Saturday, August 30

being famous is so fun

tam şu an istedim ki blog dünyasında böyle çok okunan meşhur bir blogger olayım da, burdan bir 'bloguma template yapma yarışması' düzenleyeyim beni seven ve tasarımdan falan anlayanlar bana template yapsın en beğendiğimi seçeyim beğenmediklerime teselli ödülleri vereyim ve yeni sezona yeni bir template ile başlayayım.

olmaz mı?

Friday, August 29

yakışıklı takım

dün beşiktaş maçını izlerken kesin karar verdim. daha doğrusu, enine çizgili formayı alma kararımı da sayarsak iki karar verdim. formadan başlayalım, bence harika olmuş. son dönemde en beğendiğim formamız old school yakası bağcıklı formaydı, bunu da onun kadar sevdim. gerçi güzele ne yakışmaz. evet bir numaralı kesin kararım şudur ki türkiye liginin en yakışıklı takımıyız. vallahi beşiktaşlıyım diye taraf değilim, bünyesinde en çok yakışıklı futbolcu barındıran takım açık ara beşiktaş. şahsen holosko, delgado (yeni lamborghini aldı diye değil), serdar kurtuluş (a.k.a ken) ve tabiiki bobo (kendisi bence türkiye liglerindeki en yakışıklı futbolcudur) bu kararı almamda yeterli oluyor. buradan bayan arkadaşlara maç izleme sebebi veriyorum; zaten şimdi hangisi olduğunu unuttuğum bir filmde de dendiği gibi yarı çıplak ve kaslı 22 adamın bir topun peşinden koştuğunu izlemek kadınlar için neden sıkıcıdır anlamıyorum.

Thursday, August 28

being spontaneous is fun

yımırta: yumurtayı çok severim ancak yazın yumurta yemekten neffffret ediyorum. o nasıl bir koku allahım. üstelik bulaşık makinesine koyunca diğer şeyleri de kokutuyor. su içtiysen içtiğin bardağı kokutuyor. ögh.

baççeli: dün sabaha karşı 4.30da 3 tane sarhoşun sokağımızda bağır çağır muhabbetleriyle beni uyandırmalarından sonra, sevdiceğim mutlu olsun, ben de ilerde bahçeli'de yaşamaktan vazgeçtim.

yimek: annem 1 aylık emekli tarzı tatiline çıkmış bulunmakta. bu sefer kararlıyım - yemek yapıyorum. bugün gidip kolay yemek yapma kitabı alıp ilk olarak zeytinyağlı kabakla başlayacağım. ayrıca 1 eylül'den itibaren sağlıklı yaşam hareketimi de başlatıyorum. bunu söylediğimde "neden 1 eylül, hemen değil?" diyenleri de kınıyorum; hayatında bir kez bile diet falan yapmaya kalkışmış her insan bilir ki bu tarz işler için ayın ya da haftanın ilk günü gibi belirli günler seçilir; böylece hem gün sayması kolaylaşır hem de o güne kadar geçen sürede "ne de olsa başlıyorum" mantığıyla ayı gibi yeme hakkı doğar insana. annemin en zeki kızıyım evet.

tisko: 'bu şarkıyı dinlemekten gına geldi' listeme, partizan maçının başlıklarına (aman ne yaratıcı) ve lig tv reklamlarına da konu olan "disco disco partizane"yi ekliyorum. yeter ulan. ayrıca lig tv reklamı da hiç güzel olmamış o ne öyle. 'turkcell süper lig hiç bitmesin' kampanyasının yanına bile yaklaşamaz. şu taraftar koşuyor futbolcuya atlıyor işi komik olmuş sadece. özellikle ayı servet taraftarı rahatlıkla sırtlarken bizim tıfıl delgado için tersi bir düzenleme yapmış olmaları. ancak ilan panolarında gördüm, orda taraftar delgado'nun sırtındaydı. tam bu noktada hepinizin hak vereceğinize inandığım bir şey var, o panoda delgado'nun sırtında ben olmalıydım arkadaş. hem daha zayıfım, hem sarışınım (daha çok dikkat çeker) hem de kolumda kartal dövmem var tam bir fanatik imajı çiziyorum. ah ulan.

TR

memur hayatımın 4. gününde, alttaki 'haber' başlıklı postlardan da anlayacağınız üzere bilgisayar başında oturmaktan bütün haber sitelerini hatmetmiş ve türkiye gündemine vakıf bir insan olarak kesinlikle anladım: haber altı yorumları, ülkece zeka ve sosyal seviyemizin büyük bir kanıtı. pratik olan dışında hiç bir zeka kırıntısı taşımayan insanlarla aynı havayı solumak, elitist bir tavır diyebilirsiniz ama, kanıma dokunuyor.

türkçe yazım hatalarına olan gıcıklığımı, bir kaç kez bu blog aracılığıyla belirtmiştim. son zamanlarda görüyorum ki işler kötüye gidiyor. interneti, msni ve türevi bütün saçma sapan 'social network' sitesini geçtim; artık televizyondaki reklamlarda, sokaklardaki ilan panolarında bile türkçe yazım hataları görmek mümkün. çok yakın zaman sonra, türkçe'yi düzgün yazabilen nesillerin nesillerinin tükeneceği inancındayım.

kalp krizleri eşliğinde şahit oluyorum ki, kuruluşundan bu yana bu kadar hızlı bir biçimde geriye, yobazlığa doğru giden bir ülke daha yok. insanların bakış açılarının, dünya görüşlerinin bilinçli bir şekilde değiştirilmeye çalışılması meyvelerini vermeye başladığından beri, eski türkiye'ye dair herhangi bir şeyi gördüğüm zaman en içteninden bi "vay a.k" tepkisi veriyorum. eski kıyafetler vs ninja kadınlar, eski türk filmleri vs kesilen öpüşme sahneleri. önümüz karanlık, önümüzü göremiyorum; el fenerime pil alayım desem bakkal amca'yı dövdüler içki satıyor diye, market kapalı..

Tuesday, August 26

haber 3

Konya’da çoğu çocuk 18 kişinin hayatını kaybettiği yurt faciasının üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Ancak faciada hayatını kaybeden çocukların ailelerinden hiçbiri şimdiye kadar şikayetçi olmadı.


eğer gerçekten cennet ve cehennem varsa, çocukları köpük partisinde değil de abdest alırken öldü diye cennete gideceklerine inanmış bu "aile"lerin cehennemde yanmasını talep ediyorum.

haber 2

"Kesinlikle orman kalacak" diye açıklanan yanan ormanlık alanın, ikisi MNG Holding'e otel için verildiği ortaya çıktı.

tek dileğim, ormanı yakanların da, mng holdinge verenlerin de, mng holdingde bu işte parmağı olanların da o orman yanarken can veren hayvanlar gibi canlı canlı yanarak ölmeleridir.



haber 1

Eurovision Şarkı Yarışması için TRT'nin Hepsi grubu ve Gökhan Özen'e teklif götürdüğü öğrenildi.

Cikletten çıkan kızlar ve prodüktörünün şişirmeleriyle kendini bi bok zanneden tüysüz oğlandan bi bok olmaz. türkiye'yi eurovisionda ismail yk temsil etsin kampanyamı şiddetle sürdürüyorum. düşünün bir kere olaya kafadan 72 puanla başlıyoruz - belçika, fransa, hollanda, almanya, isviçre ve azerbaycandan alacağımız 12 puanlarla. bir kaç ülkeye adamın tipi ve kıyafetleri ilginç gelse, diğer bir kaç ülke de dalga geçtiğimizi düşünerek desteklemek için puan verse (geçen seneki ispanya örneği) tamamdır. kaldı ki şahsen ben albümündeki bütün enstrümanları kendi çalan ismail yk'nın, ortamlarda gerçek müzisyen geçinen bir çok isimden - misal doğru vokal tonunu bulabilmek adına türkçe'de olmayan heceleri şarkılarına ekleyen, 'soysuzlar' kelimesini 'şoysujlar' gibi bir telaffuzla söylemeyi marifet sanan emre aydın'dan - çok daha fazla saygıyı hakettiğine inanıyorum.

Monday, August 25

love is


jelibonun turuncusunu seven insanla kırmızısını seven insanın
birbirini bulmasıdır.

ben

* tvde kanal değiştirirken hava durumu yakaladığımda mutlaka duruyorum ki öğreneyim ankaramın havası nasıl olacakmış. ancak şunu farkettim: diğer şehirler gösterilirken düşünce alemine dalıyorum ve bir bakıyorum ben uyanana kadar ankara geçmiş. her seferinde de olmaz ki be kardeşim.

* aynı şekilde gayet amaçsızca kanal değiştirirken mutlaka dalıp gidiyorum biryerlere. buraya kadarı normal olabilir ve herkesin başına gelebilir ama ben her seferinde digiturkte "salonlarda ne var" kanalına geldiğimde dalıyorum. kendime geldiğimde interaktif salon yüklenmiş oluyor ve geri dönene kadar da beni baya kanırtıyor.

* dergi testlerinde hep orta kategori çıkıyorum. orta kategori içerik bakımından genelde "herşeyin uç noktası boktandır, siz hayatınızda dengeyi bulmuş muhteşem bir insansınız" tadında olsa da bence biraz cibiliyetsiz bir şey.

* yemeğimi, hele ilk ve son lokmayı paylaşmaktan gerçekten nefret ediyorum. zaten friends'de de en sevdiğim karakter joey'di.

* 5 dakikası bile geçmiş olsa, en başından izlemediğim filmi izlemeyi şiddetle reddediyorum.

* 5 dakikası bile geçmiş olsa, en başından izlenmeyince bi sik anlaşılmayan csi ve türevi dizileri şiddetle kınıyorum çünkü hiç bir zaman en başından yakalayamadığım için bana göre cnbce'nin 40 dakikasını boşuna işgal ediyorlar.

* ce bmc salaklığını yapmadan da şu yazıyı bitiremezdim.

yazılı olmayan fakat herkesin bildiği kurallar

ne zamandır aklımda olan ancak yazamadığım bir listeyi nihayet başlatıyor ve söyleyecek/ekleyecek sözü olanları "he said, she said" butonuna davet ediyorum.

- Eurovision izlerken Türkiye'nin şarkısı çıktığında kimse konuşmaz, herkes dikkatlice izler.

- Maç izlerken kişilerin tamamı aynı anda televizyonun karşısından kalkmaz ki önemli bir pozisyon olursa izleyen ve anlatabilecek en az 1 kişi olsun.

- Trafikte polise korna çalınmaz.

- Müzik kanalı izlerken bir şarkının sonuna gelindiğinde kanal değiştirilmez.

lesson one


uzun süredir sosyalleşmekten bunalmış bünyem bugün sıkıntı konusunda tavan yapıyor. tatilinin bir kısmında antalya'da güneş alerjisiyle ve bbg evi formatında bi yazlıkla; diğer kısmındaysa istanbul'un nemli havası ve dangalak bir organizasyonun beceriksizlikleriyle boğuşmuş bir insan olarak takdir edersiniz ki önüne çıkan her iş arkadaşının yanık teniyle sorduğu "tatilin nasıl geçti?" sorusuna cevap vermek istemeyen bir yüz ifadesi ve beden diliyle dolanıyorum etrafta.

asıl eğitim ve öğretim yılı başlayana kadar hazırlık belasını başından savmak isteyen gençlere test çözdürmek gibi kutsal bir görev üstleneceğimiz bu birbuçuk haftayla ilgili en güzel haber ise "substitute" tabir edilen ve tercümesi işe gelmeme bahanesini bulmuş hocaların yerine derse giren hoca olan görevi uygun gördükleri kişilerin arasında olmam. eğer herkes sorumluluk sahibi idealist hoca görevini yerine getirirse, önümüzdeki cumaya kadar tam bir memur hayatı yaşayacağım.

işe dönüşün yüzüme tam bir back to reality tokadı indirmesinin şokunu atlatmaya çalıştığım "no smoking beyond this point" yazısı manzaralı masamdan tatili biten herkese geçmiş olsun dileklerimi iletmek isterim. hala tatilde olanlarıysa gözüm görmesin.

Tuesday, August 19

za hunters

güzide üniversite yıllarım boyunca bu avrupa-akdeniz gençlerinin buluşması ve kaynaşmasını konu edinen seminer ve eğitimlere sıkça katıldığımdan, belirli ülkelerle ilgili kanıtlanmış önyargılarım veya edinilmiş genellemelerim mevcuttur. ancak şu anda içinde bulunduğum aktivitede kendilerine pek de yenileri eklenmiş değil. bunun bir sebebi "işimi bitireyim, gideyim" tavrıyla katılımcılarla pek haşır neşir olmamam, bir diğer sebebiyse önceki gözlemlerimi ortadan kaldıracak olayların olmaması. ama siz diyorsanız ki pazar süprizi tadında haberlerini okumak isteriz; seminerin 5. günü itibariyle romanyalı çocuğun polonyalı kıza, italyan çocuğun da romanyalı kıza vurduğunu açıklayabilirim. akdeniz ülkelerinin (türkiye, mısır ve cezayir) dini bütün halleri avrupalıları kendi aralarında kaynaşmaya itti bi nevi.

dün maltepe belediye başkanıyla yemek yiyen ekibin gazetecilerin karşısında kendilerini rockstar gibi hissetmeleri ve maltepe belediye başkanı pek mühim bi insanmış gibi yanına gidip fotoğraf falan çektirmeleri dışında komik bir olay da yok. artık ülkelerine gidince bu adam da oranın başbakanı falan diye mi anlatacaklar bilmiyorum. yoksa ben çeviride hata yapmadım, bal gibi biliyorlar adamın ülke yönetimindeki pozisyonunu. bu esnada, ikinci bir tayyip erdoğan ve estonyalı kızın memeleri skandalı yaşanayazdı. polonyalı kızlardan birinin olmayan şortu, henüz oteldeyken organizasyonu yapan derneğin dallama başkanının gözünden kaçmadı ve kızın uyarılmasını, "sayın başkan"ın karşısına böyle çıkılmaması gerektiğini falan geveledi. "katılımcıların kıyafetlerine karışamazsınız" dedim kapattım konuyu. başkan veya entourage'ı kızla ilgili yorum yaptı mı bilmiyorum ama eminim bilse bekir coşkun benimle gurur duyardı.

çeviri demişken, sözlü ya da yazılı çeviri yapmaktan da ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha anladım. başkan konuşuyor ben çeviriyorum. imar sorununu halletmişler, gecekonduları yıkmışlar, altyapı sorunu çözülmüş. tamam da ben en iyisi intermediate seviyede ingilizce bilen adama ne anlatayım. karşımda gazeteciler, üzerimde 'lost boyfriend - please call' t-shirtü; "they've built houses and roads" dedim geçtim.

an itibariyle seminere dair en büyük beklentileri istanbul'u gezip görmek olan katılımcıları beceriksiz organizasyon ekibiyle turistik geziye gönderip bütün gününü otelde pinekleyerek geçirmiş olan mutlu bir insanım. istanbul hamam gibi. ankaramı özledim.

Wednesday, August 13

bye bye hepiniz

ben kaçtıkça, istemedikçe, ankara'ya övgüler dizdikçe ilahi bir güç tarafından istanbul'a çekiliyorum. şimdi de genç bir stk'nın avrupa ve akdeniz gençlerini kaynaştırırken çevre sorunları konusunda da bilinçlendirmek amacıyla hazırladığı bir projede eğitmenlik yapmak üzere 10 günlüğüne gidiyorum.

vedamı, bir düğünde "ya hani bir tane şarkı var ya bye bye happiness diye o var mı sizde" diye soran arkadaşımızı, arama motoruna yazdığı bu cümleyle dumura uğratan dj'e saygılarımla başlatmak ve bitirmek isterim:
bye bye hepiniz!

takvime bakarsan tarih değişti

bundan yıllar önce, mr. tayyip İstanbul belediye başkanıyken, hatırlamak isteyenler hatırlayacaktır, sokaktan zeki triko reklam panosunu kaldırtmıştı. sonrasında bunu yapan insanın ne kadar örümcek kafalı, ne kadar çağdaşlıktan ve bu ülkede aklı çalışan herkesin ülkede kurmak istediği değerlerden uzak olduğunu göstermek isteyen yazarların hatırlattığı mevzulardan biriydi. kendilerini şöyle savundular: "değişti"

bakıyoruz şimdi dünün gazetesine:

BALIKESİR'in Edremit ilçesinde bir mağazada asılı bulunan mayolu reklâm tabelasının, SP'lilerin tepkisine üzerine, AKP'li Edremit Belediyesi zabıta ekiplerinin uyarısıyla kaldırıldığı iddia edildi.

Çayiçi Caddesi'nde anahtarcılık yapan SP Edremit İlçe Başkan Yardımcısı İzzet Şengül'ün 10 gün önce yerel gazetelerde bir açıklaması yer aldı. "Mahkeme Camisi'ne 40 metre mesafedeki, iç giyim ve ayakkabı satışı yapan merkezi İzmir'in Buca İlçesi'ndeki bir mağazanın ünlü bir firmaya ait mayolu reklam tabelasına, AKP'li belediyenin nasıl izin verdiğine anlam veremiyorum" diyen Şengül, ahlakı bozduğunu ileri sürdüğü tabelanın kaldırılmasını da istedi. Yerel gazetelerde yayınlanan bu açıklama üzerine iddiaya göre AKP'li Belediye Başkanı Yunus Bozbey zabıta ekiplerini söz konusu tabelanın asılı olduğu işyerine göndererek, tabelanın kaldırtılmasını istedi.


ve anlıyoruz bir kez daha; "değişti değil, eğitti".

beijing


bu yaz, tatil boyunca mütevazi yazlık evimizden çok da sık çıkmadığımızdan türkiye'de turizm nereye gidiyor konusunda yorum yapabilecek bilgi ve gözlem birikimine erişemedik. ancak turistlerle ilgili -sahilde yürüyüş yaparken ya da side'ye gittiğimizde edindiğim- en büyük gözlemim adamların ne kadar 'fit' olduklarıydı. insan hem kendinden, hem vatandaşlarından utanıyor arkadaş. karşında senin iki katın yaşında amcalar teyzeler taş gibi geziyor, senin koluna bir kez vurunca yağ sallanmasından kartal dövmen kanat çırpıyormuş görüntüsü oluşuyor. olacak iş değil.

işte bunun ucu gidiyor pekin'den ellerim bomboş şarkısını söylerek dönmeye kadar geliyor. çünkü bizim toplumumuzda spor bir yaşam biçimi değil. gençler okulda sırf boy uzatmak için voleybol-basketbol oynuyor (gerçekten bu işe gönül verenler de zaten öss yüzünden bırakmak zorunda kalıyor), hanım teyzeler sırf kilo vermek için güç bela koşu bandının üzerine çıkıyor. ne yazık ki çocuk parklarına demirden fitness aletleri yapmakla spor disiplini aşılanmıyor. ülkede hiç bir üniversite spor bursu vermiyorken, çoğu sözde özerk olan federasyonlar hiç bir işe yaramıyorken, bir de ülkenin spor politikalarını olimpiyatlara çok sporcuyla gitmenin başarı getireceğine inanan beyinsizler belirliyorken; bir arpa boyu ilerlemek hayal oluyor.

ve yılmaz özdil ne de güzel yazıyor:

Pekin Olimpiyatı başladı. 5 tane maskotu var. Beibei. Jingjing. Huanhuan. Yingying. Nini. Sevimli çizgi kahramanlar... Çocuklar kolay ezberlesin, akılda kalsın diye, aynı hecenin iki kez tekrar edilmesinden oluşuyor isimleri... Bu isimlerin hecelerini tek tek, yan yana dizdiğinde şu cümle çıkıyor: "Bei Jing Huan Ying Ni..."

Yani? "Pekin'e hoşgeldiniz..."

Çok hoş di mi? Bilimde, teknolojide, eğitimde, sanatta, sporda, kalkınmada dünyaya tur bindiren Çin'in, çocuklarına sunduğu toplam sembol işte bu: "Yaratıcı zeká."

Bush oradaydı. Putin oradaydı. Aliyev oradaydı. Bizimki Bitlis'teydi. Geçti kara tahtanın önüne. Aldı tebeşiri. Çocuklarımızın geleceği için... Milli eğitimin sembollerini yazdı: Oku. Düşün. Uygula. Neticelendir. Baş harflerini yan yana diziyorsun: ODUN!

Sunday, August 10

07-1

bugünkü hürriyet ik ekinde bahsi geçen tatil sonrası işe dönme sendromunu 25 ağustos'a kadar işbaşı yapmayacağımdan biraz olsun ertelemiş olsam da, şu an makinede yıkanmakta olan yazlıkların sesi ve çekmeceye kaldırılmayı bekleyen bikiniler tatilimin neredeyse bitmek üzere olduğunu gözüme ve kulağıma sokmak ister gibiler.

antalya, bu gidişimde -her ne kadar ilk günler yangının kasveti özellikle manavgat çevresi beldelere çökmüş olsa da- bıraksalar california olacakmış izlenimi verdi bana (oraları gördüğümden değil de, böyle palmiyeli yollar gamsız insanlar ve sıcak hava dendiğinde aklıma ilk orası geldiğinden). şehirdeki yol çalışmaları nedeniyle 2 kez yanımızdaki arkadaşları otobüse yetiştirememe sorunu yaşasak da yolları güzel, fatih terim telaffuzuyla 'tebele'leri pek açıklayıcı bir şehir, bulduk yolumuzu bir şekil. yalnız insanları sıcaktan olsa gerek araba kullanma konusunda biraz başarısız gibiler, ayrıca kırmızı ışıkları sonsuza kadar yanıyor. şehirde talip yörükoğlu isimli bir şahsın istisnasız her şeyde parmağı olduğu görülüyor; gıda üretiminden emlakçılığa kadar her yerde kendisinin ismiyle karşılaştık.

böyle bir tatil öneri yazısı yazmak için çok geç olsa da, benim 3 maddelik 'antalya'ya giderseniz mutlaka yapın' listem şöyle:
- ışıklar caddesi'ndeki marco polo'da dondurma yiyin. başka yerde şubesi var mı merak ediyorum, hayatımda yediğim en güzel dondurmaydı.
- lara'da sahil boyunca birbirine benzer görünen özel 'beach' işletmelerinden zuğa beach'e gidin. yalnız yanınızda kendi müziğinizi dinlemenize olanak sağlayacak bir aparat mutlaka olsun çünkü 2 yaz öncesinin hitleriyle başlayıp günümüz pop müzik şaheserlerine ulaşan playlist beni baya yıprattı.
- phaselis'e gidin, muhteşem bir manzarada muhteşem bir denize girin ve antik bir kent gezmiş olmanın hazzı yanınıza kar kalsın. ancak imkanınız varsa piknik modunda şemsiyeniz, yiyecek ve içecekleriniz, serip üzerine oturacağınız bir örtünüz falan olsun; şezlong vs bulmanız mümkün değil, büfe tadında hizmet veren işletmeler de gereğinden fazla pahalı.

nihayetinde, 10 günü tamamladık ve yoktan varedilmiş ilk şehre, arabanın camını açınca içeri yavşak bir sıcaklık dolmayan, kuru havasıyla beni benden alan şehrime, ankarama döndük. beyaz peynir tadındaki tenimi sabahtan akşama kadar güneşte yatan ruslar kadar azim çöreği olmadığımdan götürdüğüm gibi geri getirdim. burada güneş alerjilerim kaşınmıyor, saçlarım nem sorunu olmadığından güzelce kuruyor, ve ben de vücudum gibi doğal habitatıma geri dönmenin mutluluğunu yaşıyorum. ankara girişinde gördüğüm yeni yapılmış bir binanın üzerindeki 'talip yörükoğlu emlak' yazısının gerçekliğini de kabul etmiyor, yol yorgunluğuyla yaşadığım asit kafalarına bağlıyorum.
hoşbulduk.