şu hayatta tüm yanlış anlaşılmaların sebebi zaten kendi içinde karmaşıklıklar barındıran 'dil' unsurunun işin içine anlambilim de girmeye başlayınca kavramlar boyutunda tanımlamada yetersiz kalması. hele de genetik olarak farklı kodlanmış cinsler iletişime geçmeye çalışınca bu iş daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor ve nice yazarların kadınlar sikimden erkekler götümden tipi kitaplarla parayı kırmasının yanında nice gençlerimiz de aşk yolunda heba oluyor. misal 'sevgililik' kavramına bakış. bir insanı beğeniyor, onunla vakit geçirmekten hoşlanıyor ve seks yapmak istiyorsanız bunun adı benim lügatımda "bir ilişki içerisinde olmak"tır. gavur bunun yolunu bulmuş, "I'm seeing someone" diyor geçiyor. olayı sevgili ya da "exclusive" olma boyutuna taşıyan tek farklılık, bütün bu yaptığınız aktiviteleri başka biriyle yapma isteğinden vazgeçip tek eşlilik yemini etmek. sene olmuş 2010 benim hala tek eşlilik kafası yaşıyor olmam zaten baştan can sıkıcı da, daha da can sıkıcı olan bu tek eşlilik öncesi tüm koşullar yerindeyken, tek eşli olma fikri de alerjik reaksiyonlara yol açmıyorken olay adını "sevgiliyiz" koymaya gelince götü üçbuçuk atmaya başlayan erkekler. adımız sevgili konulunca birdenbire bebek odası takımı bakmaya başlamamıza yol açan bir gen bulundu da bana söylenmediyse üzülürüm; yok bu tip erkekler yine karşısındakinin zeka ve ilişki birikimi seviyesini tartamayıp kendi kafalarında oluşturdukları genellemelerle tüm kadınlara aynı davranma yolunu seçtilerse de kadın atalarımızdan kalan güzide bir sözü hatırlatmayı borç bilirim: kaldıramayacağın sikin altına yatmayacaksın.


Monday, September 13

bir hürriyet yazarıymışımcasına sırbistan notları

spor: ben sırbistan'daki spor düşkünlüğü dediğimde insanlar "bizde de basketbolla yatıp kalkıyor insanlar bu ara", "bizde de futbol popüler" falan diyorlar da bizim düşkünlüğümüz bu insanların yanında devede kulak arkadaş ben böyle bir şey görmedim. her evde bir spor kanalı açık, sutopu maçına kadar izliyor adamlar. zaten gelinin rahmetli dedesi adına turnuvalar düzenlenen, efsane partizan ve milli takım antrenörü çıktı, ben daha onun hikayelerini dinlemeyi bitirmeden eve bir çocuk geldi meğer 1. lig topçusuymuş david beckham'ın sırbistan şubesi, düğüne gidiyorum 80li yıllarda altay'da oynamış bir futbolcu "başarılar dilerim" diye yanıma gelip kartal dövmeme bakıp beşiktaş falan diyor düşünün içinde bulunduğum ruh halini allahım sana geliyorum dedim taşınıyorum bu ülkeye dedim; fikrim bir sonraki maddeyle birlikte değişti.

kızlar: cuma akşamı dillere destan sırbistan gece hayatını keşfe çıkıp nehir üzerine kurulu klüpler arasından sindikat'a girmemizle 'kadın' sözcüğünün yerine kullanılabilecek yeni bir kelime arayışlarım başladı. çok net söylüyorum, oradaki en ortalama kadını alıp türkiye'ye getirsem mekanda herkes erekte olur. hakkını vermek lazım sırp erkekleri de (benim tanıştığım 5inden 4ünün adı makus talihim eseri 'marco' da olsa) beklentilerimin oldukça üzerinde çıktılar ama kadınlar bambaşka. resmen bunalıma girdim, bir başkadır benim memleketim şarkılarıyla avundum. bir daha türk erkeklerinin çirkinliğinden şikayet edersem iki olsun, canım ülkemde çirkin erkekler arasında ortalamanın üzerinde giderli kadın olmakla yetinmeyen bünyeme ders olsun.

belgrad: normal turistik avrupa şehirleri ve türkiye ile karşılaştırıldığında oldukça ucuz bir yer, en 'fancy' mekanda bile içkiye türkiye'den az para veriyorsunuz. ben oradayken hava kapalı ve yağmurluydu ve belgrad o havada çok güzel gözüküyordu. zaten bence bir şehrin güzelliği kasvetli havada anlaşılır, zira hava günlük güneşlikken her yer güzel gözükür de marifet kendine griyi yakıştırabilmektir ve ben ankara'dan sonra bunu başaran bir budapeşte görmüştüm şimdi bir de belgrad gördüm. siz de gidin görün.

maç: kim derdi ki ankara dışında (o da sayılmaz) deplasman tribünü görmemiş bünyem misafirken galibiyet keyfi yaşamak nedir sırbistan'da anlayacaktı. maçın başladığı dakikalarda düğünün yarısı lobiye doluştu ve maçı izlemeye başladık, herifler önde gidiyor ben sessiz sessiz oturuyorum ama herkes benim damadın türkiye'den arkadaşı olduğumu bildiği için basket oldukça dönüp "sorry" falan diyor, ben sadece oturduğum yerden "it hasn't finished yet" diyorum sakin sakin. böyle akıllı uslu giderken piçlerden biri öğrendiği 3 türkçe küfrü sallamaya başladı mı. hayır "amcık" ve "orospu çocuğu"nu öğreten zihniyeti anlarım da allahın sırpına "sikimi yala"yı öğreten türkü bir bulsam bak neler yapıyorum. bende sinir katsayısı arttı tabii, geçtim en arkaya oradan izliyorum maçı derken son saniye ve göt olan bir lobi dolusu sırpın arasında zıplayan bana düğünün yapıldığı otelde konaklamakta olan küba milli voleybol takımı oyuncularının garip bakışları. küfürbaz piçe "who's the orospu çocuğu now?" repliğimle pekişen zafer duygusu. işte öyle bir şey.

dönüş: tatilden dönenlerle hacdan dönenlerin buluşmasına eklenen kötü hava koşulları ve rötardan başka anons yapamaz hale gelen türk hava yolları da, 2.40ta kalkması gerekirken 4'te kalkan sırbistan uçağı, 7.10da kalkması gerekirken 11.45te kalkan ankara aktarması da koymadı hacdan dönen çarşaflı teyzenin telefonda "pilot uçağı özellikle indirmedi ki oy kullanmaya yetişemeyelim" zihniyeti kadar. beyninizi sikeyim desem ne o katlardan aşağıya ulaşabilirim ne de sonunda sikilecek bir beyin bulabilirim. aysun kayacı misali "neden oyumuz bir" serzenişinde değilim de aynı oksijeni tüketiyor olmak acı.

Tuesday, September 7

sırbistan

yıllar önce avrupa ve akdeniz gençleri arasında kültür alışverişini ve gençleri dünya meselelerine vakıf hale getirmeyi amaçlayan derneğimizin aktiviteleri kapsamında pek çok ülkeden insanla tanıştığım günlerin birinde, kafamızdaki 'güzel kadın' algısı mahalle baskısıyla rus olarak kodlanmışken sırp kızlarla tanışmış, "bunlara kadın deniliyorsa bizim için başka bir isim bulmanın vakti geldi" demiştim. o günden itibaren netim, bana göre italyan erkeği ne ise sırp kızı da odur. şimdi o sırp kızlarından birini gelin almaya ve bu yargımın sadece kendi tanıştıklarım yüzünden mi olduğunu görmeye -ki google'a serbia yazdığınızda verilen ilk önermenin serbia girls olması öyle olmadığını gösterir gibi- sırbistan'a gidiyorum. allahım sen egomu koru.

Saturday, September 4

Tom Hardy

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 32





Ellen Page

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 22



Friday, September 3

kalenderschal

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 14
hastasıyım yaratıcı takvimlerin.