Thursday, April 30

an itibariyle

müzik ve film arşivinin büyüklüğü nedeniyle insan sıfatı edinmekten hayli uzak olan, dün bomba haberleri etrafı sardığında beni merak edip aramış tek arkadaşım tyra'nın bilgisayarından sizlere sesleniyorum. kendisine ev hediyesi olarak almış bulunduğum shakerda yaptığı adı bulunmayan içkimizle röyksopp konserine nasıl gideceğimizi konuşuyor, inanılmayası bir şekilde 15 türk lirasına alınmış goldfrapp konser dvdsini izliyor ve yarının tatil olması sevincini paylaşarak çoğaltıyoruz. hep özendiğim "şu an bilmemkim bloggerın bilgisayarında yazıyorum ve biz eğlencenin amına koyarken siz bu satırları okuyorsunuz" havasını ben de atıyorum nihayet oley! günün anlam ve önemini belirten foto aşağıdadır, arz ederim.

Wednesday, April 29

bugün şöyle şeyler oldu

dün gece 1 civarı zar zor uykuya daldıktan sonra manasız bir şekilde 2buçukta uyanıp 5buçuğa kadar tekrar uyuyamadığım ve okula gitmek üzere 7de uyandığım için ruhsal olarak olmasa da fiziksel olarak akşamdan kalma bir haldeydim bugün okulda. dersim olmadığından ofisteki işlerimi bitirip spora gitme hayalleri kuruyordum ki hepinizin duymuş olduğunu tahmin ettiğim canlı bomba mevzusu yüzünden ortalık karıştı okul tatil edildi. milleti 35bin kişi arıyor haberler ilk duyulduğunda iyi misin falan diye; ben ezik gibi kendim arıyorum annemi ablamı duyarsanız merak etmeyin diye. sevgilim zaten götündeki pirelerle ilişki halinde o saatlerde. neyse sonuçta eve geldim, yemek yedim, kafayı vurduğum gibi uyuyakalmışım. rüyamda okulda sınav var, ben gözlem yapacağım sınıfta görevli olmadığımı duyuyorum gidiyorum nedir diye neymiş efendim yeni nişanlanan bir hoca varmış ona hediye alacakmışım. bu esnada eczaneye gidip ilaçlarını alamazsın diyor müdür, ben de diyorum ki yok ben zaten ilaç için değil güneş gözlüğü almak için gidecektim eczaneye!? neyse sonra bu nişanlanan herifin olduğu sınıfa giriyorum, sınıfta kadim dostum ayfer de var ve kopya çekmeye çalışıyor. sonra bir uyandım ertesi gün oldu zannederek, nasıl bir panik, yataktan nasıl kalktım saate nasıl baktım okul yarın da tatil edilmiş mi diye bilgisayarın başına nasıl koştum belli değil. varmış yarın okul. ok kib öpt by.

battle of the bands

sex pistols: türk insanının dizideki karakteri gerçek zannedip onu yolda görünce dizideki adıyla seslenme, kötü bir karakterse çemkirme falan gibi dangoz ötesi hareketleri vardır ya. korkarım gün olur sarah jessica parker'ı yolda falan görürsem 'carrie' diye bağırarak yanına koşma potansiyelini ben de taşıyorum.

the bird and the bee: dizi dedim de, aylardır perşembe günleri pek çok türk kadınını ekrana bağlayan aşk-ı memnu isimli dizinin bir bölümünü izmirdeyken izleme fırsatım oldu. başından izlemediğim için merakla soruyorum: dizinin başında şu ailemizi ve ahlakımızı koruma adına icat edilen işaretlerden içinde gay karakter bulunan ya da sexten bahsedilen her türlü yabancı dizinin başına konulan "çocukları ve gençleri ahlaksızlığa sürükler böyle de bir terbiyesiz yanı vardır" işaretini bu diziden önce de koyuyorlar mı? tırnaklarından bile homofobiklik fışkıran yobazların fatih ürek ve bülent ersoyu bağrına bastığı bir ortamda hiç ümidim yok ama, en azından kendiyle aynı cinsiyete sahip birine aşık olan insanın yüzüne tükürüp; koynuna girdiği adamın yeğenine, adamın koynundan aşk mesajları atan bir kadınla yattığı yere sıçma deyiminin canlı kanıdı olan bir erkeğin imkansız aşkını gözleri dolarak izleyen yurdum insanı için ikiyüzlüden daha güçlü bir terim bulunmasını talep ediyorum türk dil kurumundan.

massive attack: yolda yürürken, bir mekana girildiğinde falan birbirini bu kadar süzen başka bir millet daha var mı yoksa bu bizim kültürümüze has bir olay mı bilmek istediğim bir şey de bu. hele kadınlar. mağazada kıyafet deniyorsun kabinden çıkınca tüm gözler sana dönüyor. neyi kovalıyorsun kadın? üzerimdeki kıyafetten reyonlarda, bacağımdaki selülitlerden sende de var.

REM: televizyon karşısında sızarak değil de bilinçli bir şekilde uyumaya çalıştığım zamanlarda bazen vücudumun yavaştan uykuya geçiş yaptığı ama beynimin dinç olduğu anlar yaşıyorum. anestezili olup her şeyi hissetmek gibi bir hissi var, dehşet bir şey.

butthole surfers: bence tarkan'ın yıllardır arkasından ayırmadığı koruması en az tarkan kadar ünlü.

red hot chili peppers: saniye göstergesi duraklayarak değil de akarak ilerleyen saatler zamanın su gibi akıp geçtiğini acımasızca gözümüze sokan çok hüzünlü şeyler. sevmiyorum onları. pis saatler onlar.

Monday, April 27

poor voodoo girl

cumartesi gecesi tyra ve na-jay'le pis odtülü mekanı drunkta strawberry margarita, cosmopolitan ve martini içip sex and the city kıvamı sohbetlerle kendimizi manhattanda hissetmeye çalışırken tyra son zamanlarda duyduğum en güzel haberi çat diye verdi: "röyksopp efes one love'a geliyormuş". bundan sonraki yarım saat boyunca sevinç çığlıkları atan ben, eve gelip biletix'in sitesinde 21 haziran tarihini gördüğümde ağlamaklı oldum. buradan yetkililere çemkiriyorum: neden pazar? şu hayatta canlı izlemeden ölmek istemediğim 5 gruptan biri olan röyksopp hangi akla hizmet pazar gecesi çıkartılır sahneye? 22 haziran pazartesi 08.50de işbaşı yapmak zorunda olan bu kız geceyarısı otostopla ankaraya dönmeye çalışırken başına geleceklerin hesabını kim verecek?


bak nasıl da beni gösteriyor
"seni istiyorum bu konserde" diyor.
böhü.

Saturday, April 25

emre aydın'dan açık özür

sevgili emre,
seni sevmem bilirsin. 13 yaşında aşık olmuşsun bir kıza yemişsin kazık yazmışsın romantik prens yaşar tribinde 10 şarkı paraya para demiyorsun. şarkı söylerken çıkardığın genizden gelen garip seslerin ve 'ingiltereden yeni döndüm de hocam' modundaki diksiyonun da tüylerimi diken diken ediyor. ama bir emoluk mevzusu var ki ben sana haksızlık etmişim emre. seni türkiyedeki emoların başı sayarak seninle bu sayfalarda dalga geçmenin bedelini ağır ödüyorum şimdi. ama sen de bana hak ver, çocuk ilk albümde sabahtan akşama kadar evde 31 çekip strateji oyunları oynayan turkish geek modundaydı. ben ne bileyim içinde gizli bir emo barındırdığını?
neyse, artık gerçek liderinizi bulduğumdan bütün samimiyetimle senden özür diliyorum ve bloguma izmirde emo saçı yapan kuaförleri aratarak gelen çocukları artık sana yönlendirmeyeceğime and içiyorum.
voodoo


türkiyedeki emoların gerçek lideri
manga grubunun özünü bulan gitaristi

Cobie Smulders

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol.13





Michael Vartan

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 22



Friday, April 24

görmemişin tatili 1. sezon final: eve dönüş

biletimi aldıktan sonra "6 gün çok mu oldu sıkılır mıyım acaba?" diye düşündüğüm izmir gezimi, vakitsizlik nedeniyle vapura binemeden, o tarafı daha fazla seviyor olmama rağmen karşıyakaya gidemeden ve rakı-balık yapamadan bitiriyorum. üstelik bugün hava bir 23 nisan klasiği olarak kapalı ve sevimsiz olduğundan maça bile gidemedim. 3 bölümle özetleyebildiğim gezim yarın 15.30da eski efes otelinden havaş otobüsüne bindiğim anda sona eriyor diyebiliriz.

nihayetinde vardığım sonuç bir şehrin içindeki insanları ne kadar etkilediği olacaktır. mesela burda tüm insanlar rahat ve telaşsız. hızlı yürüyen bir tane insan görmedim sokakta. 'relaxed' kelimesinin tam anlamı yaşanıyor. örneğin otobüs geliyor, ön taraf nasıl sıkışık insanlar binemiyor falan, bakıyorum arka taraf bomboş. ortada biryerlerde kimse ilerlemiyor ama işin garibi ne şoför, ne de binmeye çalışan insanlar "arkaya ilerler misiniz?" falan gibi çıkışlarda bulunmuyor. o ne lan? ankarada kavga sebebi. manyak mısınız yürüsenize işimiz gücümüz var! ilginç yani. bir de yaşlılara hiç yer vermedi gençler benim bindiğim otobüslerde çok ayıp.

bir de şu konuda anlaşalım. işyeri ve evinin muhitleri sebebiyle bırakın kıyısından geçmeyi denizi görmesi bile mümkün olmayan, hayatında boğaza karşı ne bir balık yemiş ne bir içki içmişliği olan, köprüden geçerken bile sağına soluna bakmaya tenezzül etmeyen istanbul vatandaşlarının "olum ankarada deniz yok ama" argümanı biraz komik oluyor. 'denizi olan şehir' edebiyatı yapmaya izmirlilerin sonuna kadar hakkı var bunu net olarak anladım ama. tam bir deniz kafası var burada, ankaraya gelip "sokaktan her dönüşümde karşıma deniz çıkacak zannediyorum" bunalımını yaşayan izmirlileri iyi anlıyorum artık.

anneannemin evinden denizi izlerken çocukluğuma, o zamanların hayallerine ve duygularına göç ettim bu akşam. izmir hep o zamanlarla kalacak sanıyorum aklımda, içimi buracak. kesinlikle yaşanılası bir şehir; ancak bence insan diğer insanlara değil de kendine dönük yaşama kararı aldığında gelmeli buralara. tipik 'emekli olunca bir ege kasabasına yerleşeceğim' tribi. o zamana kadar ise -kimse algılayamasa da, inadına; zira 'haydi hisset bu hislerimi' demeye alışkınız ya- varolsun toprağın taşın ankara!

Wednesday, April 22

görmemişin tatili 1. sezon bölüm 1: ilk izlenimler

arkadaş amma işsiz güçsüz adam var bu izmirde. herkes gamsız herkes rahat. tunalıdaki cafelerde tek bir masa göremeyeceğin gün ve saatlerde kordondaki mekanlar full çekiyor. ilk şaşkınlığım budur izmirle ilgili.

ikinci şaşkınlığım: her saniye bir fashion crime yaşanıyor bu şehirde. abicim güzel diye nam salmışsınız ama kimse giyinmeyi öğretmedi mi size? sokağa bir çıktım 10 kızın 8i kısa şort üstü bol gömlek altına -wait for it- ugglarla geziyor ve hava 25 derece! manyak mısınız? yakında çıkar egeliler süreki zeytinyağı yediğinden kalpleri çok sağlam ama ayak pişiği hastalığına yakalandılar diye demedi demeyin. şimdi berrakcığımın neden ugglara sürekli çemkirdiğini anladım, bu kızlara giyinme işini öğretme görevini de eğer kabul ederse kendisine vermek istiyorum.

onun dışında gezdim tozdum çok yürüdüm çok içtim (çünkü burda herkes sürekli içiyor) bir de kitap fuarına gittim. çok manav var burda o dikkatimi çekti bir de sokaklarda sürekli kokular var çiçektir yemektir böyle de bir gözlemim olmadı değil.

Sunday, April 19

görmemişin tatili 1. sezon pilot: uçuş notları

cuma günü ankara 9 derece, cumartesi izmir 25 derece. biliyorum cumartesi ankara da sıcakmış ama yaşadığım mutluluğu tahmin ediyor olmalısınız.

sabahın 6sında kalktım yola çıktığım cumartesi, heyecandan değil "uçuştan 1,5 saat önce havaalanında olunuz" saçmalığı yüzünden. mal gibi bekliyoruz abi nedir bu eziyet. hayır bunu bilmeme rağmen yine tam bir yaşlı insan kafasıyla ne olur ne olmaz dedim ve söz dinledim o komik.

en büyük acı da o tüm ihtişamıyla sizi karşılayan "dış hatlar" kapısının yanından geçip ezik gibi iç hatların önünde inmek. her yaz avrupaya alışverişe gittiğimden değil de mobiliteyi kaybetmek fena koyuyor insana bir kez daha anladım. pegasustan izmir bileti: otobüsten daha ucuz, havaalanında sabahın köründe iş arkadaşını görüp "where are you going?" sorusuna "london" cevabını aldığındaki kalp ağrısı: paha biçilemez.

şurada sinir ve keyifle anlattığım hikayenin benzerini check in esnasında yaşadım. kadın prosedür icabı hastalık sağlık allah ne verdiyse sorgularken şöyle bir cümle kurdu: "evliyseniz hamilelik durumu var mı?" evli değilsem ve buna rağmen hamileysem allah belamı versin ve o uçağa binip düşük falan yapayım ki dünyaya bir piç getirmekten kurtulayım. oha bundan da bunu mu çıkarttın demeyin, sözcüklerin altındaki gizli anlamların hastasıyım.

binmeye binmeye bir adet uçak fobisi oluşturmuşuz bünyede bu arada, hayırlara vesile olsun. bir de bavulunun dönen zımbırtıda gözükmesini beklerken össden çıkacak çocuğunu bekleyen anne moduna bürünen tek insan ben miyim?

[45 dakikalık uçuşu bu kadar anlattıysam, yarın berraque'la izmiri fethedişimi ne kadar anlatacağım siz düşünün.]



Friday, April 17

call the police there's a mad girl in town

çocukluğumdan beri her sene "grandparent" ziyareti amaçlı gelip gittiğim izmire, bu defa 1 haftalık tatilimi fırsat bilip turistik amaçlarla gidiyorum. her türlü aktivite önerisine açık olduğumu ve 1 saniyemi bile gezmeden geçirmemeyi planladığımı bilgilerinize arz ederim.

Thursday, April 16

skinny legs

voodoo girl's "unreachable dreams" series volume 1

hayatım boyunca şöyle kısacık şort altına bot giyen kız olmak istedim ama benim boyumun tamamı artı kolumun inceliği eşittir bu bacaklar olduğundan dream on diyoruz.

Wednesday, April 15

Flüd Watches - The Boombox

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 3

in theatres today

weather man: tam da "gündüz çıkarken yanına aldığın ince hırkanın akşamları sana yetmemesi havası"nın bizleri karşıladığını yazmayı planlıyordum ki, ben bunu yazana kadar tekrar götümüz donmaya başladı. 'global warming' diyerek kaçak dövüşüyor ve olayın ayrıntısına girmiyorum.

slc punk: mensubu olduğum üniversitenin mini mini hazırlıklarına ingilizce konuşmayı daha iyi öğretsinler diye getirilen speaking hocalarının en büyük zevki, üniversitemiz bünyesindeki sergilerin açılışlarına gidip şarap içmek. leş misin arkadaş? işte tam da bu yüzden sanat için sanat yahu, düşünsene sen bilmemkaç zaman didinmiş ortaya bir iş çıkartmışsın adam sadece beleş şarap var diye sergiye geliyor. bunların daha beter türk versiyonu şaraplı ekmek için kiliseye giden güruhtur ki bunlar pantolonuna zincir takıp kaldırımda bira içmeyi marjinallik zanneden güruhla yakın ilişkiler kurarlar. gördüğünüz gibi bu işin dini ırkı yok, paçoz heryerde paçoz.


righteous kill: Hürriyette çıkan bir haber "ilişkiyi reddeden eşini dövdü" diyor. alttaki okur yorumlarından biri ise "Türkiyede sadece kadınların ihtiyaçları var, erkekler insan deyil sanki..." buyurmuş. gördüğünüz gibi bazı şeylerse only in Turkey.

green street hooligans: bir yabancıyla bir türk biraraya geldiklerinde yapılan ilk hareket hiç şüphesiz karşıdakine türkçe küfür öğretmektir ya. ikinciyi de şu: o milletin türkiyede oynayan-oynamış olan futbolcusunu sormak. çok mühim bir ortak noktaymış gibi heyecanlı heyecanlı konuşuyoruz ya, bayılıyorum o akdeniz ruhuna bazen.

million dollar baby: şimdiye kadar gördüğüm en güzel araba yazısı "no baby on board - durex" stickerıydı romanya sokaklarında karşılaştığım. zaten o "arabada bebek var" yazılarına anlam veremiyorum. yani arabada bebek olmayınca korna çalmak, sıkıştırmak, taciz etmek serbest mi? bebek olmasının ne gibi bir fark yaratması gerekiyor bilemiyorum.

the illusionist: soda içince midenin rahatlaması inancını kafam basmıyor. o çıkardığınız gaz zaten sodadan aldığınız gaz değil mi?

finding nemo: servise binip de hiç arkalara gitme teşebbüsünde bulunmayıp çat diye ön koltuklara oturduğum ilk gün tam olarak öğretmen olduğum gündür.

ilüzyon bir maç


bu futbolsa bizim ligde izlediğimiz ne?


başlığı da gol olmayan pozisyonda "gooooooool" diye böğürüp bahane olarak
"çok ilüzyon bir pozisyondu sayın seyirciler" diyen anlatıcıya ithaf ediyorum.

Saturday, April 11

bloglarımızda görmek istemediğimiz türden davranışlar

wykka hanım mimlemiş efendim, diyor ki blog dünyasında hoşumuza gitmeyen değişmesini istediğimiz neler var. aslında benzer bir konuya şurada değinmiştim; ancak istek üzerine şöyle şeyler ekleyebiliriz:

- blog yazan insanların "şu konuyu yazanlar, şunu yapanlar çok banal" gibi söylemlerde bulunmasına çok kızıyorum. kendileri "bu benim blogum dolayısıyla bu bu konuları yazmamak gibi bir seçeneğim var ve bunu kullanıyorum" kafasını yaşarken nasıl başkalarının da aynı şekilde istedikleri şeyi yazma özgürlüğüne sahip olduklarını basmıyor beyinleri anlamak çok güç.

- blog yazmanın bir misyon olduğunu düşünen, "bizim bir sorumluluğumuz var" kafasındaki insanlardan hazzetmiyorum. bunlar genelde ünlüler için de "topluma malolmuş" yorumlarını yapan tayfadır ve bence çok komiktirler çünkü şurda iki satır yazıyoruz diye dünyayı mı kurtarıyoruz beyin fakiri misiniz ego bankası mısınız nesiniz yani.

- commentlerdeki yorumlardan mahalle kavgası çıkartma potansiyeli olan yazarları sevmiyorum. yani bana çok ikiyüzlüce geliyor iyi şeyler yazılınca "halkım beni sizler yarattınız" triplerine bürünüp eleştiri aldığında "ben var ya seni naparım" moduna girilmesi. bloglara girip klavye delikanlılığıyla saygısızlık yapanları kasdetmiyorum elbet, gayet medeni şekilde karşı görüş belirtenlere saldırılmasına lafım.

- bana göre blog bir kendini tatmin şekli. dolayısıyla okuyucu sayısı arttıkça bu işin başkalarını tatmine dönmesi bence saçma. 'follower' sayısını takıntı haline getirmiş, okuyucularından tarikatmış gibi bahseden, 'ben aslında kitap yazacağım ilerde sayın seyirciler beni izlemeye devam edin' karakterinde bloggerlar bence baya saçmalıyorlar.

- son olarak "geçen çokh manyaq bi olay oldu herkez sıchtı gülmeqten" insanlarının bence blog yazması değil yaşaması bile sakıncalı.


bloglar kişisel ve amatör kalmalı diyerek yazıma son verirken konuyla ilgili çemkirme potansiyelini yüksek gördüğüm berrak, gülş, jelatin, mellö ve puccanın yazmasını dilerim. "sen beni bilmiyorsun bir çemkiririm karşıki dağlar duyar" diyen varsa başka buyursun bittabi.

şaka gibi

saatlerce spor yaptığım ve 5'e kadar uyanık kaldığım bir gecenin ertesi günü öğlene kadar mışıl mışıl uyumayı beklerken sabahın 9buçuğunda yandaki apartmandan gelen inşaat sesleriyle uyanıp televizyonu açtığımda gördüğüm ilk şeyin yılın en sinir bozucu reklamı ödülünü şimdiden garantileyen 'adios' reklamı olduğunu gördüğüm an anlamalıydım kuponumun inter maçı yüzünden yatacağını.

Friday, April 10

totem bir iki bir iki

tam şu saniye yeni bir totem deniyorum. normalde beşiktaş'ın beni strese sokan bir maçı olduğunda kimseyle maçla ilgili konuşmam, iddiaya girmem, oynadığım iddaa kuponundan kimseye bahsetmem. bu sezon sivasspor maçında uyguladım tüm bu totemleri, avantajlı sayılabilecek bir durumda döndük ancak nihayetinde 3 puan alamadık. dolayısıyla:

ben yaklaşık 5 dakika sonra başlayacak maçtan çok tırsıyorum. 100. yılda sergen'in golünden sonra inönü'de zamanın duruşu ve gözlerimden süzülen mutluluk yaşlarından beri yüzümüz gülmedi. "acaba bu sene mi?" heyecanına bile giremiyorum korkumdan. ve bu maç için içimde bir sıkıntı var. unutmadan, iddaada ilk yarı kocaeli - maç beşiktaş oynadım.

eğer bu totem geri teperse göt olup kendi blogumda kendime küfretmem çok olası. maç sonrası editte görüşmek dileğiyle, esen kalın.

günün editi doghonun maç sonrası smsinde saklı:
senin totemini yerim.
TUTTUUUU LAAAAAAAN

Thursday, April 9

dejenere diş fırçaları

işbu resmini görmekte olduğunuz colgate 360 diş fırçası reklamı bu aralar anlamlandıramadığım reklamlar listemin üst sıralarında. reklamda bu yeni moda diş fırçası aynanın önünde kasım kasım kasılırken iki adet ezik eski diş fırçası muhabbet halinde. erkek anlatıyor işte göte bak başa bak kıvamında kıllara bak dil temizleyicisine bak falan. yanındaki de dinliyor. saçmalık şurda: yanındaki ekürisi dişi. dinliyor dinliyor sonra birebir "oh, stop it!"ten çevrilmiş "ah, kes şunu" repliğini bir batıkent gülü edasıyla söylüyor, herifi çapkınca aşağıya itiyor ve reklam bitiyor. şimdi anlayamadığım bu dişi diş fırçası bu repliği söylerken niye kırıtıyor? yanında kız varken başka hatuna salyası akan godoş erkek diş fırçası çok mu sempatik? bu diş fırçası pornosu tipli reklam niye içimizde satın alma duygusu oluştursun? süreniz başladı.

Tuesday, April 7

voodoo girl'den acımasız gerçekler 1

sevgili kendini vücut geliştirmeye adamış, vücudunun her parçası ayrı bir kas yumağı olan, belleri pek çok kızınkinden ince, ultra geniş omuzlu ve küçük kafalı erkekler,

buradan bakıldığında pipinizin küçüklüğünü telafi etmeye çalışıyormuşsunuz gibi gözüküyor.

Monday, April 6

emoizm


annemi babamı sevmiyorum anlıyo musun?

sidekicksass

sean hayes



neil patrick harris


jim parsons



jon cryer

faculty

department of international relations: geçen gün televizyonda aile fotoğrafı mevzusunu gösteriyorlar obama falan. bizimki de yancı direk. işte 'sıcak sohbetleri gözlerden kaçmadı' tadında alt haberler. olayın siyasi boyutunda değilim de çok komik değil mi abi obama lisenin popüler çocuğu tribinde herkes onunla sohbet etme yarışına giriyor. bence çok komik.

department of graphic design: küçüklüğümüzde şu anda adını hatırlayamadığım bir çizgi film vardı, insan vücudunun işleyişini anlatırdı. efsane. aklımda kalan bir bölümünde gözümüze bir şey kaçtığında sulanmasının sebebi olarak mikrop kapmasın diye ellerine fırçayı kovayı alan işçilerin gözlerimizi yıkaması gösterilmişti. über eğitici ve fantastik bir çizgifilmdi hatırlayan adını söylesin lütfen.

department of molecular biology and genetics: servise binip yanındaki koltuğa kimse oturmasın diye çanta/defter-kitap koyan, kaldırsın diye tepesinde bekleyince de kaş göz devirerek bir zahmet kaldıran insanları saçından tuttuğum gibi servisin camına yapıştırmak istiyorum. bu nasıl bir aymazlık, nasıl bir saygısızlık, nasıl bir yetiştirilme biçimi.

department of communication and design: uyandırayım, ortak bir eski sevgilisi olan iki kızın konuşacak çok fazla konusu oluyor.

department of performing arts: alışveriş merkezlerinde, futbol sahalarında falan maskotlar var ya. işte onların içindeki adamlarla konuşup nasıl kafalar yaşadıklarını öğrenmek istiyorum.


department of psychology: hafızalar içinde en 'acı koyan'ı koku hafızası bence.




Sunday, April 5

numb3rs

çılgın kutlamalarımıza odaklanmış olduğumdan doğumgünü mevzusunun diğer yüzüyle alakadar olamamıştım - ta ki blogger profilimi açıp "Age: 26" yazısını görene kadar. bir tokat gibi indi yüzüme. 26! bekle beni 30 somethings, koşar adım geliyorum.

ne havası

öğlene doğru kalkıp upuzun bir kahvaltı etme havası.
tunalıda amaçsız dolaşma havası.
tribecanın çakma bahçesinde bir bira içme havası.
nargile eşliğinde maç izleme havası.

Friday, April 3

kutlu doğum haftasonusu

bugün resmi olarak başladı.
çünkü 'doğumgünü 4 Nisan'.
oh yeah.

Thursday, April 2

hayat bana neler öğretmiş

godsyciğimin gözü en son mimi ne kadar uzun yazdığıma bakıp korkmamış olacak ki bu hayattan neler öğrendiğimi yazmamı istemiş. iki gün sonra 25 yaşında yüzbinlik araba günlerini tamamlayacak bir insan olarak şöyle buyuruyorum:

* ikili ilişkilerde kaçan kovalanır.

* isteğe göre ikiden fazla kişilik de olabilecek ilişkilerde kız vermek istedikten sonra alacak bir erkek her türlü bulunur.

* yasak olan hep daha çekicidir. bunu yemek düşünerek yazdım ama yukarda başlayan contexte göre yorumlayanlarınız da olabilir.

* büyüme/olgunlaşma hiç bitmez. 'tamam ben oldum' dediğin her ana ilerleyen senelerde götünle gülersin.

* enerjiyi idareli kullanmak gerekir. benimki bitti mesela çok pişmanım.

* hiçbirşey tesadüf değildir, biz farkında olmasak da herşeyin bir sebebi vardır.

* güzel şeyler planlanmadığında başa gelir. o yüzden yılbaşı geceleri hiç eğlenemezsin mesela. ya da sarhoş olmak istediğinde 70lik devir bana mısın demez ama hiç öyle bir niyetin olmadığında bir miller seni sarhoş eder.

* herşeyin başı sağlıktır ama para da über önemlidir.

* en klişesini ama en önemlisini sona bıraktım. herşey geçer, herşey unutulur. zaman herşeyin ilacıdır. her.

aa ne ayıp

haber hürriyette 'şaşırtan araştırma' başlığıyla yayınlanmış:
İngiliz bulvar gazetesi The Sun'ın yaptığı araştırmaya göre her 10 erkekten 9'u televizyonda pornografik görüntüler izlemeye ilgi duyuyor. Ancak kadınların durumu daha ilginç. Kadınların yüzde 66'sı da televizyonda erotik filmler izliyor.

şimdi bunun neresine şaşırıldı ben onu anlamadım. kadınlar insan değil mi, sex yapmıyorlar mı, erotizmden hoşlanmamaları mı gerekiyor? hayır "10 kadından 8i en beğendikleri film olarak jenna loves roccoyu gösterdiler" gibi bir sonuç çıkmış olsa güzel kadın sıçmaz inancını bünyeye kabul ettirmiş birtakım erkeklerin vereceği tepkiyi anlayabiliyorum da bu nedir kafam basmadı.

Wednesday, April 1

me, myself and I

dünyanın en klişe başlığıyla yeni bir mime imza atıyorum sayın seyirciler. pek sevgili i'm not your freud mimlemiş, anladığım kadarıyla kendimi anlatıyorum. bayılırım. nasıl anlatsam nerden başlasam bilemediğim için bir kısmını mimciden esinlenerek yazdım.


- bakın yukarda başladım bile. kendimi anlatmaya bayılırım. tipik bir akrep yükselenli koç burcuyum, hep ben haklıyım, en süper benim. götüm kalkmaya müsaittir ancak bilmediğim mevzuda ahkam kesmem keseni sevmem.

- müthiş takıntılarım vardı eskiden, azaldı şimdi. bir şey dinlerken volume göstergesi tek sayıda durmalı gibi mesela. giyinirken üzerimdeki bir renkten mutlaka başka bir yerimde olacak öyle bir uyum takıntım vardır. donumun ipliği bile olsa yeter, alakasız tek kalan bir renk olmamalı.


- çok sinirliyim. bir anda patlarım noluyo lan dersiniz. sinirliyken gözüm kimseyi görmez. çok pis kalp kırabilirim ama sonra geçer.

- benliğimin parçası olan bazı konularda felaket faşistimdir. ankaraya, atatürk anadolu lisesine, hacettepe üniversitesine falan laf söyletmem.


- bazı konularda çok dar kafalıyım. emre aydın dinleyen insan yanıma yaklaşamaz. emoları odunla dövebilirim. ıssız adam seven insan sinemadan anlamıyordur benim gözümde. başka insanların 'zevkler ve renkler' diyebileceği bu gibi mevzularda bu tarz takıntılarım olabilir bazen.


- çok patavatsızımdır. düşüncelerimi hiç saklayamam. iş ortamında bile böyle olduğumdan bir gün başıma bir iş gelecek ama bakalım diyorum.


- arkadaşlığa çok önem veririm. beraber büyüdüğüm iki kadim dostumun yerini hiçbirşey tutamaz. o kadar sıkı fıkı olmasam da, arkadaş dediğim insanın, atıyorum sadece msnde konuştuğum biri bile olsa, asla arkasından konuşmam. dost kazığı atmam, hayatımda sadece bir kez yedim hiç bir zaman affetmedim.

- çok kinciyim. ne affederim ne unuturum. beddua ederim acımam.


- özünde iyi bir insanım, gerçekten bakın. haketmeyen kimsenin kötülüğünü istemem. hakedene elimden gelen her türlü kötülüğü bizzat yaparım ama.


- alışveriş esnasında bir şey görüp aşık olabilirim ve gözüm hiçbirşey görmez. onu aldım mı dünyanın en mutlu insanı olurum.


- makyaj yapmayı sevmem. özel günler dışında yapmam. kozmetik harcamam yok denecek kadar azdır ama saçıma hiçbir harcamadan kaçınmam.

- gürcülüğümden gelen renklerimi çok severim.

- duygularımla hareket ettiğim pek görülmez, mantıklıyım.


- çok sabırsızım. istediğim anda istediğim şeyi elde edemezsem hemen hevesim kaçar.


- şiddet yanlısıyım. özellikle trafikte sadece yaya ve co-pilot olarak bulunmama rağmen cinnetin eşiğinde gezerim. nefret ettiğim bir insan ölse üzülmem. tanımadığım insanlardan bile nefret etme potansiyelim olduğu düşünülünce biraz hayvanım.


- küfrederim. genelde 'sana yakışıyor' derler, hani kızlara yakışmaz ya. yakışmasa da sikimde olmaz, çok pis küfrederim.


- saygısız insana tahammülüm yok. görgü kurallarına önem veririm. toplu taşıma araçlarından inerken bayanlara yol vermeyen erkek gördüğümde falan kan beynime sıçrar.


- aptal insana hiç tahammülüm yok. herhangi bir dünya görüşü olmayan insanları yakmalıyız bence.


- yemediğim tek sebze bamyadır. abur cubura, hamur işine bayılırım. çin yemeğine taparım. deniz ürünlerini pek sevmem. yemeğimi paylaşmaktan nefret ederim. hele ilk ve son lokmalarımı kimseye vermem.


- lunaparklardan korkarım. uçan halı gibi sikko bir alette bile çığlık çığlığayımdır.

- objeler benim için önemlidir. sevdiğim bir şey kaybolsa biri ölmüş gibi üzlürüm, eşyalarımla duygusal bağ kurarım.

- saçma sosyal normlarla işim olmaz. çok marjinalim manasında demiyorum da 'desinler'ci yapım yoktur. ama yanlış anlaşılmayı hiç sevmem.


- portekizi çok severim. lizbon dünyanın en güzel şehirlerinden biri bence.


- hayatta en çok öğrenmek istediğim dil italyancadır.


- iyi giyinmeyen insan sevmem. hele erkekte ayakkabı en çok dikkat ettiğim şeydir.


- futbolu çok severim. beşiktaşa aşığım.


oha çok uzun yazmışım. baştan uyardım ama. sonuna kadar gelmiş herkesi öperim.

nil dünyası


bana göre türk pop tarihin 'girl power' felsefesine en yakın ismi tartışmasız nil karaibrahimgildir. tüm albümlerinde 'kız olma' durumunun inceliklerini bu kadar iyi anlatabilen ve hemcinslerinden bu kadar beslenen başka kimse yok bana sorarsanız, demet akalının çemkirik şarkılarını bir kenara alırsak.


ilk albüm nil dünyası'nda mesela, ki bana sorarsanız onun üzerine albüm yapmış değil henüz N.K, erkekler yüzünden ve evlenmek gerek direk kızların hayatla ilgili görüşlerinin üzerine başarıyla oynayan şarkılar. aynı albümden kek bir kadın tarafından söylenen en iyi aldatma tasviri (erkek versiyonu için bkz. hoşuna mı gitti). her kızın pelin gibi bir arkadaşı mutlaka vardır, her kız "hani zaman her şeye ilaç ya, yalanmış; hani aşklar hep gelip geçer ya, kalırmış" sözünde eski bir aşkını hatırlar, her kız aşk böceğiyken ben ona resmen aşığım hissine kapılır.


derken ikinci albüm nil fmle birlikte gitme yoksa ve akbaba gibi şarkılarla içindeki arabesk ruhu daha açık paylaşmaya başladı N.K. albümün tartışmasız hiti bütün kızlar toplandık yine "heyooo iyi ki kızız" hissini perçinleyerek zirveye tırmandı, çocuk da yaparım kariyer de orkid reklamı şarkısı olmaktan çıktı dönemin kadın hareketinin (!) sloganı oldu. ama bana göre albümün gizli cevheri müziğiyle sözlerinin tarz farklılıklarıyla yarattığı beklenmedik uyumla vahdettin idi.


üçüncü albüm tek taşımı kendim aldım aslında bağımsız aşk kadını mottosu olması için düzenlenmiş ancak yurdum insanının sevgilisizlikle özdeşleştirmeyi tercih ettiği pırlanta şarkısıyla açılışı yaptı ve aldı yürüdü. N.K koca götlü ayben'i (allah google aramaları delirecek) yanına alıp trendlere uydu, periyle yardırdı, bu mudurla kalpleri fethetti. bence o albümün de en iyi şarkısı gizli kalmış neyin var bugündü.


derken bir kaç ay önce nil kıyısında geldi, her şeyiyle taklit kokan seviyorum sevmiyorum şarkısıyla. ben bu şarkıyı ilk duyduğumda gerek ezgileri, gerekse sözlerinin anlaşılmazlığı (fonetik manada) yüzünden çok şaşırmış idim. anlamsal olarak tam bir nil şarkısıydı ama yanlış olan bir şeyler vardı. bugün gittim aldım albümü ve tümünü dinleme fırsatı buldum. ilk göz ağrısı durumlarından mı bilmiyorum da - cık - yine bir nil dünyası tadı alamadım. çok canım acıyo tam anlamıyla bir 'nil şarkısı', ikinci klibin en büyük adayı. bana tüm şarkılar "ya bir şeye benziyor ama çıkartamadım" hissi yarattı, henüz "evet en iyi şarkı budur" diyemedim hiçbiri için. yine de hatun kızın her albümü var ise arşivinizde bunun olmaması için bir neden yok.


hiçbir müzikal analiz yapmadan
müzik eleştirmeni tribinde yazı yazmayı başaran
voodoo girl

theodore the matador