Saturday, November 27

önceden yazılmışı varmış

Kate: I'm not very good with men.

Leopold: Perhaps you haven't found the right one.

Kate: Maybe. Or, uh... maybe that whole love thing is just a grown-up version of Santa Claus; just a myth we've been fed since childhood. So, we keep buying magazines, joining clubs, and doing therapy and watching movies with hit pop songs played over love montages all in a pathetic attempt to explain why our love Santa keeps getting caught in the chimney.

kalmadı

sene 1999, biz sweet 16 yaşlarımızda iken mustafa sandal "araba" isimli albümünü çıkartmış ve altıncı sıraya "kalmadı" isimli şarkısını yerleştirmişti. o nakaratında "benim aşka inancım kalmadı hiç" derken kim bilir takıntı haline getirdiğimiz hangi bebeyi düşünerek içlenir eşlik ederdik. şimdi ise hayatımın tam orta yerinde duran bir his olarak karşıma çıkıyor bu 'aşka inanmama' durumu. ne "aradığın zaman bulamazsın, ne zaman ki artık aşkı beklememeye başlarsın o gelir seni bulur" saçmalıklarına inanıp sinsice rol kesmeye çalıştığımdan, ne "yapmaya çalıştım ama olmadı" hissini yaşatacak bir ilişki denemesinden yeni çıktığımdan, ne bunalımda olduğumdan, ne birilerine sinirlendiğimden. çok sakin ve net bir biçimde; benim aşka inancım kalmadı. aşık insanların gözünde beliren o ışıktan içimde bir yerlerde olduğuna, onu çıkartabilecek bir erkeğin varlığına, öyle bir erkek varsa bile benim onu bulabileceğime inancım kalmadı. senelerdir içten içe buna inanırken karşıma çıkan her erkeğe umutla yaklaşma gerizekalılığımdan da bıktım artık, kendimi sorguladım ve verdiği ifadenin altına imzamı atıp hayatımı bu kabullenmişlikle geçirmeye karar verdim. oh be.

Wednesday, November 24

gün benim günüm beni tutmayın

öğretmenler günümüz kutlu olsun.

Sunday, November 21

twitter'da görmek istemediğimiz hareketler

"çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin" by AbSurDMaN

hazır internette olduğum zamanın çoğunu twitter'da geçirmeye başladım, 11 gündür yazmıyorum ve halihazırda atarlıyım; tüm bunları ortak paydada buluşturarak twitter dünyasına dair şahsımda tiksinme duygusu yaratan hareketlere çemkirmeye karar verdim.

don't follow me if you dare: sanal dünya ve popüler olma güdüsü üzerine binlerce kelime yazabilir, sosyolojik ve psikolojik çözümlemelerin amına bile koyabiliriz ama en düz haliyle herkesin kabul ettiği bir gerçek var; hangi ortamda olursa olsun insanların çoğu doğaları itibariyle popüler olmayı severler. burada bir sıkıntı yok. sıkıntı, twitterda insanlar bu following-follower olayını dünya meselesi haline getirince çıkıyor. kendini follow etmeyeni asla follow etmeyenler, follow edip 2 gün sonra geri follow gelmezse unfollow edenler, follow edilince follow etmeyip unfollow yediğinde tutuşup follow etmeye başlayanlar, follow ettiği ve arada sırada mention attığı insandan geri follow alamayınca delirip "sen kendini benden iyi mi sanıyorsun" saldırılarına geçenler, düzenli olarak kitleler halinde insanları follow edip bir süre sonra çaktırmadan unfollow ederek takipçi sayısını arttırmaya çalışanlar, unfollow edildiğini üye olduğu sistemler sayesinde öğrenip takribi 5 saniye sonra kendi de unfollow edenler - hepsi twitter'da yaşanıyor, yaşatılıyor. bu konu hakkında bıkmadan usanmadan o kadar çok tweet atıyorlar ki, fark etmemeniz olanaksız. sanal bir ortamda, kaçta kaçının gerçek olduğunu bile bilmediğini insanlar tarafından takip edilip edilmeme olgusunu bu kadar kafaya takan insanlardaki ego zedelenmesinin boyutlarını kestiremiyorum ben. küfür ederek bağlayacaktım konuyu ama yazdıkça üzüldüm ikinci maddeye geçiyorum.

me, my formspring and my blog: sanal dünya malum çok yönlü, bir yerde hesabı olan insanın +5 yerde daha hesabı olduğu ortamlar. ve pek çok insan her türlü internet kimliği bilinsin, görülsün istiyor olabilir. bu yüzden twitter'da "web" diye bir kısım yapmışlar blogger gibi, facebook gibi profillerinizin linklerini koyabileceğiniz. ama benim attention-seeker'ıma yeter mi hiç? basalım otomatik formspring link eklemesi, dayayalım blogdan otomatik post akışı. manyak mısınız arkadaşım? ben zaten senin tarzını, yazım şeklini beğeniyorsam blogunu da takip ederim, açar formspringine de bakarım. nedir bu "bana bakın! bana bakın! hep beni okuyun tamam mı bakın bloga yazdım tıklayın hemen! formspringde bir laf soktum ki kesin okumanız lazım! BANA BAKIN!!!" halleri? allah aşkına kimi sikecekseniz sikin rahatlayın şu linkleri sokmayın gözümüze gözümüze rica ediyorum allahın adını verdim bak.

sweet retweet: aslında çok güzel amaçlarla yaratılmış, bir insanın beğendiğiniz bir tweetini kendi takipçilerinize de kolayca göstermenizi sağlayan retweet fonksiyonu bile tehlikeli insanların eline geçince ne haller alabilir ibretle izliyoruz twitter'da. popüler twitter kullanıcılarının "alfabenin ilk harfi a'dır" gibi cümlelerinde bile anlamadıkları cinsten derinlikler olduğuna inanan yurdum gençliğinin twitter'daki tek amacı aforizma (özlü söz deyince o kadar karizmatik durmuyor da) üretmek olan hesapları sürekli retweet ediyor olması yeterince sinir bozucu, fakat içimizdeki o ufacık "belki de adam yazılanı beğendi" inancı yüzünden fazla çemkirmediğimiz bir olay. vefakat kendi adının geçtiği (bkz. mention), senin hesabının takip edilmesinin önerildiği (bkz. followfriday) tweetleri RT etmek nedir? bir kere mantık hatası var, seni öneren tweetleri RT ettiğinde okuyan adamlar zaten halihazırda seni takip eden insanlar, tekrar follow edemezler yani, o reklamı boşa yapıyorsun, anladın? şimdi sakin ol ve mouseunu o RT butonundan yavaşça çek.
   

Wednesday, November 10

10 Kasım geldiğinde / götünüz başınız ayrı oynuyor

malum son dönem popüler polemiklerimizden biri -son dönem diyorum ama facebookum olmadığından ve mevzuları twitterdan öğrendiğimden; yoksa daha uzun süredir de oluyordur da haberim yoktur belki- cumhuriyet bağlantılı belirli gün ve haftalarda profil fotoğrafını atatürk yapan gençler vs onlarla taşak geçenler. ilk gruba ben şahsen "facebook cumhuriyetçisi" adı veriyor ve çoğunun tarihsel gerçeklerden bihaber ya da en son ilkokulda haberdar olmuş, hayatlarındaki en büyük gurur kaynakları facebookta atatürk'ü seven 1 milyon kişi bulmak olan insanlar olduğunu düşünüyorum. ikinci grupsa ikiye ayrılıyor; bu tip yüzeysel hareketlerle gerçek atatürk sevgisi ve cumhuriyet anlayışının altının boşaldığına inanıp sinirlenenler ve atatürk'ü ve zamanında türkiye'ye getirdiği sistemi desteklemeyen, farklı bir rejim ve düşünce sistemiyle yaşamayı tercih edecek olanlar. bu noktada iki gruba soracağım ortak soru şu: size ne? bir insanın başka bir insana olan sevgisini ne şekilde gösterdiği sizi ne ilgilendiriyor? düşünüyorum düşünüyorum bir insanın cumhuriyet bayramında, 10 kasımda sosyal ağlarda kullandığı bir profilde atatürk'le ilgili bir öge bulundurmasına bu kadar tükürükler saçılarak tepki verilecek ne var inanın çözemiyorum. 

gerçekten empati kurmayı denedim. ilk grubun hassasiyetini düşündüm; tamam diyelim ki bu insanların çoğu gerizekalı ve atatürk'ün kim olduğunu, neler yaptığını bilmeden çakma bir sevgi gösterisi yapıyor. ee? ortada tarihsel gerçekler varken ve bu sinirlenen insanlar kendilerini bilir bir şekilde atatürk'ü seviyorken diğerlerinin sevgisinin yalandan olmasının onlara ne zararı olabilir ki? sonra ikinci grubun tepkisini düşündüm; mesele kendileri ve kendi inançları olunca her koşulda saygıyı nasıl hak ettiklerini bas bas bağıran bu insanlar, islam dinine inanmayan biri kendisine göre hiç yaşanmamış bir olay için "bugün peygamberimiz göğe çıktı" denilerek kutsal bir gün yaratılması ve dualar edilip içki içilmemesine benzer bir tepki verse ne yaparlar?

atatürk'e tapıyor, ya da atatürk'ten nefret ediyor olabilirsiniz. herkesin kendi kararıdır. yalnız başka bir insana atatürk'ü nasıl sevmesi ve onu nasıl anması gerektiği dersini vermek de kimseye düşmez. herkes haddini bilsin, 23 nisanda test edeceğim tükürük saçanı gördüğüm an evinden aldırıyorum.

Saturday, November 6

tam ego

bende var.
uzun ya da kısa fark etmez, bir ilişkinin beklenmedik bir zamanda ve/veya şekilde bitmesinden sonra toparlanma sürecinin sancılı geçmesinin en büyük sebeplerinden birinin -genellikle- eski sevgiliyi hala seviyor olmamız değil egomuzun tamiri konusunda başarısız olmamız olduğunu bundan uzun bir süre önce bizzat yaşayarak anlamış ve blogdan da then it hit me edasında açıklamış idim. işbu ego zedelenmesinin muhtemel yeni ilişki ihtimallerine de etkisi olması kaçınılmaz oluyor elbette.

bir süre "şimdi bana kaybolan egomu verseler" modunda olduğumuz için abuk subuk insanlarla takılıp "eski ilişkim bitmiş olabilir ama ben birlikte olunmaya değecek bir insanım" hissini yeniden yaşamaya çalışıyoruz. yalan yok, kendimize güvenimiz ne kadar tam, ilişki de nasıl bitmiş olursa olsun bir noktada kendini suçlamak gibi olmasa da yaşanan bu bitişi kendi hanemize başarısızlık olarak yazma işini neredeyse hepimiz yapıyoruz. iyi haber, genellikle ayrılığın hemen sonrasında yaşanan bu dönemde medet umduğumuz insanların ne kadar mal olduğunu anlayıp kendimize gelmemiz çok vakit almıyor.

ikinci dönemde, hayatımıza giren o mal insanlardan aldığımız gazla egomuz eski halinden de büyük duruma geliyor. aldığımız gaz derken yanlış anlaşılmasın, bu insanlar bize aşık oldu ilgi gösterdi vs diye götümüzün kalkmasından bahsetmiyorum; genelde "lan ne mal insanlar var ben niye kendimi kötü hissediyorum ki mis gibi insanım işte" şeklinde bir göt kalkması oluyor. bu dönemde de harcanan insanların haddi hesabı yok çünkü bu sefer de kimseyi kendine yeterince yakıştıramama sıkıntısı var.

işte bütün bu dönemlerden geçtikten sonra normal olan, olabilecek en net 'self-awareness' seviyesine ulaşıp insanları oldukları gibi kabul etmek ve kendi egomuzun sivri yerlerini de yumuşatmayı öğrenmek, "ben buyum arkadaş kimse için değişemem beğenmeyen küçük oğluna almasın" (vdgrl, 2010) kafasından mümkün olduğunca sıyrılıp buna değdiğine inandığımız birini bulduğumuzda olaylara biraz daha sakin ve değişime açık yaklaşmayı başarmak.

ideal dünyada akabinde "and they lived happily ever after" gelir. gerçek dünyada ise karşınızdaki insanın sizin kadar çaba göstermek niyetinde olmadığını anladığınız anda "sikerler" geliyor. ego da tırnak gibi nihayetinde, ne kadar törpülersen törpüle bir noktada tekrar uzuyor.  

Wednesday, November 3

pussycat boys

bu aralar dahil olduğum yuvarlak masa toplantıları ve dost meclisleri gösterdi ki "ilişkiden korkan erkek" kavramı son zamanlarda yaşadıklarım sebebiyle sadece tarafımdan çemkiriklere maruz bırakılan bir olgu olmaktan çıkıp genç kızlarımızın ortak bir problemi haline gelmiş bile. takdir edersiniz ki bizzat ben ve bu tip konuşmaları yaptığım sosyal çevremdeki kadınlar "he is just not that into you" noktasını çoktan aşmış kişileriz. yani bizimle ilişki kurmak istemeyen erkekle genel anlamda ilişki kavramına tepkili yaklaşan erkek arasındaki farkı biliyor, ilkine denk gelirsek zedelenen egomuzu açık etmemeye çalışıp yaşadıklarımızı adamın sikinin küçüklüğünden başlayıp saçlarının çirkinliğine varan ithamlarla doldurduğumuz içkili ortamlarda sistemimizden atmaya çalışıyoruz. ikinciye denk geldiğimizde sinirlenmemizin sebebi ise cevabını bulamadığımız iki soru.

sevgili olsak ne olacak? ilişkiden korktuğu söyleminde bulunan erkeklerin çoğu, bu söylemde bulundukları kadınla belli bir iletişim seviyesine gelmiş oluyorlar. yani daha tanışma anında, "merhaba ben berkecan ve ben bir ilişki kuramayanım - merhaba berkecan!" şeklinde olmuyor mevzu. taraflar zaten 'sevgililik' diye adı konulmamış da olsa iletişimsel ve çoğu zaman da fiziksel anlamda bir ilişki içinde oluyorlar hali hazırda. işte o noktada ilişkidenkorkancan karakteri yüzünü gösterince kadınların çözemediği kısım korkulan şeyin tam olarak ne olduğu. zaten adı sevgililik konulmuş olsa da içinde bulunulan durumda köklü bir değişiklik olmayacağını düşünen kadın bu tepkiyi anlamlandırmakta zorlanıyor. ama diyelim ki adam haklı, ilişkinin adı konulursa birtakım değişiklikler olacak, 'sevgililik' müessesesi devreye girerse hayat farklı ilerleyecek. işte o zaman da cevabını bulamadığımız ikinci soru geliyor

ayrılsak ne olacak? burada bahsi geçen ilişkiden korkan erkekler bittabi ona buna çakayım derken çakma ıssız adamlık yapanlar değil, yaşanmışlıkları ve ilişki tecrübeleri sonucu bu duruma gelenler ve hayattaki bu duruşlarını tüm samimiyetimle anlayabiliyorum. tüm samimiyetimle anlayamadığım, lafa gelince erkekler güçlü kadınlar güçsüz addedilirken her türlü hayat sikici deneyim sonrası ayağa kalkıp yeniden bir ilişki yaşamaya çalışma gücünü kendinde bulan bir kadın varken erkeğin bunu bu kadar drama queen bir tavırla karşılaması. ben ki erkeklerle iyi anlaşan (altılılarına ortak olan, rusa giden), genelde yakın erkek arkadaşlarım sayesinde ne tip düşüncelere ne sebeplerle sahip olduklarını bilen insanım; ben bile bunun empatisini kuramıyorum arkadaş. korkuyu, biriken başarısız ilişki denemelerinin yarattığı ego zedelenmesini anlayabiliyorum ama bir insanın mutluluğu aramayı bırakıp stabil hayatla yetinme noktasına gelmesinin -eski sevgilinin ölmüş olması falan gibi ekstrem olayları bir kenara bırakarak- nasıl bir sebebi olabileceğini çözemiyorum.

ben elbette tamamen kendi tecrübelerim ve müdür benim diye bana konuşan kadınların anlattıkları üzerine bunları yazdığım için olayın bu noktalara gelmesindeki tek suçluyu pipililer ilan ettim gibi gözüküyor ama özünde demem o ki yeni dünya düzeniyle ortaya çıkan bin çeşit ilişki şeklinin de boku fazla geçmeden çıktı ve flört mü ediyoruz, takılıyor muyuz, fuckbuddy miyiz, sevgili miyiz derken "benimle çıkar mısın?"ın içindeki o temiz "beraber dışarı çıkalım ve güzel vakit geçirelim" duygusunu kaybetmeyi başardık. kırdık kırdık.

Monday, November 1

çünkü musluk dediğin akmalı


mutfak musluğu açılınca tazyiği azalan banyo musluğu gibisin oh bebek
ben gürül gürülken pısıp kalıyorsun
bilmelisin ki bu işlerde sıkıntı yaratır sessizce beklemek
nefesimi keseceğine hevesimi kesiyorsun