Wednesday, November 23

ermeni köpekler kara pipilere maymun der

aslında ne zamandır beşiktaşk ve football is groovy etiketlerini kullanarak futbola dair post girmiyordum zira şikedir soruşturmadır yönetim mallıklarıdır maçları bile görev gibi izler hale gelmiştim ama yurdum insanının beni yeni bir çemkirme yazısı yazmaya itmesi çok sürmedi. malum haftasonu beşiktaş-galatasaray maçı vardı ve maçtan çok tribünler konuşuldu. neden? maddeler halinde yazalım (çünkü çok akademiğim):

1. beşiktaş taraftar grubu çarşı, 65. dakikada van'a yardım amaçlı üzerindekileri bir bir çıkartıp sahaya fırlattı. tepki ne oldu? show yapmışız, böyle şeyler gizli kapaklı olurmuş basın çağrılarak olmazmış işimiz gücümüz reklammış vs. çarşı'nın diğer tribün gruplarından farklılığı ve geldiği nokta üzerine yazılabilecek her şey şu yazıda yazılmış olduğundan o konuya girmiyorum. vefakat kendisi bugüne kadar sosyal sorumluluk projeleri üzerine kılını kıpırdatmamış insanlar/taraftar grupları mümkünse bu gibi konularda hassasiyeti açık olan çarşı konusunda yorum yapma hadsizliğine düşmesin. adama "haydi çarşı show yapmış olsun; peki sen ne yaptın?" derler ve kuzuların sessizliğiyle üzerler.

2. gereksiz vakit geçirme çabalarıyla sinir bozan eboue, taraftarın tepkisini çekti ve sahaya maddeler yağdı. burada "yok o da vakit geçirmeseydi, yok sahaya madde atılmasaydı" tipi tartışmalara girmeye niyetim yok. sahada tahrik edici hareketi olan her futbolcu bir şekilde tribünden tepki yer; ve tabii ki bu tepkinin sahaya madde atma şeklinde gösterilmesi yanlıştır. fakat galeyana gelen tribünlerin "fuck you eboue" diye bağırmasını maymun diye anlamak, buradan da beşiktaş taraftarını ırkçılıkla suçlamak düpedüz beyin hücresi eksikliği. araştırmacı gazetecilik yeteneklerimi kullanarak olaydaki saçmalık boyutlarını tek tek sorguluyorum:

- "fuck you" nasıl maymun diye anlaşılır? anlaşılan "monkey" denmiş olması mıdır yoksa maymun sesi çıkarıldığı mı düşünülmüştür? galatasaray'ı fatih terim'in yönettiği göz önünde bulundurulursa  ingilizce seviyesinin bu  olması hoş mu görülmelidir?
- tepkiyi çeken futbolcunun zenci olması nasıl hemen zenci ırkçılığına bağlanır? bu bağlamda, bir futbolcu tepki gördüğü an ne yaptığından ziyade rengine bakılarak ırkçı suçlamaları yapılması aslında kimi ırkçı yapar? (burada çok felsefik yaklaştım gözlerden kaçmasın).
- türkiye'de bilmediğimiz bir zenci ırkçılığı mı mevcuttur? beşiktaş taraftarları zencilere ırkçılık yapıyorsa pek çok sembol beşiktaş futbolcusunun zenci olması neyle açıklanabilir?

demem o ki insan fanatik olunca "karşı taraf"a neresinden vuracağını şaşırıyor; normaldir. yalnız diyarbakırspor'a pkk tezahüratlarıyla maç yaptırmayanların, beşiktaş'a "ermeni köpekler beşiktaş'ı destekler" diye bağıranların ülkesinde zenci ırkçılığını konuşmak en hafif tabirle olayı götünden anlamak oluyor.

Sunday, November 20

endoskopi for dummies

adam haklı beyler.
işbu yazıyı yıllarca mide bulantısından neler neler çekmiş ama korkusundan endoskopi yaptıramamış bir insan olarak yeni nesillere örnek olmak, yol göstermek amacıyla yazıyorum. yaş 30a geliyor diye yaptırdığım kan testinde bile midede birtakım sıkıntılar, B12 eksikliği falan çıkınca artık korkunun ecele faydası yok dedim, gittim gastroendskjshfkjsloji bölümüne ama içten içe ulan sırf kan testine bakarak ilaç yazar mı acaba, endoskopi yaptır demese ya falan modundayım. neden; çünkü endoskopi denen şey herkes "5 dakikalık iş, uyuyorsun zaten" falan demesine rağmen benim gözümde bambaşka. ya uyuyamazsam? ya uyur da boruyu mideden çıkartırlarken uyanırsam? ya uyur gözükür ama aslında her şeyi hissedersem (niptuck izleyicileri o korkunç bölümü hatırlayacaklardır)? ama doktor bey kalkıp "artık bakılması lazım, vitamin eksikliği ileride büyük sıkıntılara yol açabilir" deyince kuyruğu sıkıştırıp aldım randevuyu. ondan sonrası hemşire gelir beni bekleme odasından alır, benim elim ayağım boşalır, hemşire damar yolu açar, ben sırf damar yolu açılırken kendimi o kadar kasarım ki daha ilaç verilmemiş olmasına rağmen bayıldığımı sanarım, hemşire beni sedyede tor tor tor endoskopi odasına götürür, diğer hemşire burnumdaki bantı neden taktığımı sorar, ben "yatar pozisyonda nefes alamıyorum da" derim, sonra gözümü tekrar ilk odada açarım şeklinde. gerçekten hiç bir bok hatırlanmıyormuş ki dostlar! allahım nasıl bir mutluluk. ben kendimi çok ayık ve uyanık zannettiğim o endoskopi sonrası 1-2 saat sevgilime "ex atmış gibiyim dans etmeye gidelim" mi dememişim, sedyedeyken üzerim giyinik mi diye örtünün altına baktı diye "burada seks yapacak değiliz" mi dememişim onlara girmiyorum. demem o ki endoskopi yaptırması gereken ama korkan arkadaşlar varsa aranızda; acımıyor ki acımıyor ki!

Wednesday, November 16

modern talking

ilhamımı kadim blogger jelatin'in izmir üzerine yazdığı yazıdan aldığımı belirterek başlayayım. ülkemizde özellikle islamcı bir partinin tek başına iktidar olarak gücünü artırmasından sonra bir "modernlik" safsatası aldı yürüdü malum. modernlik tanımımız da şu: burası o kadar moderndir ki istediğimi giyerim kimse laf etmez. kafadakı sığlığa gel. istediğini giymek en temel hak; ama biz bunu bir şehir ya da bir toplum için artı değer olarak görüyoruz. artık ne kadar sikik durumdaysak oradan hesap edin. bir insanın "en iyi özelliğim dürüst olmam" demesi gibi. ulan o zaten olması gereken şey neyin havasını atıyorsun? demem o ki kalkıp modernlikten bahsedeceksek daha yememiz gereken kırk fırın ekmek, giymemiz gereken kırk parça mini etek var. "mini etek giydiğimde tek laf eden olmuyor" ölçütündeki inanılmaz mantık hatası da zaten o tek laf edilmeyen yerlerde bile göz tecavüzüne uğramak; ama mini etek giyen gerçekten tecavüze uğradığında mini eteğin tahrik edici unsur olarak görüldüğü bir ülkede göz tecavüzünü tacizden sayma lüksümüz yok tabii. 

o "modern" denilen izmir'de bayramın birinci günü şortla koşuya çıkan erkek arkadaşıma "bugün bayram, müslüman bir ülkede böyle giyinemezsin" denildi; onu da not düşelim.

Wednesday, November 2

ooo beko

yavaştan planlar yapılmaya başlanmış olsa da ingiltere büyükelçiliğinden "evlilik işlemleriniz için arıyorum" telefonu gelene kadar pek ayıkmadığım evlenme işinde önemli bir adımı bugün hallettik: beyaz eşya alışverişi. kısa süreli ev döşemek çok kolay dostlarım, her şeyin en ucuzu olsun zaten 2 sene sonra satılacak kafası. yine de olmuşken düzgün olsun diye arçelik-beko ikilisine bakalım dedi annem, zaten aynı şirket seç birini. seçtim elbet, ama "bir dünya markası" olduğu için değil; bizim için hala "bir beşiktaş markası" olduğu için. hey gidi.