Wednesday, February 27

Kirsten Dunst

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol.1



do not cover

* tam şu dakika hakan şükür gol attı. kendi takımı kupadan elenmiş fanatik bir taraftar olarak açıklıyorum: madem biz alamadık, galatasaray alsın. sebebi var bahanesi yok.

* bugün sırtımın bitmek bilmeyen ağrısını muayene (böyle mi yazılır bu?) ettirmek adına mesa hastanesine gittim. doğru mesleği seçtiğinizden emin misiniz dedi kadın bana. gel sen ne çektiğimi bir de bana sor.

* eskiden yapardım öyle paralel endingler ortak noktalar falan ama artık yapmıyorum; ilk iki noktanın da şarkı sözüyle bitmesi inanın tesadüf oldu.

* bugün maç başlamadan önce lig tv'deki "işte galatasarayın soyunma odası, bu da lincolnün kramponları" konulu görüntülerin mantığını anlayan varsa bana anlatsın.

* yabancı bir hocamıza işteş yapıları anlatmaya çalışıyorlarmış, örnekler ve -iş takısının işleyişi üzerine yapılan konuşmalardan sonra "şimdi beraber yemek yediğimiz için bizimki de yiyişmek mi oluyor?" diye sormuş. ondan sonra dersinde over-generalization yapan öğrenciye çemkirmeyi bilir.

* dar kot, süslü kazaklar, allı güllü başörtüsü ve makyaj dörtlüsünü biri bana anlatsın. gerçekten ama. o kızlardan biri otursun karşıma, şudur olayım desin. vallahi dinlerim.

* topuklu ayakkabı krizimle kredi kartı ekstremin aynı güne denk gelmesi nasıl bir talihsizliktir.

* yeni bir seri başlatıyorum. lezbiyenlikle uzaktan yakından alakam yok ama (not that anything's wrong with it - tribute to seinfeld) serimin adı "women I would definitely do". bloglarını takip ettiğim ve arada güzel kadın resimleri yayınlayan arkadaşların zevklerini eleştirmek yerine kendi zevkimi empoze etmeye çalışma yoluna gidiyorum.

* eskiden başbakan gibiymişim gündem benden sorulurmuş harekatlar sayemde yapılırmış şimdi emekli gibi olmuşum. ben demiyorum tanıyanlar diyor. hey gidi günler.

Patrick Dempsey

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol.4



Sunday, February 24

deplasmanda atılan 1 gol 2 gol sayılır

sadece dakikalar sürmüş izlenimi yaratan güzide bir haftasonunun son saatlerinde, voodoogirl en son bıraktığınız yerin tıpatıp aynısında oturuyor, elinde yine birası ancak bu defa galatasaray maçını izliyor. bir fark daha var aslında, an itibariyle -herzaman olduğu gibi gittiği yerlerde ya da yürüdüğü sokaklarda deplasmanda olduğunu hissetmesine rağmen- istanbul'dan nefret etmiyor. evet, beni yakından tanıyanlara garip gelecek bir şekilde, ilk kez bu ziyaretimde istanbul'dan nefret etmedim; bilakis kendisiyle pek iyi anlaştık. bana aydınlanma yaşatan bu ziyarette öğrendiğim şeyse hayır, sevgilin nerdeyse sen orda mutlu olursun değil; istanbul'da yaşayacaksan anadolu yakasında, caddebostan'da yaşa. cumartesi akşamı mykonos'ta balık ye, pazar günü sevgilinle caddebostan plajına yürü, yukarıda ve aşağıda görülen manzara eşliğinde gazeteni oku meyveni ye. benim tüm enerjimi alan istanbul'da yollarda, özellikle de taksim civarlarında geçirdiğim vaktilermiş meğer. böylesine carefree ve huzurlu geçince bu iki günüm; özellikle de sahilde bisikletçiler, köpekler ve koşucular arasında yürürken, aslında hayat denen şey böyle bir şeymiş ve biz çok fena kandırılıyormuşuz hissine kapıldım. kıyıdaki evlere bakarken, acaba dedim, (mekan olarak tabiiki karşılaştırılmaz ama his olarak) benim evimin önü diye 7. caddeye çıkmaktan hazzetmemem gibi bu insanlara da buralarda yürümek normal mi geliyordur artık, huzur vermemeye mi başlamıştır daha kötüsü. pek sanmadım, umursamadım da, ama gözümü orda bıraktım, o evlerin başına bir şey gelirse bilin ki yeşil gözlerimle ben suçluyum.

Friday, February 22

voodoo girl varan bistro otobüsünden bildiriyor

onca işinin gücünün arasında, sevdiceğinin ev yerleşmesine yardımcı olmak üzere istanbul yollarına düşen vefakar ve fedakar bir yapım var. günlerdir ne ilham ne zaman bulup blogun başına geçemeyen beynim ve parmaklarım beşiktaş maçını bekleme ve sigara içemeden tadı çıkmayan birayı yudumlama aktiviteleri arasında kendini yine eski dostu blogger.comda buldu. aslında bir kaç gün önce yine durup dururken depresifleştiğim ve herşeyden nefret ettiğim konulu bir blog yazma hevesindeydim ancak negatif enerjimi blogger vasıtasıyla evrene yayamadan kendimi otobüste buldum. bu defa fethetmeye gelmiyorum seni istanbul, rahat olabilirsin.

Sunday, February 17

school's out

beklenen haber, okulun öğrencilere tatil olduğunun açıklanmasından yaklaşık 1 saat sonra geldi. sanki hocalar okula helikopterle gidiyormuş gibi, öğrencilere tatil ilan edip akademik personeli bekletmek neyin nesidir anlamış değilim; gerçi öğleden sonra karlar mucizevi bir şekilde eriyecekmiş gibi tatili yarım gün yapan okuldan ne beklersin. neyse, aza kanaat edelim ve sağlıklı yaşam programını uygulamaya koyacağımız ilk gün olan 18 Şubat Pazartesi gününün güzel bir kahvaltıyla başlayacak olmasına sevinelim değil mi? lay lay lom.

kar yağdı böyle oldu

aralık ayından beri istedik, bekledik, gelince hoşnut da olmadık değil ancak dün gece yağan kar şehri gerçekten felç etti. beşiktaş - ankaraspor maçının final düdüğüyle kendimizi dışarı attığımızda usul usul düşmeye başlayan kar taneleri, cumartesi gecesinin ateşi ve tribeca şarabının tadının damarlarımızda dolaşmasıyla sinema kararımızdan vazgeçtiğimiz dakikalarda lapa lapa moduna geçince, gecemiz (varoşların başkanı i.melih inönü stadyumunda gudubet suratını göstermekle meşgul olduğundan ve yollarda belediyenin tuzlama çalışmalarından eser olmadığından) arabaların yolda kalması ve taksiyle kurtarma operasyonları şeklinde sonuçlandı. şikayetçimiyim, hayır; zira ne olursa olsun elimde bir fincan fındıklı kahve, üzerimde en sevdiğim pijamalarım ve yarım saatte bir kendini kapatan kafayı yemiş bilgisayarımla geçirdiğim bu güne kar inanın çok yakıştı.

Saturday, February 16

kocaman yüzükler takmayı seviyorum ben

istanbul elimden öper - part 2'ya gerek duymadan tamamladım istanbul gezimi ve döndüm ankarama. part 2 için anlatılacak çok fazla şey yoktu zira, yine gezdik tozduk; bahsini etmeye değecek tek yer tünel tarafında adını tam hatırlayamadığım (tavanarası olabilir) bi binanın en üst katındaki yeşillikler, eski türkçe şarkılar ve küçük çizgili kağıtlara yazılan siparişler arasında güveçte yemekleriyle meşhur bi mekandı. nihayetinde ankara'da aşık, istanbul'da mutlu olmak zor diyerek bitirdik küçük kaçamağımızı.

şimdi ankarama dönmüş ve dün gece saatlerce uyumuş bünyem maç saatine kadar kendini bilgisayar oyununa gömecek. tatilimin son iki günüyken ve hayatımla ilgili değişiklikler sıraya girmişken, içimden de dışımdan da hiçbirşey yapmak gelmiyor.

kalbimi boşluğa sabitledim
o her çarptığında
dengemi kaybedebilirim

Monday, February 11

istanbul elimden öper - part 1


öncelikle uzun bir aradan sonra gerçekleştirdiğim bu istanbul gezimin artık rutin hale gelen birtakım aktivitelerimi [midye yemek, nevizade'de içmek, istiklal'de pasaj gezmek, bjk store'a, nişantaşı topshop ve miss60'ye uğramak, karşıya vapurla geçmek, caddeye gitmek] henüz yapmamış olmam nedeniyle biraz farklı olduğunu söylemem gerek. ancak bazı şeyler var ki değişmiyor. mesela 1 haftadır nispeten ılık ve güneşli olan hava benim buraya gelmemle kasvetli, yağmurlu ve buz gibi oldu; ancak benim gezmeye gezmeye gezmeye gelen bünyemi durduramadı.


örneğin cumartesi günü akşam yemeğinde izzet çapa'nın yeni mekanı "it's a joke"taydık (kendimi onur baştürk gibi hissettim). gerçekten istanbul sosyetesinin kalbi orada atıyor gibiydi. ben yemek olarak çok da afilli şeyler sipariş etmediğim için (karides köfte ve noodle, hellim peynirli salata) daha çok mekandaydı gözüm, bence güzel, amaçlandığı üzere "concept" bir mekan olmuş. kalabalık ve hectic bir havası vardı -aynı istanbul gibi- dolayısıyla sessiz ve sakin bir yemek isteyenlere önermiyorum ancak çılgınlar gibi eğlenmeyi planladığınız bir cumartesi gecesinin başlangıç noktası olmaya uygun.


cumartesi gecesinin ikinci mekanı, benim all time istanbul favoritelarımdan leb-i derya oldu, ama yeni açılanı. daha büyük, daha ferah, bar kısmını çok iyi yapmışlar, müzikler de iyiydi, daha ne isteyelimdi. ordan çıkıp arkadaşlarla buluşmak için sakman club'a gittik ve vedat sakman'ın ta kendisini grubuyla birlikte dinledik. bu arada fransız sokağında mekanı ararken önünden geçtiğimiz yerlerin bazılarından gelen 'daracık daracık sokaklar kızlar misket yuvarlar' ezgileri ortamı fransız sokağından çok marmaris barlar sokağı moduna sokmuş, ayrıca o garip garip renklere boyanmış heykellerin çok korkutucu olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. sakman clubda tek kelime etmeden oturup bilmediğim/normalde dinlemeyeceğim şarkıları bir kadeh şarap eşliğinde hafifçe sallanarak dinlediğimi farkettiğim anda yaşlanmış olduğum gerçeği bir kez daha tokat gibi çarptı yüzüme. bu moddan çıkmak için eve dönüş yolu öncesi son pit stopımız pera'daki wanna oldu, ama yok dedim, gençlik buysa ben yokum, beynim artık kaldırmıyo evladım o müzikleri. nihayetinde yağmur çamur altında evimize dönmeyi başardık.


böyle bir geceden sonra pazar sabahına gözlerimizi şişmiş bir boğazla açmamız kaçınılmazdı elbet. ben yine de azimle haftaiçi çalışan ve görüşme ihtimalim olmayan arkadaşımı görmek üzere kalktım burdan (altunizade) taksim'e gittim, yemeğimi yedim kahvemi içtim geri döndüm. dönüş yolunda kadıköy'den binmem gereken dolmuşu 3 farklı yer tarifi sonunda zar zor bulduktan ve ineceğim yeri haber versin diye şoförün dibine oturduktan sonra düşündüm: bir ankaralı olarak istanbulla ilgili alışamayacağım şeylerin başında bu yol mevzusu geliyor. biz ki başkent üniversitesinde okuyan arkadaşlarla bile dalga geçerdik git eskişehir'den ev tut diye, burda iki nokta arasının saatlerle ölçülüyor olması içimi şişiriyor. ben okadar sürede bırak ankaranın bi ucundan diğer ucuna gitmeyi, eskişehir'de bulurum kendimi diyorum.


yine bir ankaralı olarak istanbul klasiğim "acaba bu sefer hangi ünlüyü göreceğim" yarışmamda ise bu defa ilk günden bir birincimiz var. şimdiye kadar buradayken gördüğüm bütün ünlüleri sollayarak bu tahta oturan isim: mehmet aslantuğ. nişantaşı city'sde muhtemelen arzum onan'a hediye bakarken görülen şahıs beyazlaşmış ve tepeleri kelleşmiş saçları ve paspal giyimiyle bile "arzumu boşa beni al" dedittirdi, inanılmaz bir karizma var adamda. kendisi mehmet günsür'den sonra türkiye'nin en yakışıklı ünlü erkeği seçmek üzereyim ama küçüklüğümden beri gelen tarık akan aşkı önümü tıkıyor.


all in all, bugün sevdiceğimin de iş için buraya gelmesiyle gezimi daha mutlu bir şekilde devam ettireceğim. ama burda yaşamak derseniz, o konuya sanırım mecbur kalmadıkça sıcak bakmayacağım. o kadar çok şey alıyor ki bu normal taksicisi bile olmayan şehir insandan, bunları compensate edebilmesi zor gözüküyor. money talks elbette, her akşam iş çıkışı leb-i derya'da apple martini içebileceğim bir hayatım olacaksa be my guest; ama şu içinde bulunduğum durum itibariyle ben istanbul'a sadece gezmeye gelmeye, ve donmuş gözlerle karşıyı izleyen insanlara inat, karşıya her dolmuşla geçişimde turist gibi biraz sağdan biraz soldan manzaraya kesik atmaya devam edeceğim.

Thursday, February 7

gidiyorum sevdiceğim yüreğimde


öğrencisiz günlerimizde ofiste artık işi iyice seda sayan programı moduna sokmuş durumdayız. dün herkesin evden yiyecek birşeyler getirmesiyle traditional pot luck günüydü, an itibariyle de size bu satırları yazarken bir yandan türk kahvemi yudumlamaktayım. bu öğrencisiz günlerin bize (bütçemize) en büyük zararı, her öğlen ankuva'da yenilen yemekler oldu bittabii. onun dışında sessiz koridorlardan kimsenin şikayeti yok. bugünün tek olayı ünitemizdeki speaking hocalarının değişmesi ve yerlerine bir adet college boy stereotipi kaslı sarışın amerikalıyla bir adet kibarlıktan kırılmak üzere olan ve sürekli kitap okuyan -yine amerikalı- bağyan gelmesi oldu. ben hazırlamam gereken bütün power point presentationları bitirmiş bi insan olarak sıkıntıdan yine bloguma sarıldım; ancak aslında eve gidip makineden çıkan kıyafetlerin istanbula götürülecek olanlarını ütülemek ve çantaya yerleştirmek gibi sıkıcı işlerle uğraşmam gerekiyor. valizimi aşkla ve anılarla doldurup yarın düşüyorum yollara, gelince yazarım. ben yokken yaramazlık yapmayın, sütünüzü içmeden yatmayın.

Monday, February 4

Greek vs Italian

A Greek and Italian were arguing over who had the superior culture. The Greek says, "We have the Parthenon."

Arching his eyebrows, the Italian replies, "We have the Colosseum."

The Greek retorts, "We Greeks gave birth to advanced mathematics"

The Italian, nodding agreement, says, "But we built the Roman Empire."

And so on and so on until the Greek comes up with what he thinks will end the discussion. With a flourish of finality he says, "We invented sex!"

The Italian replies, "That is true, but it was the Italians who introduced it to women."

her ayın 4'ünde önemli bir olay yaşanması kaçınılmazdır

NASA kainata Beatles dinletecek

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 4 Şubat’ta, NASA’nın ve ünlü grup Beatles’ın kuruluşunun 50. yıl dönümünü kutlamak için, kainata Beatles’ın “Across The Universe” şarkısını çalacak. WASHINGTON - NASA’nın internet sitesindeki açıklamaya göre, şarkının yayımı, pazartesi günü GMT 00.00’da (TSİ 02.00) başlayacak. Dünya’dan 431 ışık yılı uzakta bulunan Kutup Yıldızına ulaşması planlanan şarkı, evrende saniyede 307 bin kilometre hızla “yolculuk edecek."


www.ntvmsnbc.com

prep days

iş yerindeki herkesin çok yoğun ve yorucu geçeceğini söylediği course 3 öncesi 5 günlük bir hazırlanma dönemi içerisindeyiz. teorik olarak, 18 şubat itibariyle başlayacak olan yeni dönemin hemen hemen her işinin tamamlanması gerektiği bu 5 günlük sürecin türk filmi öpüşmeleri* gibi yalandan olmaması en büyük dileğimiz ancak sabah 08.30da ofise geldiğimden beri yaptığım tek işin toplantıya katılmak ve materyal dosyamı düzenlemek olduğunu düşününce, neyin nekadar verimli geçeceğini bilemiyorum. tek bildiğim, öğrencisiz buraların çok huzurlu olduğu, ve cuma akşamı ailesi şehir dışında yaşayan üniversite öğrencileri gibi okula elimde bavulla geleceğim. bekle beni istanbul, 4 günlüğüne kendimi kaosun içine atmaya geliyorum.

*türk filmi öpüşmesi: dudaklar sımsıkı kapatılmış bir şekilde birbirine yapıştırılır, başlar senkronize olarak sağa sola çevrilir.