Sunday, April 24

aşk her şeyi affeder mi?

tarih konusunda unutkan bir millet olduğumuz, gerek götümüze bir kez girenin bir daha girmekte zorlanmamasından, gerekse siyasi olaylarda takındığımız tutumdan açıkça ortada. benim işbu yazıda dikkat çekmek istediğim unutkanlık türü ise seks yazan bayan blog yazarı olduğum için elbette ilişkiler üzerine. anlayamadığım şöyle bir olay var: sarsıcı bir ayrılık döneminden sonra demet akalın'a bağlayıp kafiyeli beddualarla günlerini geçiren hanım kızlarımız yeni bir aşk bulup mutluluğa yelken açınca birden pamuk gibi kalplerinden iyi niyet dileklerini iletmeye başlıyorlar eski sevgililerine. bir kabullenmişlik, bir huzur bulmuşluk, bir hakkını helal edip mutluluğuna duacı olma halleri. manyak mısınız lan? zamanında göte giren şemsiyeyi rahatlıkla açtınız da kapatması için ille başka bir adam mı girecek hayatınıza? bu "o kadar mutluyum ki artık hiç bir şey sinirimi bozamaz" halleri takdir edersiniz ki benim gibi bir insana ters geliyor. biz ki türkçe canlı müzik gecelerinde şarkı manipülasyonlarının doruğunda "bir tek dileğim var beter ol beter" diye böğürmüş insanlarız, bize yakışan "beddua forever" akımının takipçisi olmaktır. akıl sağlığı durumumun bir özetini okudunuz, sevgiler.

Monday, April 18

ormana odunla gittim yüzükle döndüm

macera dolu italya
geçtiğimiz hafta okulumuzun spring break tabir ettiği bir haftalık tatilde ingiliz manitamla italya'ya gittim. yıllarca herif peşinde koşmak için gitmek istediğim bir yere manita yaptıktan sonra gidiyor olmam biraz ironik ve "ormana odunla gidilmez" diyen atalarımızın sözüne karşı gelmek gibi oldu ama çok da iyi oldu güzel oldu.

padova'nın özeti

ilk durak manitamın ablasının yaşadığı padova idi. hayat parklar bahçeler ve bisikletlerden oluştuğu için ben biraz garipsedim zira şu hayatta nesinin eğlenceli olduğunu anlamadığım iki aktiviteden biri bisiklet sürmektir (ikincisi balık tutmak). bu insanlar ulaşım aracı olarak bisiklet kullanan, pazarları çoluk çocuk parklarda takılan, hafta sonları bisiklet maratonuna falan katılan insanlar olunca ben harikalar diyarı misali takıldım; hayatta büyük şehirden başka yerde yaşayamam derken oralarda "lan böyle de olur aslında" kafasına girdim ama oksijen çarpmış da olabilir.

italya'da bülent ersoy'un ikizini bulmama kaç puan?
ikinci durağımız haliyle roma oldu. roma'da en çok hoşuma giden şey hemen hemen tüm avrupalılarda bulunan meydan kültürü. zaten ortam müsait, iki adımda bir meydan var ama adamlarda bizde kesinlikle olmayan bir meydanlarda takılmak, içmek, eğlenmek anlayışı var ki en ünlü meydanı yılbaşı tacizleriyle ünlü bir ülkeden olduğum için bana o ortamlar cennet gibi geldi. bizde olsa zaten polis damlar iki dakika sonra "gençler noluyor burada" diye. onun dışında yapılması gereken tüm turistik aktiviteleri yaptık, gidilmesi gereken yerlere gittik; tek sıkıntı turist kalabalığı. gittiğimiz her yer karınca yuvası gibi bağır çağır turist gruplarıyla dolu olunca bana gına geldi. yakında roma'ya gitmeyi planlayan arkadaşlara tavsiyem, bütün o yerlere gidilecek tabii italya'ya kadar gidip de görmemek olmaz diye ama en azından akşamları turistsiz yerlerde geçirmeye çalışmak akıl sağlığınız açısından faydalı olacaktır. özellikle yemek için lokal, küçük restoranlar ideal zaten kötü yemek diye bir şey yok şehirde.
efeler çıktı meydane ama ben çok yorgundum
onun dışındaki mevzuları özet olarak geçmek gerekirse alışveriş meselesi biraz sıkıntılı oldu çünkü indirim dönemi olmadığı için her şey gayet pahalıydı ve ben tam bir türk olarak her gördüğüm şeye "bu ne ki bundan türkiye'de de bulurum" "bunlar türkiye'de daha ucuz" şeklinde tepkiler vererek gezdiğimden sadece türkiye'ye dönünce pis fakirlere hava atmaya yarayan "i love roma" tarzı sweatshirtler falan aldım. günde 3 öğün dondurma yedim, italya'nın yemekleri hep söylenir tamam allah için güzel falan ama dondurma olayı bambaşka. ben oralarda bile "bi kebap olsa da yesek yea" moduna girecek kadar türk damak tadına bağlı bir insanım ama dondurma deyince gerçekten öylesini hiç yemedim. zaten çektiğimiz (pardon, lego kameramla çektiğimiz ehe ehe) fotoğrafların yarısında ben ayı gibi dondurma yemekle meşgulüm.son olarak şu meşhur yakışıklı italyan erkekleri mevzusuna değinelim; ben zamanında şahsen tecrübe etmiş biri olarak asla toz kondurmam italyan erkeklerine ancak üzülerek söylüyorum sokaklarda yakışıklı italyan erkeklerinden çok taş italyan kızları geziyordu; tabii ingiliz manitam bir ayar çekti de ilişkimizi korumak için bunları bir yerlere toplattıysa bilemem.

vatikan müzesi'nde beşiktaşımoley!
ingiliz manitam demişken son bir havadis daha vereyim efendim kendisi roma'da bir köprü üzerinde bana evlenme teklif etti. artık ben de gavurların "engaged" tabir ettiği bir insan oldum ama hemen çeyrek altınları hazırlamanıza gerek yok zira tamamen sembolik bir olay oturup da düğün planı falan yapmışlığımız yok. yaklaşık 5 senedir hayatımda olan her boku yazdığım için bunu da yazmasam olmazdı ondan söylüyorum tamam utandım şimdi gidiyorum evet öpt by.

ehe.

Monday, April 4

o kız olmak

başlığa bakınca birtakım entrikalar, efendim osmanlı saraylarında görülebilecek aşk ilişkileri falan konulu bir hikaye anlatıp kendimi tam ortaya konumlandıracağım gibi gözüküyor ama aslında oldukça cansıkıcı bir mevzudan bahsedeceğim. ben bildiğiniz "o kız" oldum sevgili gönül dostları. meşguliyetinden, sevgilisinden başka hiçbir boka zaman ayıramayan, dışarı çıktığında sıkılıp eve erken dönmek isteyen, en büyük eğlence hayali evde pijamalarıyla televizyon izlemek olan o gudubet kızım artık ben.

özellikle karşı cinse olan ilgiden duvarlara tırmanma fizyolojisine ve gelişmemiş bir beyne sahip olduğumuz lise yıllarında sevgili bulan kızın birden arkadaş ortamından çekilmesi, bir fidanın güller açan dallarıymışcasına sevgilisinden ayrı hareket etmemesi gibi bir durum olurdu. ben allaha şükür hem ortamda arkadaşlık bağlarımız güçlü olduğundan hem de o yıllarda memesi küçük ve çirkin bir kız olarak erkeklerin ilgisini çekemediğimden öyle bir sorun yaşamadım. şimdi de manita yaptım diye aman 7/24 onunla olayım kim sikler arkadaşları gibi bir durum yok ama ağzına sıçtığımın iş hayatı öyle bir ebemi sikiyor ki okul sonrası bir şey yapmaya ne vaktim ne enerjim var. hal böyle olunca manitasıyla evinde çekilmiş, sevgili bulunca kendini ona adamış kız durumuna düştüm mü? bir yandan ben gerçeği biliyorum diyorum, ne bileyim dışarıdayken sıkılınca "nedir yani çok normal asıl sıkılmışken sıkılmamış gibi rol yapmaya çalışıp kendine/etraftakilere bir şeyi kanıtlama çabası daha saçma tamam mı hıh" falan diyorum kendi kendime ama kanıma dokunuyor be atam. galiba resmen "o kız" oldum. on another note, bugün 28 oldum.

eski günlerdeki gibi yüzümü göstermediğim fotoğraf koyayım da neşemizi bulalım.