Thursday, December 31

yeniyılyeniyılyeniyılyeniyıl


herkese kutlu olsun.

(yolu nada'dan geçen herkesle bugün elbet buluşacağız)

Tuesday, December 29

çünkü hep bir şeyler eksik

içine tuvalet kağıdı atılamayan klozetler gibisin oh bebek
üzerindeyken her şey güzel, beni mutlu ediyorsun
seni benden önce kullananların içinde bıraktıklarından
olsa gerek
yapmamam gerekeni gözüme soktukça beni fena geriyorsun

Monday, December 28

stop the wedding

ay ne tatlıııaaaaaa!

"çok kafa kızım abi ben yaa, hiç kız gibi değilim çok farklıyım" izlenimi yaratmak adına söylemiyorum da benim hiç düğün hayallerim olmadı amca. tabii evlenecek arkadaşlarla gelinlik alışverişine gidildiğinde gelinlik beğenmişliğim var ancak bunu 'beyaz gelinlik içinde melekler gibi salınma' isteğime değil moda aşkıma bağlıyorum. dolayısı ile bu istanbulda katıldığım düğünün uzun bir süre boyunca son olması en büyük dileğimdir zira nasıl gereksiz bir darlanmadır o düğün işi aklım hayalim almıyor nasıl şu taşın altına sokuluyor o eller:

* bir kere kimseyi memnun etme şansınız yok. dedikodular ilk dakikadan başlıyor onlar şu masaya oturdu bizim masamız neden daha arkada diye. zaten o kadar karının bin saatte hazırlanıp geldiği mekanda doğal olarak herkes moda eleştirmeni, kıyafetler de bir güzel değerlendiriliyor.

* gelinle damadın teşrif saati gelince son yılların popüler aktivitesi 'barkovizyon gösterisi' başlıyor. düğünde bebeklik fotoğraflarından başlayarak hayat hikayesi fotoğrafları slide showu yapma fikrini ilk kim çıkardıysa lütfen bana teslim edin onu. çiftin üniversiteye hazırlanırken çekilmiş 10 kilo fazlalı ve sivilceli fotoğraflarını barındıran ve sevimli bulmamız gereken bu gösterinin manasını çözebilmiş değilim.

* fotoğraflara atılan sahte gülücüklerden sonra birden müzik başlıyor kapılar açılıyor başıma sanki kraliyet ailesi salona giriş yapıyor böyle bir artistlik bir yürüyüş alkış kıyamet patlayan fişekler. konukların kafasında tabi gelinin götünün o gelinlikle nasıl büyük gözüktüğünden tut saçlarındaki kuş yuvası görünümlü topuza kadar binlerce after hour dedikodu.

* sıra geliyor nikah kıymaya. merasim zaten yeterince saçma, bir de nikah memurluğu sınavında artık nasıl bir performans yapıyor bu adamlar bilmiyorum hepsinde cem yılmaz olma aşkı. gavurlardaki gibi "bu birleşmeye bir itirazı olan ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun" faslı yapılsa bak eski sevgililer falan nasıl atlayacak da genelde erkek tarafının "EVEEAAAT" diye böğürmesi ve ortamdaki eski sevgilinin "benim üzerimdeyken de böyle bağırıyordun şerefsiz" düşünceleriyle sona eriyor bu kısım. kimseyi kırmamak için bin tane düğün şahidi yapıp nikah masasını pazar yerine çeviren çiftlerimiz de cabası. levent kırca-oya başar ikilisiyle büyümüş bir nesil iseniz, arkadaşların tribüncü edasıyla gelinle damat tezahüratı yapmaları ve ev kızlarının "ayağına bas ihihihi" kikirdemeleri de bu esnada yaşanabilecek olaylardan.

* imzalar atıldı, evlilik cüzdanı yalandan kadına verildi, sıra geldi düğünün asıl yapılma sebebine. artık takı merasimi denen olay görgüsüzlükten sayıldığından gelinle damat masaları gezip herkese hoşgeldin diyoruz o kadar da kibarız havasında hasılatı toplamaya çıkıyorlar. bir kere bu dolaşarak takıları alma olayı bizim kültürümüze çok ters çünkü büyük parça taktığını ele güne karşı göstermek isteyen ve kimin ne taktığını konuşarak 3 gün geçirmeyi planlayan insanlarımız amaçlarına ulaşamıyorlar. işin yoksa düğün videosundan dedikodu çıkar. teknoloji bizi bozdu hocam.

* artık nihayet oynama faslı başlıyor ve işte bu aşamada da kimseyi mutlu etmek mümkün değil çünkü herkes farklı kafalarda. paraya kıyıp düğünü sınırsız içkili yapmak tek çözüm olabilir ama o zaman da dansederken pistte yuvarlanan bir dayı figürünü göze alacaksınız demektir. bu saatlerde genelde kendi yörelerinin danslarıyla ortama renk katmak isteyen davetlilerin hatrına türkü türkü türkiyem programı çekiliyor, herkes hünerlerini gösteriyor. sonlara doğru tercih edilen demet akalın - serdar ortaç şarkılarında teyzelerin genç dansı yapmaya çalışması gecenin en keyifli anlarından.

* sonunda düğün bitiyor ve herkesin sarhoşluktan gözleri kızarmış, oynamaktan saçı başı kıyafeti dağılmış haliyle fotoğraf çekme maratonu başlıyor. ismail yk anadolu turnesi kıvamındaki bu fotoğraf çekme telaşının herkes kapıdan yeni girmişken güzelce yapılması böylece düğünün sonlarında gelinle damatın fotoğraf için oradan oraya çekilmesi derdinden kurtulunması fikrini ortaya atan girişimci arkadaşım a_janedoe'yu kutluyorum ancak gelinle damadın spotlar altındaki yürüyüşü konseptini bozacağından türkiye henüz buna hazır olmayabilir.


tüm bu laflardan sonra içimde hala düğün yapma isteği kırıntıları bulunması da kolpalığımdan değil yanlış olmasın, çok makul iki motivasyonum var:
1. düğün pastamı "hadi hisset bu hislerimi" eşliğinde kesmek.
2. yurdum janti gençliğinin düğün boyunca cannes film festivalinde ülkemizi gururla temsil eden yönetmen sanatsallığında dolaşıp roman havası çalınca kendinden geçmesi anını yaşamak.

Sunday, December 27

ilk uyan!

umut sarıkaya'nın tüm dertlerimizin aslında ne kadar önemsiz olduğunu anlamamız için verdiği meşhur 'montla sıç' tavsiyesi var ya, işte o tadda bir başka aktivite var dikkatimi çeken: sex sonrası sabah ilk uyanan taraf olmak. sabah ezanıyla sızılmış, ama siz 4-5 saat sonra misal odanın çok ışık alıyor olması gibi bir sebepten uyanıp tekrar uyuyamadınız. işte o an bittiğiniz andır dostlarım. karşı tarafı hemen uyandırmaya kıyamazsınız bir defa, siz mal gibi kalktınız diye çocuğa yazık. kendi uyansın diye mutfağa gidip su almak, tuvalete gitmek gibi aktivitelerle hafif sesler yapabilirsiniz ama ayı olmanın lüzumu yok; kaldı ki uykusunu almadan kalkmış bir adamın sabah performansı da yeterli olmayabilir olay yine sizi bozar. zaten morning sex peşindeyseniz kalkıp içeri gidip televizyon falan izlemek tüm atmosferi yok edeceğinden sakıncalı. yatakta bir şey yapayım deseniz; kitap vs. okumak çok evli çift kafası, adamı uyurken izlemek düz love trip yakalanırsanız sıçtınız. yani yapabileceğiniz tek şey yatakta hiçbir şey yapmadan durmak ve karşı tarafın uyanıp o kaybedilen zamanı telafi etmesini beklemek. işte ben manasız stres diye buna derim, düşman başına.

Friday, December 25

I kiss you


istanbulda pek mutluyuz an itibariyle.

Tuesday, December 22

fashion fight pause

"istanbula gidiyorum öpt by" diye post yazdım yazmasına ama araya şunu sokmadan gidemeyeceğim. aşağıda gördüğümüz fotoğrafı atanalırspordan çaldım. onlar adidasın reklam konusunda çocuğu koyduğu noktasına değinmişler de benim meramım başka.

haydi bizim keçiören clubberına alışkınız, gitmiş yine meslek lisesi 2. kat reisi tribinde beyaz atkısını takmış. ama o kaka nedir be kardeşim. anladık you belong to jesus falan da kaç milyonluk adamsın imam hatip boğazlısından başka kıyafet bulamadın mı? diyorum beni geçirin bir takımın başına stil danışmanı olarak diye dinleyen yok. ibrahim üzülmez ve deri ceketlerini bile adam ederim iddiam büyük.

go go go ve hatta fire in the hole

götümün keyfine çıktığım istanbul gezisini
çok mühim bir iş toplantısına gidiyormuşum
gibi göstermeye çalıştığım artistik foto.

26 aralık cumartesi günü bir adet düğünümüz, üzerine gavur okulumun perşembe-cuma christmas tatili olması nedeniyle yarın akşam yeniden düşüyorum istanbul yollarına. hava ve saha koşullarının uygun olduğu, bol gollü bir karşılaşma bekliyorum, umuyorum, istiyorum. bir sonraki gloomy sunday'de görüşmek dileğiyle.

Sunday, December 20

start wearing purple

bu aralar götü başı ayrı oynayan olaylar yaşıyorum.

misal haftaya yine düğün var. zaten yaptığım düğün masrafını geri dönüşü olmayan bir yatırım olarak gördüğümden sinirim bozuluyor bazı bazı, üzerine ben böyle "kuyumcudan sonra röfleye giderim, manikür pedikür de salı iş çıkışına kalsın" modunda takılırken annem "1-2 günlüğüne beypazarına gidiyorum ben" notu bırakıp ortadan kaybolabildiği bir hayata sahip.

misal mikrodalga fırında brownie pişirerek hanımlıkta emine bedere meydan okuduktan 2 gün sonra çamaşır makinesinin yanlış bölmesine deterjan koyduğum için kıyafetlerim yıkanmıyor 1 saat boşuna bekliyorum bitsin de ikinci tura geçeyim diye.

misal yapacak hiçbir işimin olmadığı geçen pazar deli sikmiş gibi 7de uyanıp bütün gün mal gibi televizyon izledikten sonra yapacak bin tane işimin olduğu bu pazar ayların rekorunu kırıp 12de uyanıyorum.

misal
vdgrl: bizim x eski sevgilisiyle şöyleydi, yolda yürürken karşıdan güzel kız geliyorsa hemen döner çocuğu izlerdi bakalım kıza bakacak mı diye. çocuğun da ondan aşağı kalır yanı yoktu gerçi, derginin sayfasını çevirirdi hızlıca yakışıklı erkek resmi varsa. yani tamam saçma sapan ilişkilerimiz oldu belki ama hiç şu kafada olmadık, böyle ilişki yaşamadık, böyle bir kız olmadık değil mi?
a_janedoe: evet ve şu an yanımızdaki iki sandalye de boş.

Thursday, December 17

Celebrity Fuck Match

yatakta kötü olmasına çok şaşıracağımız ünlüler - vol. 9

Fredrik Ljungberg

[sigara yok, içki yok, üstelik günde çift idman nasıl kondisyon yapıyorlardır kimbilir dedikten sonra bir temsilcilerini bu seriye koymamak olmaz. bu ara bloga her geldiğinizde karşınıza bir herif çıkmasının sebebi de her sabah pekmez yiyor ancak sekslemiyor olmam, belirteyim]

"ceeee!"

Sunday, December 13

yatışına kurban

bu kadar çirkin bir erkek
nasıl bu kadar karizmatik olabilir?
ayıp.

sevgi dedim de aklıma ne geldi

bir önceki postun üzerine tekrar aşkla ilgili yazıyor olmamın tek suçlusu, bu akşamki film gecemizde bok varmış gibi üstüste wristcutters ve 500 days of summer'ı izlemiş olmamız. kıssadan hissem şu: köpek gibi aşık olduğumuz insanlar bizim onları sevdiğimiz kadar bizi sevmeyince nasıl da nankörleşiyor ve "demek ki beklediğim insan bu değilmiş, benim için biryerlerde hala biri, hala bir umut var" repliklerine sarılıyoruz. bırakalım bence bu işleri. senin hayatında en çok sevebileceğin o insan hayatına girmiş ve senden daha fazla sevebileceği birileri olduğunu hissettiği an çekip gitmiş olabilir. shit happens, get over it. "o değilmiş ki" diye kandırma kendini. o 'o'ydu, sen 'o' değildin.

ünlü düşünür mustafa sandal diyor ya "benim aşka inancım kalmadı hiç" diye. benim de aşkın işteş haline inancım kalmadı.

Friday, December 11

ben aşık olduğunuzda size söylerim

bugün okuldan dönerken ve justin timberlake dinlerken (sevmeyenlerin gözündeki imajımı kaybetmemek adına bir yandan da ntv tarih dergisi okuduğumu söylemeli ve entellektüel bir imaj çizmeliyim) kulağıma şöyle bir söz çalındı: I can't wait to fall in love with you. the bachelor /bachelorette gibi dandik reality showları da izleyen bir insan olarak biliyorum ki bu gavurlarda böyle bir trip var. orada da diyor ki kız misal "I can see myself falling in love with him". ee bu ne şimdi? hani aşk dediğin bir anda gözünün dönmesi, elektrik çarpmasıydı? hani aşk dediğin panik atak? bunlar bulmuşlar çok hoşlandıkları adamı/kadını, zamanı gelince sana aşık olacağım diye altyazı geçiyorlar. öyle aşk olmaz arkadaşım. aşk dediğin dan diye olur. öyle zamanla besleyip büyüttüğüne de sevgi denir. öğrenin bunları.

Thursday, December 10

Ortega vs Voodoo Girl

şöyle bir şey oldu, çok sevgili blog yazarı ortega blogunda söyleşi yapmaya başlayacağını duyurduktan sonra son derece götümü kaldıran bir hareket yaparak ilk söyleşiyi bana teklif etti. o güzel güzel sordu, ben güzel güzel anlattım. şimdi ilgi çekici bir cümleyle reklamımı yapmam lazım bi saniye.

FLAŞ! FLAŞ! VOODOOGIRL'UN HİÇBİR YERDE YAYINLANMAMIŞ FOTOĞRAFLARI İÇİN TIKLAYIN!

üçünç

"curiosity killed the cat" özlü sözünü değiştiriyorum bu gece, "boredom killed the cat" olarak. insana neler yaptırıyor kendileri. bakınız işte ben de burdayım.

ilk postum ruhumun derinliklerini ve psikolojik durumumu anlatsın isterim; dolayısıyla çok kısa ve öz olacak.

"spending a saturday night with a refresh button"

buyrun burdan yakın.

şeklinde başlamış bundan tam 3 sene önce blog serüvenim. döndüm baktım, 1. yaş kutlamasında "yeni başlangıçlar peşindeydim, şimdi kalıcılık peşindeyim" demişim. 2. yaş kutlamasında ise blog yazmakla ilgili meramımı anlatmaya çalışmışım. bu 3. yaş kutlamasında ise edecek bir lafım yok. kalıcı dediğim bazı şeyler kalmadı, blogu okuyan bazı insanlar meramımı anlamadı. ama bu blog 'oldu'. o da bana 'yetti'. "doğum günüm bana geldiğin gündür" şarkısı hepimiz için geliyor, geleneği bozmayalım.

Tuesday, December 8

John Lennon


1940-1980

Sunday, December 6

her genç kızın içinde bir varoşluk payı vardır

google'a maço yazdım bu çıktı.

şurda yeni bir blog açıp "erkekler sorsun, ben içerden bilgi vereyim gençler yolunu bulsun" formatında güzin ablalık yapmıyorsam bunun bir sebebi tribündergideki 'nasıl kız tavlanır?' forumu tadını asla yakalayamayacağımı bilmek, bir diğer sebebiyse hemcinslerimin bazı hareketlerine bizzat bir kadın olarak anlam verememek. böyle kadın - erkek mevzularında otorite gibi davranan, misal ahmet altan tipi insanlardan oldum olası haz etmem zira işin içine insan girdiği zaman genelleme yapmak hata payı yüksek bir hareket oluyor.

başlıktaki önermeyi yapma sebebim ise son zamanlarda gerek yakın çevremde gerek kendimde gördüğüm 'seray sever hastalığı'. yani hiç tarzı olmamasına rağmen birtakım maço tavırların hoşuna gitmesi durumu. hatırlarsınız seray sever hakan altun'la yaşadığı aşkı anlatırken "arkadaşları falan bana yenge diyordu, hiç alışkın olmadığım şeylerdi" gibi açıklamalarda bulunmuştu. şimdi bir aynaya bakıyorum bir de etrafıma, büyürken hayatına baskıcı erkek figürü girmemiş, özgürlüğüne düşkün, kendi ayakları üzerinde duran bir avuç kadın olarak herkes neyin peşindeyse biz de onun peşindeyiz. belli standartlardaki adamlardan medet umuyor, portfolyomuzu ona göre oluşturuyoruz. ama işte an geliyor adam senden "kadınım" diye bahsedince için bir hoş oluyor. bu ne şimdi? cevap veriyorum, woman nature. zamanında buraya pretty woman'ın efsane final sahnesini koyup altına "her genç kızın rüyası" yazarak hepimizin içinde bir parça 'prensim gelsin beni kurtarsın' isteği yattığını kastetmiştim. şimdi iyiden iyiye tecrübe ediyorum ki hemen her kadında o sahiplenilme güdüsünün tatmin edilmesi isteği mevcut.

burda yanlış yorumlanan nokta şu: kadının bu sahip çıkılma isteğini eziklik, zayıflık olarak algılayan, bu yüzden erkeğin belli noktalarda ağırlığını koymasını kendine yediremeyen güç timsali hemcinslerim ve masaya vurdu mu son sözün ona ait olduğunu kanun belleyen karşı cinslerim var. halbuki o sahiplenilme isteği, farkındalık görme isteğinden başka bir şey değil. insanlık olarak aciziz, yapacak bir şey yok. ne kadar donanımlı, ne kadar kendimizi geliştirmiş olsak da ikinci kişilerin bunu görmesi ve takdir etmesi gerek ki bu durumdan zevk alabilelim. dolayısıyla kadın da istiyor ki yanındaki adam 'işte bu elinden tuttuğum kadın benim kadınım' tavrı yaparak neyin ne olduğunun farkında olduğunu ve bundan da memnuniyet duyduğunu göstersin. biz de böylece 'olmuş' olalım.

yalnız ilgiye sevgiye aç zamanıma denk geldiğinden bu 'kadınım' işi hoşuma gitti diye alnımdan falan öpmeye kalkan olursa acımam baştan söylüyorum.

Saturday, December 5

James Franco

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 28



Selma Blair

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 19



Friday, December 4

rölanti

belki 2009'un ortasından beri gün yüzü görmediğimden, belki telefonuna mesaj gelince heyecanlanan kadınlara dönüştüğüm yetmiyormuş gibi son 3 aydır böyle olduğum için sinir harbi yaşıyor olmama rağmen durumu değiştirmek adına kılımı kıpırdatmadığımdan, belki aylar önce bize dünyanın en büyük korkularını yaşatan şeyin şimdi yine peşinde koştuğum şey olmasını kabullenememekten bilmiyorum ama hayatımı bir süre rölantiye almaya karar verdim. bir süre dediğim hayrını göremediğimiz lanet yıl defolup bitene kadar işte.

ha böyle konuşuyorum ama olur da falcının dediği çıkar üniformalı prensim yılbaşından önce gelir tutar elimden, o zaman özrümü dilemesini bilirim. ne gelen var ne giden olursa da 2009'u iki büklüm bir yaşlı 2010'u ise capcanlı bir bebek olarak gösteren o oldschool yılbaşı kartlarından bastırır dört bir yana dağıtırım. sözüm söz.

Wednesday, December 2

birbirimizi katiyen anlamıyoruz ama msnde konuşuyoruz

voodoo girl:
ya işte abi yılbaşına kdr ev partisi davetiyesi topluyoruz
sonra evden eve nakliyat yapıyoruz
en temiz plan
bence
Jessica R.:
ev partisi davetiyesi ne lan
bana da al
voodoo girl:
haahahahhaah yani işte duyalım nerde ne var
kırmızı kurdeleli davetiye bastırıyolarmış
:D
allam yaa
ehsauehuasehasuehsaueh
Jessica R.:
heuheueh he tamam kulağım kesik o zmn benim de
yok delikti galiba
voodoo girl:
o ne be




aralık ayını 'msnde ço eğleniyoruz' temasıyla açtım, hayırlara vesile olsun. ayrıca twitterda da belirttiğim gibi bu 'ço' lafı ne ara popüler oldu ben onu kaçırdım. hala 'abi' dediğim için olabilir. köklerine indiğimde lafı ilk kullananın mellö olduğuna inancım tam, böyle de tarihselim.

Saturday, November 28

ellerimi bırak falcı, fal yalancı sen yalancı

hayatında heyecan unsuru olmayan, bunalayazmış 25 yaş üstü çoğu kadının düştüğü fal baktırma sevdasına biz de düştük. kadim dostum aycan "kimseye söyleme şanı yürümesin bize kalsın" diye söz verdirmiş olduğu için adını ve açık adresini yayınlayamadığım yeni falcımız aycana beni fiziksel olarak tarif ettikten sonra çok baskın olduğumu, işlerin benim istediğim gibi gitmesi konusunda hastalık derecesinde takıntılı olduğumu, birinin ahını aldığımı (ben diyordum inanmıyordu kimse) ve bu ahın başka birinden çıktığını, benim de şu an birine ah ettiğimi (gebersin), "hayatta evlenmem" derken kendimden yaşça hayli büyük biriyle beklenmedik bir evlilik yaparak herkesi şaşırtacağımı ve zaten beni ancak o adamın ehlileştirebileceğini buyurmuş. ayrıca kafadan sakatmışım, ama bu bilmediğimiz bir şey değildi. nihayetinde dün nadada aycanın karşısına oturmuş parlayan gözlerle fal hikayeleri dinleyen bir adet ben ve bir adet eskiden erkek olup aşık olduktan sonra dünyanın en karı insanı haline dönüşen arkadaşım haftaya bu kadını ziyaret etme kararı aldık, heyecanlıyız.

Friday, November 27

You're not supposed to swallow your bubble gum

en çok güvenilen insan anketini bugün yapsınlar, seda sayan'ı sollamazsam şerefsizim. hayır sabriyle gerçekten birlikte olma ihtimalimin kafalarda oluşmasını iltifat mı kabul etmeliyim hakaret mi ona da karar veremedim ki daha. ulan keşke fink'i falan koysaydım o zaman tebrik mesajları gelince götüm kalkardı vaaay yakıştırdılar beni yanına falan diye. ama sabri be. yapmayın ağalar!

tatil güncemde ise ilk günü tam da planladığım şekilde bilgisayarımın başından sadece 3 kez (1- yaprak sarmak, 2- odamı toplamak, 3- yemek yemek için) kalkarak geçirişim var. bu depoladığım enerji bana dün akşam itibariyle şehre ayak basan ve ablamın düğününe evinde yaptığı rakıyı getirmekle kalmayıp arkadaşlarıma "bunu istemezseniz kuru da var" diyerek tüm 'çılgın dayı' klişelerine uyan sevgili dayıma ayak uydurmamda çok yardımcı olacak eminim.

zaten tatil en güzel bir şey, şu 4 günü de kazasız belasız geçirip kış uykusuna yatma gücünü kendimde bir bulsam benden güzeli yok.

Wednesday, November 25

voodoo girl baskılara dayanamayarak açıklıyor: flört ettiğim futbolcu kim?

onun ortaları bir tek benim kalbimde gol oldu...

Tuesday, November 24

Lego Digital Camera

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 11




ömrümü yedin urbanoutfitters.

öğretmenim canım benim

günümüz kutlu olsun.

Monday, November 23

melancholy for the masses

eski sevgililerimize olan kin ve nefretimizi hep geçmişte olan olaylara, ilişkide ya da ayrılırken yaşananlara falan bağlıyoruz ya işte o çok yalan. bizi asıl sinirlendiren o herifin/karının yaptıkları ve bize hissettirdikleri yüzünden gelecekte sağlıklı bir ilişki yaşama ihtimalimizin elimizden alınması. yani aslında geçmişimizi değil geleceğimizi sikiyor bu eski sevgililer.
bugünkü tespitim budur.

Sunday, November 22

she couldn't help but spit 'em out

bilenler bilir, fanatik bir futbol izleyicisi ve beşiktaş taraftarı olmama rağmen maçlardan önce gaza geldiğim ve hırs yaptığım pek görülmez. karşı takım taraftarlarıyla "nasıl sokacaz olum size" gibi muhabbetlere ya da iddiaya falan asla girmem, hatta totem yaptığım günler dışında maç hakkında bile konuşmam. beni karşı tarafa hırslandıran genellikle maç içinde taraftarın ya da karşı takımın futbolcularının yaptığı belli başlı hareketler olur. o durumda bile maçı kazanınca deli gibi bir sevinç yaşamama rağmen gidip de o takımı tutan arkadaşlarıma "nasıl soktuk" falan demem. yani 'during' kısmındaki taşkınlıklarım için bir şey söyleyemem ama 'before/after' kısımlarında usluyumdur genelde.

ama dün. evet itiraf ediyorum, kazım'ın ilkokul 3 seviyesindeki, vasatın altında taraftar ağzıyla yazdığı "yes my people.. its a bit of a miserable day in istanbul but the count down starts till we smash 8jk!! hahahaha!!" tweetini duyduğumdan beri maçı kazanmayı en çok bunun için istedim:

oh be.

Saturday, November 21

Friday, November 20

Friday night arrives without a suitcase

önümüzdeki haftanın tümünü kendine erken bayram tatili yapmış herkesin valizleriyle garlara akın ettiği bu güzide cuma gününde, 4 gün önce verdiğim sözü yerine getirerek evimden dışarı çıkmadım. şu saate kadar kinder süt dilimi+pingui, danone çikolata-çilekli puding ve patlamış mısır yiyerek, birikmiş blogları okuyarak, comedymax izleyerek ve adidas superstar 35. yıl serisinden captain tsubasa ayakkabısını alıp almama kararını vermeye çalışarak baya iyi dayandığımı düşünüyorum ama yavaştan gelmeye başladılar. yine de şu an beni evden alıp bir kahve içmeye götürme ihtimali olan tek insanın da tam beni ararken şarjının bitmiş olmasını bir işaret kabul ediyor ve kıçımın üzerinde oturuyorum.

dün dostum ebruberrinle arabada sigara içip karşılıklı 'yaralanmış kadın' konuşmaları yaparken sanıyorum liseden beri ilk kez bir radyoyu arayıp şarkı isteği yaptım. bütün o "artık hayatımızdaki erkeği alttan almalar, gereksiz adamların peşinden koşmalar bitti; hem bizim gibisini nereden buluyorlar zaten bırak biraz da onlar haketsin onlar sürünsün köpek gibi aşık olup egomuzu tamir etsinler sonra önümüze bakarız" konuşmalarından sonra pek tabii robbie williams - no regrets istedik ancak benim evimin mesafesi dinlememe elvermedi.

yalnız bu sevgiye aç, kırık egolu, adam harcamaya hazır halimle bile aylar önce bana aşkını ilan etmiş olup hala her sarhoş olduğunda aynı mevzuyu açan, "sarhoş kafanın ürünü bunlar boşver" serzenişlerime "benim hep aklımda ama tamamen çıkarsın hayatımdan diye korkumdan konuşamıyorum" laflarıyla gelen adamla oynamayıp "biz o konuyu kapattık" diyorum ya; sırf bundan dolayı bile takdir edilecek kadınım bence. bu 'kadınım' ağzı da demet akalın feat. seda sayan oldu biraz, ordan kaybettiğim puanla dengelerim gibi.Justify Full

Tuesday, November 17

artık benim de sanatsal bir fotom var

şimdi bir deviantart profili edinmek için tek eksiğim,
fotoğrafla uyumlu karizmatik ingilizce bir cümle.





fotoğrafı çeken san'atçıyı severiz ama, yanlış olmasın.

günün özeti

Monday, November 16

update

sağlık: biyopsim temiz çıktı, ölmüyorum. ama bu kadar spor yapmama rağmen yediğim yağlı şeyler yüzünden bıngıl bıngıl olan kollarım intihar sebebim olacak bir gün o ayrı. ayrıca herkesin "çok kilo vermişsin, yeter artık" demesini bahane edip ayı gibi yedim 1 hafta, kesin tekrar kilo aldım mutlu musunuz pis şişko ve kıskanç insanlar!

iş: haftaya domuz gribi önlemleri nedeniyle tatil olan okulum bu tatili sadece öğrencilere vermeyi ve bizi perşembeye kadar ofiste tutmayı seçti. mantıklı açıklama bulabilenleri bekliyorum. onlar okula para veriyor bizse okuldan para alıyoruz diye bu kadar bariz çifte standart olmaz ki.

aşk: futbolcu 'flörtüm'le ilk başbaşa buluşmamız bir aksilik olmazsa bu hafta gerçekleşecek. ilk buluşmamızda klüpten başka insanların varlığı, dolayısıyla 1,5 saat futbol konuşulmuş olması, benim serdar özkan için "kafası çalışmıyor onun" demem ve adamın serdar özkanla arkadaş çıkması gibi olaylar olduğundan başbaşa kaldığımızda 15 dakikayı geçen bir konuşmamız olabilecek mi bilmiyorum.

para: suyunu çekti bu ara, çünkü bu soğukta deli divane gibi gezip tozduğumuz yetmiyormuş gibi internetten alışveriş çılgınlığım geri döndü. o yüzden kesin karar aldık, artık dışarı çıkmıyoruz. ben bu haftasonu istanbuldan misafirler ve ispanyaya gönderilecekler olduğundan mecbur çıkabilirim ama ondan sonra katiyen çıkmıyorum. gülmeyin bak allahın adını verdim.

Sunday, November 15

James Marsden

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 27



Amy Adams

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 18



böyle pazar mı olur

maç yok bir şey yok akşam ne yapacağız? haftasonları böyle bir boş, amaçsız geçiyor gibi maç olmayınca. cumartesiyi kurtarıyoruz da maçsız pazar olmaz olsun!

bunu da istanbuldan dönünce koyacaktım fırsat olmadı. beşiktaş - ankaragücü maçı; ki tam da benim orada olduğum hafta bir ankara takımıyla oynamamız bence baya kozmik bir olaydı. erbo'yla bloga özel foto çektiriyoruz ama dışardan bakanlar ilk kez maça geldiğimizi, o heyecanla biletleri falan objektiflere gösterdiğimizi zannetmiş olabilir.

Friday, November 13

mektup

eskiden 'mektup arkadaşlığı' diye bir şey vardı. misal benim soyadını katiyen hatırlayamayacağım ama kayseride oturduğunu hayal meyal hatırladığım betül isimli bir mektup arkadaşım vardı, mektupları hala kutuda durur. bence bunun artık olmaması baya can sıkıcı 'günümüz çocukları' adına. yemişim teknolojinizi, facebookta dürtüklemekle olmuyor bu işler. şimdi de e-mail var, düzenli yazışmak isteyen ordan da yazışabilir pek tabii ama aynı şey değil. hayır, "el yazısının samimiliği" argumanıyla gelmiyorum; mektup arkadaşlığındaki o bekleyişin e-mailde olmaması canımı sıkan. arkadaşından gelecek mektubu beklerken duyulan heyecandan, aşılanan sabır duygusundan, zarfı açarken yaşanan tatminden yoksun bir nesil yetişiyor teknoloji yüzünden. zaten sokakta misket oynayan da kalmadı öyle çocukluk mu olur diye devam edip iyice yaşlı kafasına girmeden postuma son veriyor, gözlerinizden öperek cevabınızı en yakın zamanda bekliyorum.

Wednesday, November 11

back

yalnız ne ara bu kadar sanal sosyal bir insan olduysam, 'reelden' arkadaşlarımdan bazıları bile "bugün twittera hiç yazmadın ne oldu?" diye telefonlar açtılar şu geçtiğimiz 2-3 günde bana. yaşıyorum gençler, panik yok! okulumda sınav haftası olması dolayısı ile pazartesi sınav yapıp bu 2 gün de mütemadiyen onları okuduğumuz, artı ilk master dersimin bugün başlamış olması ve 4 adet kol gibi makaleyi de son güne bırakmam sebebiyle günlerdir uzağım bu alemlerden. bir daha artı, sosyal bir deney olarak "bir futbolcu ile flört etme" günlerimi yaşıyorum, durumlar şekillenince bunu da ballandıra ballandıra anlatacağım tabii ki.

ayrıca, "sonra o bunu dedi, sonra ben bunu dedim, şimdi neden böyle yapıyor ben hiç anlamıyorum yani ama ilk onun araması gerekir değil mi?" tadında teenager kafaları yaşarken ve bunu da sıkıntı zannederken doktordan gelen "test kötü çıktı, biyopsi yapmam lazım" telefonuyla tam da nada'nın otoparkının kapısında ağlamaya başlamam, gelen ilk tepkinin "kim üzdü seni?" olması çünkü ilişki gibi sikko bir şeyi hayatımızın merkezi haline getirmemiz ama aslında "herşeyin başı sağlık" mottosunun bir tokat gibi yüzüme inmesi diye bir olay da yaşadım; ama bunda da panik yok eğer beklenenden önce ölmeme sebep olacak bir şey varsa ben size pazartesi anlatırım.

döndüm yani.

Saturday, November 7

monsters made me do it

dün akşam tyrada pizza söyleyip film izleriz planları yaparken kadim dostum a_janedoe'dan gelen "shot bardaklarını hazırlayın" telefonuyla ne hallere düştüğümüz tyradesalvonun saat 10 civarı yazdığı "şu saatte o kadar sarhoşuz ki vdgrl aspiratöre çarptı woooohoooo!" tweetinde saklıdır. sonrası nada, hangi akla hizmetse bir de nada shot. bazı insanlara ettiğimi hatırladığım bazı cümleler "çok sarhoşuz kesin gelmen ve bizi bu halde görmen lazım", "maçı beraber izlemeyelim, bu sezon beraber izlediğimiz maçlarda puan alamadık hiç", "bak ama hiç çıkartmadım kolumdan", "(kafa sallama efektiyle) bittim." hesabı kim ödedi, biz nadadan nasıl çıktık gibi sorularıma hala cevap arıyorum. eve dönüş yolunda bence komaya girdim ama sonra telefon çaldı çıktım. o an telefondakine ne dedim bilmiyorum ama 7. caddede seyir halinde olan arabanın camını açıp kusmaya çalıştığımı biliyorum. o içtiğimiz 'şey'i kendi elleriyle yapıp şişelere doldurup a_janedoe'ya vermek suretiyle hırvatistandan buraya kadar gelmesini sağlayan yakışıklı hırvat garsona ve no regrets şarkısının şu kaydındaki "..and I am, I'm doing just fine, thank you very much!" vurgusuna kurban.

Wednesday, November 4

[insert a random demet akalın song here]

şurada peçeteye yazmak suretiyle istekte bulunan tuğçe ve benzeri tüm genç kızlarımız için geliyor; uzun ilişki sonrası nasıl evrelerden geçiyoruz?

denial: hollywood dizi ve filmlerinden öğrendiğimiz listeye göre büyük acılarla başetme evrelerinin ilkidir inkar, yalnız uzun ilişki sonrası kişinin karakterine göre pre-denial süreci olabiliyor. eğer karakter itibariyle 'uzun ilişki materyali' değilseniz, ilk 1 hafta "oh be, unutmuşum bekarlığın ne kadar keyifli olduğunu!" modunda gayet rahat takılmanız mümkün. ben şahsen öyleydim, ancak jeton düştüğü an inkar evresi de başlamış oluyor. sürekli kendinizi, karşınızdakini ve ilişkiyi sorgulamanız, sonucunda da "ya biz nasıl ayrılırız öyle saçma şey mi olur bunca seneden sonra" noktasına ulaşıp eski sevgiliyle irtibat kurmaya çalışmanız olası. bu noktada sürekli yanınızda olup tüm sızlanmalarınızı ve sorgulamalarınızı dinlerken bir yandan da cep telefonunuzu sizden uzak tutan arkadaşlar şart.

anger: biraz vakit geçip de ilişkinin bitişi fiziksel gerçeklik kazanınca, "allah belanı versin" dönemi başlıyor. (ben şahsen default çemkirik bir insan olduğum için bu süreci baya uzun yaşadım, hırsım ne yaparsam yapayım geçmedi.) ilişki ne yüzden bitmiş olursa olsun, karşı tarafı suçlayacak birşeyler mutlaka olduğundan, sabah akşam olanlara lanet edip gereksiz ayrıntıları hatırlamakla geçiyor zaman. ortak sayılabilecek bir sosyal çevreniz varsa, en can sıkıcı şey bir süredir görüşmediğiniz ve birlikteliğinizi bilen arkadaşlarınızın sorularıyla muhattap olmaktır ki ben bahtsız bedevi olduğum için ayrılık sonrası cepa carnevale mağazasında bile "x bey nasıllar" sorusuna maruz kalmış bir insanım. terapisi "koy götüne gitsin" mantığındaki arkadaşlarla demet akalın şarkıları söylenen barlara gitmek.

bargaining: benim bu evrem daha çok şöyle geçti, pazarlığı çabuk bıraktım yani ne olacaksa olsun dedim. bu dönem artık ağlama krizlerinizi durdurmaya çalışmadığınız ve acınızla barışmaya çalıştığınız için üzerinizden büyük bir yükün kalkması açısından sağlıklı bir dönem gibi gözükse de kendinizi acının kollarına bırakma durumu sonraki evrenin gelişini hızlandırıyor. bu dönemde hele de aynı evde vakit geçirmiş bir çiftseniz, abuk subuk her türlü objeden onu hatırlıyor ve ağlamaya bahane buluyorsunuz. benim önerim, karşı tarafın şahsına ait olan eşyaları hemen yoketmeniz, yalnız size ait ama size onu hatırlatan eşyalarla yaşamayı öğrenmeye çalışmanız. çünkü bir süre geçtikten sonra o nesnelere bakıp eskisi kadar kötü hissetmediğinizi gördüğünüz an iyileşme sürecinde çok kıymetli.

depression: bu noktaya en beklemediğiniz anlarda bile gelebilir, kendinizi en "geçti lan artık" hissettiğiniz zamanlarda şapa oturabilirsiniz, dikkat. bu dönemin gelmesine en büyük yardımcılar şurada bahsettiğim tip olaylardır; çünkü öylesine de olsa hayatınıza giren erkekler mal çıktıkça eski sevgilinize olan özlem duygunuz, onun aslında size uygun tek erkek olduğu yanılsaması, artık kimseye güvenemeyeceğiniz için sağlıklı bir ilişki yaşama ihtimalinizin ortadan kalktığı düşüncesi ve muhtemelen yalnız öleceğiniz hissi çoğalır. keyif verici madde ve insan arayışlarına başlayın.

acceptance: bütün bu evrelerden sonra artık ilişkinin bittiği, eski sevgilinin geri gelmeyeceği, gelse de sizin mutlu olmayacağınız düşünceleri kafanızda sabitlendiği anda kabullenme evresinin ilk adımını atmışsınızdır demektir. yalnız yaraların tam olarak sarılması için içinize sinen yeni bir ilişki şart; zira bütün bu evrelerin sonlarına doğru gelirken içinizde baki kalan duygu eski sevgilinize olan aşkınız değil "BEN bunu haketmedim" duygusudur. zedelenen egonuz sizin için değerli bir erkek tarafından tamir edildiği an, hayatınıza devam edebilirsiniz.

sadece bir tane uzun ilişki yaşayarak ancak bu kadar artistlik yapabiliyorum. bir tane daha olsun karşılaştırma şansı bulayım siz beni o zaman görün.

The Beatles Stereo USB Apple

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 10





The unique, apple-shaped USB drive is loaded with the re-mastered audio for The Beatles’ 14 stereo titles, as well as all of the re-mastered CDs’ visual elements, including 13 mini-documentary films about the studio albums, replicated original UK album art, rare photos and expanded liner notes.

herkesin tuttuğu kendine

lafının hastasıyım, aynı zamanda wingman kasım yazıma da başlık yaptım. buyrun.

Tuesday, November 3

çünkü şimdiden özledim


adını googleladım, dedenin fotoğrafları çıktı oh bebek
anladım ki gerçekten mühim bir aile sizinkisi
googlelamak da tam teenager hareketi, kabul etmem gerek
ama uzun süredir hissetmediğim ümitsiz bir aşk benimkisi

Sunday, November 1

4-0 oldu benim oldu

itiraf etmeliyim ki son iki gün yağmurla birlikte gelen soğuk hava ve ankaradan istanbula 45 dakikada gitmişken havaalanından eve 1,5 saatte gitmeme sebep olan trafik dışında bana hiç kötü davranmadı istanbul bu defa. taksi kazıklanması yaşamadım, çok para harcamadım, ordan oraya koşturmadım, korktuklarımla karşı karşıya kalmadım. üzerine erbo'yla inönü hasretimi giderdim, planladığım pek çok şeyi yapamadım aslında ama planlamadan karşıma çıkanlar keyifli günler geçirmeme yetti. bir ıslak hamburger yiyemeden dönmüş olmak, bir de uzun vadede beni kendine aşık etme potansiyeline sahip olduğunu gördüğüm birinin ailesi ankarada yaşarken istanbulda yaşamayı seçmiş olmasıdır an itibariyle içime oturan. mecburen kalkacak, mecburen ankaradaki gerçekliğimize geri dönüp bir süre seyahat etmeme kararı alacağız biz de. adettendir.

Tuesday, October 27

ulan istanbul sen mi büyüksün ben mi!

şurdan çaldım.

son anda cayma olmasın diye aylar öncesinden bileti alınan, hergün sınıftaki takvimden gün hesabı yapılan, uğruna bloglara geri sayım sayaçları konulan istanbul gezim yarın akşam saatlerinde başlıyor. artık vakti gelmişti. en son yaklaşık 1 sene önce gittiğimde yaşadığım olaylar yüzünden bir daha adım atmak içimden gelmediğinden adını bile ağzıma almadığım istanbul, şimdi terapi görevi görmeyi bekliyor. eski arkadaşlarla hasret giderilecek, yeni arkadaşlarla kaynaşılacak. eski anılar silinecek, yeni anılar edinilecek. korkunun ecele faydası yok, fobileri silmek lazım artık. hem deplasmanda atılan gol 2 sayılacağı için her türlü skorum olur affetmem.

Monday, October 26

playground love

iki cinsin de nihai amacı sevişmekken, neden yaş 17 kafası oyunlara başvurur insanlar anlamıyorum. ilk günler deli gibi ilgi gösterip sonra birden ilgiyi çekerek karşı tarafı kendine bağlama diye bir taktik var(mış) mesela. öyle saçmalık mı olur yahu? hayır insan kendisine böyle birşey yapıldığında kafasına takıyor karşı tarafı tabi ama "aman allahım ona çok aşık oldum hemen benim olmalı" şeklinden ziyade "bu ne be böyle dengesizlik mi olur ne yapmaya çalışıyor ki bu yılın malı" şeklinde. ondan sonra hırs yapıyorsun, burası babanın kum havuzu mu ulan bu oyunda ben de varım moduna bağlayıp "ay ben de bugün meşgulüm yarın görüşürüz artık uyarsa" gibi cümleler kuruyorsun. halbuki amaç belli, şimdi böyle yapınca kendine aşık da edemediğine göre seksi geciktirmekten başka yaptığın bir bok yok ki arkadaşım. geciktirmek güzel de yapacağın yer başka, sen onu karıştırdın. şu çektiğim triplere bak. msn iletimi "bırak bu işleri tereciye tere satılmaz benimle aşk oyunu oynamaya senin de yaşın tutmaz" yapayım da tam olsun.

çok pis genelden özele bağladım ama konuyu gözlerden kaçmasın.

Saturday, October 24

saatlerimizi geri almayı unutmayalım

daraltı

fenalardayım. bu hastalık beni sürekli terlettiği, geceleri uyutmadığı, burnumu musluk kıvamına soktuğu yetmezmiş gibi bir de duygusal hezeyanlara sürükledi. 2 günde tüm hayatımı sorguladım, herkesten ve herşeyden sıkıldım, insanların dengesizliklerine anlam veremedim, kendi beklentilerimi mantıksız buldum. aylar önce olmuş, günler önce olmamış olaylara ağladım, aklıma daha kötüleri geldi "en azından öye olmadı" diye rahatlayıp susacağıma "ben ne kadar malım hayatta neler var ben böyle birşey için ağlıyorum" diyerek daha çok ağladım. kısacası bir ergenin büluğ çağında yapması gereken herşeyi 26 yaşımda 2 güne sığdırdım. fenalardayım. önce vücudumun, sonra da egomun yerine gelmesi lazım. farkettim ki bu aşk meşk işleri sonucunda kalp acısı ne yaparsanız yapın baki kalıyor ancak egonuz toparlandığı an hayata devam edecek gücü buluyorsunuz kendinizde. böyle de bir hayat dersi çıkarttım gribal ve tribal enfeksiyonumdan, tepe tepe kullanın.

Friday, October 23

üstüme iyilik sağlık

bir süre önce şurada falımda çıkan pacman ve futbolcuyu göstermiş, sizlerden yorum beklemiştim. blogun 'sıkı takipçi'lerinden gogo "pacman değil o, hamile kadın görüyorum" demişti. kendisini tebrik ediyor, bundan sonra fal seanslarımıza katılması için ankaraya davet ediyoruz; zira ablam hamileymiş. TEYZE OLUYORUM. vay be. futbolcu da çıktı zaten, ne bereketli falmış arkadaş. bundan sonra her falımı çekip buraya koyuyorum totemimi buldum işte.

I catched a called

o kadar aşı oldum, havaların bir türlü soğumamış olmasını gözardı ettim her gün kalın kalın giyindim, her sabah vitaminimi içtim ama ne oldu; çarşamba günü maçtan sonra bir de bizim çocukların halı saha maçına bakayım dedim iki dakika üşüme hissettim hemen eve döndüm yine de kurtulamadım. evet ben de grip oldum, doktor "mevsimsel grip telaşlanmayın" dedi, bastı raporu. mal gibi yatıyorum dünden beri, laptop ofiste, daytime tv sucks. yattığım yerde sürekli çorba içip mandalina yiyorum. çok sıkıldım, grip + PMS duygusallık aldı yürüdü. içerden bilgi vermek gibi olmasın ama tavlamak istediğiniz bir kız hasta yatıyorsa ve siz de yeterince ilgi gösteriyorsanız hedefinize ulaşmanız an meselesi olabilir.

azıcık gücüm ve photoshop bilgim olsa, milletin domuz gribinden korunmak için taktığı maskelere lacoste-tommy-a&f gibi markaların amblemlerini yerleştirip "bilkentte domuz gribi çıktı ya ehe ehe" gibi espriler yapabilirdim. yine ucuz kurtuldunuz.

Sunday, October 18

okul


sevgili lasombra pas atmış, okul yıllarını yaz diyor. seve seve yazarım, tam inektim zaten ben.

demirlibahçe ilköğretim okulu: bir kere okumayı annem bana mizah dergilerini okumuyor artık diye inadına kendi kendime çözmüştüm ben 5 yaşındayken. şöyle oluyor, annem okumuyor diye götürüp harf harf soruyormuşum, ama çakalım ya niyetim anlaşılmasın diye yarım saatte bir soruyorum. annem de öğretmen olduğu için sesletiyor sadece harfleri, öğrencilerine öğretir gibi. öyle bir gün bir bakıyorlar ben okuyorum. bence zekadan öte direkt hırstan olmuş, hala da öyleyimdir. neyse efendim ben 5 yaşında okumayı sökünce önce erken başlatalım diyorlar, ama annem onu da istemiyor yaşıtlarıyla okumamak hayatı boyunca sıkıntı olur normal takılsın diyor. dolayısıyla 5-7 arasını anaokulunda geçirdim.

sonra ilkokul başladı. alemin kralıydım. bir kere "öğretmen çocuğu"yum, hayat bana güzel, okul küçük herkes tanıyor beni. prenses gibi gezdim 5 sene. 4. sınıfım, beni tenefüste kapıdan dışarı çıkartmayan nöbetçiye "sen benim kim olduğumu biliyor musun?!" diye çemkiriyorum, öyle bir artistlik. kumral ve renkli gözlü olmanın gücünü farketmişim, stajer hocalar geldiğinde kocaman kocaman açıyorum gözlerimi yeşil olduğunu anlasınlar diye öyle de bir ilgi odağı olma arzusu. irem vardı en yakın arkadaşım, o da esmer güzeli, okulun yarısı ona yarısı bana aşıktı. ilkokuldan beklenmeyecek sağlamlıkta arkadaş grubumuz vardı, baya eğlenirdik yani. çocukluk aşkım gökhan vardı, şu bir eline g bir eline s yazıp soranlara galatasaray diyen çocuk işte. bir de levent vardı ilkokul 5te, sarışın renkli gözlü, bisikletiyle hava atmaya çalışırdı bana bak onu da unutmamışım hiç. ilkokul tayfamla hala görüşürüm facebook kullanmıyor olmama rağmen, bunu da belirteyim. herneyse, bizim zamanımızda 8 yıllık eğitim daha olmadığı için 5. sınıfta girdik anadolu liseleri sınavına, ben kazandım atatürk anadoluyu.

ankara atatürk anadolu lisesi: gelsin kültür şoku. küçücük okuldan 5000 kişilik okula gitmişim, artık öğretmen çocuğu değilim, ilkokulda sınıf arkadaşlarıma kalemimi çaldırıp satın alan oğlanların dikkati memeleri çıkmaya başlamış kızlara kayınca dımdızlak kaldım ortada. hazırlıkta halit'e aşık oldum, pas vermedi, dikkat dağıtıcı unsur olmayınca ben kendimi derslerime verdim, şimdiki mesleğimi en iyi şekilde yapmama sebep olan ingilizce eğitimimi de en üst düzeylerde aldım. basketbol takımıydı, tiyatro klübüydü, okul dergisiydi derken 7 seneyi dolu dolu geçirdik.

bilenler bilir, atatürk anadolu lisesi bir fenomendir. pek çok insanın ilk olarak üniversitede tadabileceği ortamları biz lisede yaşadık, çok ayrı bir bağ vardır atatürk anadolulular arasında ve her köşe başından da bir aaal'li çıkar. hem sosyal hem de akademik anlamda bana bildiğim herşeyi orası öğretmiştir, öyle bir sevgiyle anarım. ama aşk meşk olaylarında hiç bezim olmadı lise boyunca, inanılmaz saftım, hem ilk sene son sene farketmedi memem de çıkmadı; öyle olunca platoniklerle geçti 7 senem. ders anlamındaysa matematikten nefret ettiğim iyice anlaşılınca annemin "kızım kaymakam olacak" hayalleri suya düştü ve ben konservatuar planlarımdan da vazgeçip yabancı dilden sınava girdim.

hacettepe üniversitesi - linguistics: ankara dışında bir şehirde yaşamayı asla istemediğimden babamın istanbul baskılarına göğüs gerip tek tercih girdiğim sınavdan alnımın akıyla hacettepeyi kazanarak çıktığımda pek mutluydum, kadim dostum a_janedoe benden bir sene önce giriş yapıp ortamları hazırlamıştı. yok be ne ortamı. feycana yetişemedik, nacho efsanesinin başrolündeyiz. dil bölümü, kadınlar hamamı gibi takılıyoruz. sınıfta 3 erkek var ikisinin adı ahmet üçüncü de gay zaten. ee ben gelmişim lisede elime erkek eli değmemiş halde sonum ne olacak? açıldık tabi sonradan. ama ilk sene bir aşık oldum, ilk aşkım kerem, 1,5 sene kendime gelemedim. kısa zamanda çok işler başararak arayı kapattım o ayrı.

ben hacettepeyi çok severim yalnız, her tipten insan vardır. biz de çok güzel günler geçirdik, çok eğlendik 4 sene boyunca. "eski hızlı günlerim" deyip duruyorum da bir bildiğim var, pazar-pazartesi dışında her allahın günü sabaha kadar dışarda takıldığımı bilirim üniversite 3 boyunca. bir de dernek işleri başlamış, her sene bir yurtdışı seyahati. hacettepeli kartalları yönetiyoruz neredeyse her haftasonu inönü. akademik hayat desen bölümüme aşık olmuşum zaten, 'ders takibi - iyi not tutma - finalden bir gün önce notları gözden geçirme' üçgeniyle ortalama yapıp bölüm üçüncüsü mezun oldum. lise boyunca yapmadığım herşeyi üniversitede yaptım, ona rağmen şimdi konuştuğumuzda "şunu şunu da yapsaydık" deriz. insan doyumsuz. o zamanlar harcadığım enerji geri gelmedi, o zamanlar kurduğum network küçüldükçe küçüldü. ama ortalamanın üzerinde bir üniversite hayatı geçirdim bence, mutluydum.


akademik hayatı ve okul kavramını her zaman sevmiş bir insan olarak üniversite sonrasında eğitim neferi olmam süpriz olmadı zaten, hep öyle büyüdüm ben. pek çok insana hiçbir şey ifade etmese de akademik başarı hayatımda hep önemli olmuştur, karşımdaki insanda da aradığım birşeydir. böyleyken böyle, baştan ineğim demiştim ama.


"olum bizim sınıf var yaaaa, tam hababam sınıfıydı" kafasındaki herkese paslıyorum ben de bu mimi.

Saturday, October 17

möh.

bir süredir, içinde bulunduğum anı sallamayıp sadece gelecekte belirlediğim noktalara ulaşma amacıyla yaşadığımı farketmiş ve bundan da yeterince sıkkınlık duymaya başlamıştım ki daha kötüsü oldu, o belirlediğim ve beklediğim gelecek anları da tad vermemeye başladı. çok felsefik birşeymiş gibi görünmüş olabilir de kastettiğim aslında tüm haftayı cumartesi olsun diye yaşamak gibi birşey. mevsim değişimi midir, gezegenler yine birbirlerine mi giriyordur nedir içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor, hiçbir şey bana keyif vermiyor. kırtasiyeler çoktan gözden çıkartmış 2009'u, 2010 takvim ve ajandalarının reklamını yapıyorlar; halbuki yıl "abi o değil de yılbaşında ne yapıyoruz?" sorusunun ilk sorulduğu gün biter benim için. bari kalan ayları düzgün yaşayalım diyeceğim, olmuyor; zira aylardır sabırsızlıkla beklediğim 29 ekim tatili ve istanbul ziyaretinin bile hevesini kaybettim. artık ne yapayım kaderime razı oldum, hayatıma girecek keyif verici madde ya da insanları bekliyorum. hangisi önce gelirse.

Wednesday, October 14

That's Not Art

bu blog, iki fotoğraf çekip altına kendilerince çok şey ifade ettiğini düşündükleri saçma sapan sözler yazan 'tasarımcı' gençliğe gelsin. müthiş.

http://pseudomeaningful.tumblr.com/







tabiki yine nikopol keşfetti. onun keşifleri üzerinden prim yapmaya çalışıyorum evet.

Saturday, October 10

skywater

buraya aslında küçük bir kız çocuğuyla oğlan çocuğunun
saf arkadaşlığını resmeden bir fotoğraf koymak isterdim
ama olmadı, bununla idare edin.


'mahalle arkadaşı' kavramını bilecek kadar eski bir nesildenim. bizim mahallede ötüken parkı basketbol potalarının olduğu yerdi ben küçükken, 'bizim oğlanlar' basketbol oynar ben de onları izlerdim. klasik etrafında bin tane erkek arkadaşı olan 'kanka' kız hikayesi. bu mevzudan prim yapmaya çalışan kızların da hastasıyım. "ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum yeaaa". aferin sana da, hayatının hiçbir döneminde bir kızla dostluk kuramadıysan bir sıkıntın var bir kere, bunu kabullen. kesinlikle karşı cinsten çok yakın arkadaşları olması insanın müthiş birşeydir, ben erkeklerle ilgili pek çok şey öğrendim erkek-arkadaşlarımdan fakat küçükken göte benzediğimiz için erkekler sadece arkadaş olmak için yanımıza yaklaştı diye de "ben hiç kız gibi değilim adamım bak bütün arkadaşlarım da erkektir zaten çok kafayım yani bir bilsen" tripleri yapmak komik ve gereksiz oluyor biraz, yapmayalım.

işte o bebelik tayfasından bir arkadaş 3 sene önce amerikaya gitmiş ve birtakım sorunlar yüzünden tatil için bile türkiyeye dönememişti. 1 hafta önce msn "ben türkiyeye geliyorum kimseye söyleme annemlere süpriz yapıyorum", perşembe günü telefon "geldim". lise 3te yabancı dil seçtiğimden misafir öğrenci olarak okuduğum saçma okulun dibinde ptt olduğundan aynı şehirde olmamıza rağmen mektuplar yazdığım adam, maçlardan önce formasına gözkulak olduğum, ısınma hareketlerinde bacağını kaldırdığım adam, elektronikada havuzun yanında saatlerce beraber dansettiğim ve beni bilmeden "kesin havuza düşecek. şimdi girecek havuza. havuza girmeye kalkarsa bittik" diye triplere sokan adam. şimdi amerikada yolda yürürken bir fotoğrafçıyla tanışıp modellik yapmaya başlamış, evlenip boşanmış, evini new yorktan miamiye taşımış adam. o federallerin bir yanlış anlaşılma yüzünden evini basışını, green card mülakatında başına gelenleri anlatırken heyecanlı heyecanlı; ben sessizce çay fincanı içindeki kırmızı şarabımı yudumladım. "yorgun musun sen?" dedi. "düştüm" dedim. o anladı.

Wednesday, October 7

Aristocrat Eyeglasses

bu gözlükleri tüm karizmasıyla taşıyabilecek adam istiyorum yanıma.
(bu kadar esmer olmasın ama)

"önce gözlüğü gözüme, sonra seni koluma takarım" iddiasında olanlar şurdan satın alabiliyorlar.
(gözlükleri)

Tuesday, October 6

ya sabır

"they people don't social people. they are a robot people" diye cümle kuran öğrencilerim söz konusu olduğunda sabır taşı kesilen bünyem acısını özel hayattan çıkartıyor olmalı ki ikili ilişkilerde dünyanın en sabırsız insanıyım. bir şey istiyorsam hemen olmasını istemekle kalmıyor, istediğim zaman olmazsa anında soğuyorum mevzudan. göz göre göre de uzun vadede çok daha başarılı sonuçlar alabileceğim olaylara kısa süreli tatminler için balıklama dalıp tüm hevesimi kaçırıyorum. hep self-aware olmakla övünen bir insanım ama böyle bile bile ladesler de artık canımı sıkmaya başladı; işbu yüzden radikal kararlara koşuyorum. bir olay var kişisel sınırlarımda müthiş sabır örneği gösterdiğim, eğer onun sonu düzgün bir yere varırsa "sabrın sonu selamet" diye post yazıp başarı öykümü herkesle paylaşacağım. yok yine elime alırsam da yüzümü batıya döner "life is too short to waste your time waiting" diye post yazarım, yanına da artistik bir fotoğraf ekledik mi olur sana koy götüne gitsin havaları reloaded ordan durumu kurtarmaya çalışırım artık ne yapalım.

there she was just walking down the street

* avrupa birliğine uyum yasaları kapsamında, türk insanına yolda yürüme dersi verilmesini istiyorum.

* yolda yürürken önünüzden yürüyen kızın güzelliğini karşıdan gelenlerin bakışlarından anlama diye bir olay var. geçen öyle bir kızın arkasına düştüm, aman allahım her geçen kitleniyor. hayır o durumda önüne geçip mal gibi arkana da dönemiyorsun. bu merakla yaşadım tüm gün.

* resim çantasını takıp yolda yürüdüğünde kendini van gogh zanneden güzel sakatlar fakültesi öğrencilerine ilkokulda taktığımız beyaz resim çantasına geri dönmelerini tavsiye ediyorum. bence baya süpersonikti o çantalar, hem old school falan ordan yardırırlar karizmayı.

* her sabah önünden geçerken hostanın amerikan fast food zincirlerine uyup açtığı dondurma standını görüp, kabullenemiyorum. ayrıca merak ettiğim bir şey var, çocuklara küçüklüklerinden itibaren döner tanıtılsa fast food olarak, ne bileyim mcdonaldsın united colors of benetton çocukları gibi kürtler ermeniler türkler birarada hosta döner yiyor türkiyeye barış geliyor temalı reklamlar falan yapılmış olsa bile çocuklar anneeeaaaaa hamburgeeaaar diye ağlar mıydı yoksa döneri türk fast foodu olarak geliştirebilir miydik? bence baya kaçırılmış bir fırsat.

Sunday, October 4

falımda pacman ve futbolcu çıktı



yorumlara açığım.