Thursday, August 30

label bile bulamadım

öğlen saatlerinde televizyon karşısında sızıp 'camış' gibi 4 saat uyuduğumdan olsa gerek, hiç uykum yok; ancak yarın iş var. akşama plan da var, dolayısıyla yarın birdaha eve uğramayacağım için işe giderken ne giyeceğimi düşünmem lazım. aslında banyo da yapmam lazım, ama kuaförün saat kaçta açıldığını bilmiyorum ve sabah fön çektiremeyeceksem saçım ıslak yatmayı göze alamıyorum. sanırım hayatımdaki her şeyi 'yarın'ı düşünerek planlıyorum ve gün gelip o 'yarın' gelmediğinde, eğer ölüyken birşeyler hissetmeye devam ediyorsak ne hissederimi düşünmek korkutucu.

geçen gün bu ölme mevzusunu konuşurken, aramızdan biri amerikan filmlerindekiler gibi afilli, böceklerin kemiremeyeceği cinsten bir tabut istediğini söyledi. bir başkası da öldükten sonra böceklerden sana ne diye bir meydan okumayla bizi bu düşüncelere saldı; yok efendim ya toprağın altındayken de hissedebiliyorsak, mesela hala algılarımız açıksa öyle anlamsızca yatıyormuyuz tabutta falan gibi şeyler. ben yakılmak istemiyorum, organlarımı bağışlarım dedim, biri de kime gideceğini bilmeden organ bağışlamam, ya akp'ye oy verenlerden birine giderse mesela dedi. televizyonda aptullah caka satıyor, biz bira içiyorduk ve ben önümüzdeki (en az) 7 sene boyunca çocuk doğurmama kararımı çoktan vermiştim.

sanırım çocuklar da köpekler gibi algılayabiliyor bazı şeyleri. bu yaz öyle bir olay geldi başıma, yazlığın haşarılarından sayılan 5-6 yaşlarındaki bir çocuk geldi yanımıza, ortamdaki insanları abiler ve kızlar diye adlandıran, büyüyünce erdal acar olacağına inanılan bir tip. neyse, herkes şirinlikler yapıyor, bu kızları öpüyor falan. bak bu ablayı tanıyor musun dediler. sevmedim onu o iğrenç dedi. ben de onun hakkında aynı şeyleri düşünüyordum, ürperdim; sadece çocukların algılayabildiği bi koku mu salgılıyorum dedim.

kendi yazdıklarımı okurken bir başkasının blogunu okuyormuş gibi hissettim şimdi kendimi, 'ben'den bahsederken 'ben' gibi olamıyor muyum acaba?

Sunday, August 26

sunday morning rain is falling

haftasonları çalışmıyor olmanın dayanılmaz hafifiliği üzerime çökmüşken bile saatin 8 buçuğunda kalkarak bir rekora imza atmış olabilirim. kalktığım yetmedi bi de deli iğfal etmiş gibi blogun başına geçtim. yeni bir haberim de yok aslında, midem biraz daha iyi, ama hala doktorun söyledikleri dışında hiçbirşey yemiyorum; which resulted in the new poll on your left. [bir önceki sorgu sualimizi erol köse 3 oyla ensesinden takip ediyorken savaş ay aldığı 4 oyla kazandı, kendisini tebrik ediyoruz.] günlerdir haşlanmış patates ve pirinç çorbası dışında bişey yememekten homer simpson misali gözümün önünde burger kingler, pizzalar uçuşmaya başladı.

pazar sabahının belki de ilk kez brunch, aylaklık, gazete sayfalarında kaybolma gibi anlamlara geldiği bu kutsal günde, planım içeri gidip sevgilimi uyandırmak, dışarı çıkıp kahvaltı etmek, eve dönerken hürriyet alınmayacağı için hangi gazeteyi almamız gerektiğini düşünmek, uzun bir banyo yapmak ve uyumak. hadi bakalım.

kahve kokusunun pazar sabahına yakıştığı gibi yakışalım birbirimize oh bebek!

Friday, August 24

end of the week news

1) zehirlendim. dün işe gidemedim ve daha ilk haftadan rapor alan bir insan olarak utancımla başbaşayım.

2) haftasonu geldi, üstelik yeni çalışma hayatımın en boş ve rahat haftasonlarından biri olacak ancak hiç bir sosyal aktiviteye katılasım yok nedense, belli de olmaz hadi hayırlısı.

3) 3 aydır maaş almıyor olduğum için içinde bulunduğum "cash" sıkıntısını çözmenin bir yolunu bulmalıyım.

4) "insan aşka bağışıklık kazanır mı?" isimli bir blog yazma isteğindeyim, en kısa zamanda.

5)

Wednesday, August 22

r



everybody's changing and I don't feel right.

true love is suicide

günlerden çarşambayı, postlardan 101'i bulmuşuz farkında olmadan- zira 100. postumu havaifişeklerle kutlama planlarım vardı geçmiş olsun. bloga uğrama sıklığımdan da anlaşılabileceği gibi pazartesi başlayan yeni iş sabahları erken kalkmaya alışkın olmayan vücudumu, topuklu ayakkabı giymeye alışkın olmayan ayaklarımı ve sürekli oturmaya alışkın olmayan popomu fazlasıyla yormakta. yorgunluk dışında bi sıkıntım yok, yani işle ilgili, yoksa ne demiş ünlü düşünür ally mcbeal "Even if I did get past all my problems, I'm just gonna get out and get new ones."

canım istemiyo daha fazla yazmak.

Saturday, August 18

In China it is polite to burp at the table


bu yaşıma kadar hayatımda ilk kez gelinlikçiye gitmiş olmanın verdiği garip his orda soluduğum ve bana acaip gelen evlilik hayali atmosferiyle birleşti, en yakın arkadaşımın yarın nişanlanıyor olmasını düşündükçe içime doğan hüznü de yanlarına alıp bir kez daha yaşlandığımı anlattılar bugün bana. yarın nişan, pazartesi ise yeni kariyerimin başlangıcı varken; bizzat ben, içimdeki burukluk, boşuna yazılmış hissi veren blog cümlelerim ve ankaranın kuru havasına dönüş yapmış olmanın huzuruyla birden düzelen cildim & saçlarım, hepbirlikte voodoogirl's modern life yarattık - başımıza gelecekleri bekliyoruz.

Friday, August 17

oh la la

bu aralar boş vaktim çok olduğundan ve tatilde sıkıldığımdan olsa gerek blog sayfalarında dolaşasım, yeni yeni blog kardeşlikleri kurasım var. pazartesi iş başı yapınca bu modum değişir mi, vaktim azalır mı bilemiyorum ama; link önermek isteyenler olsun, efendim en büyük blog benim blog gel burayı oku demek isteyenler olsun hepsine açığım. templateimi de değiştiresim var ancak bu template biraz cuk oturduğu ve kimlik gibi olduğu için onu bekletebilirim. bununla birlikte yeniliklere devam adına solda bir adet anket görmektesiniz, popüler kültürün kölesiyim ve oylarınızı bekliyorum.

aries method

king kong gelse de dans etsek

az önce bir türk televizyonu klasiği olan 'yabancı diziden direk çalalım ama hiç bi referans göstermeyelim' akımının son temsilcisi olan "kavak yelleri" isimli dizinin yeni bölümünü izledim. nasıl ki bizden bir önceki nesil "evimiz hollywood'da" dizisiyle büyümüştü, biz de zamanında dawson's creekle büyüdük. dizinin türk versiyonunda, türk örf ve adetlerine uygun düşmeyeceği düşünülen öğeler ve karakterler çıkartılmış. misal, pacey'in gay olan abisi türk versiyonda efe'nin polis abisi. ilerleyen günlerde de dizinin orjinalinde rastladığımız pacey-jen (efe-mine) fuckbuddylik müessesesini türk versiyonda görür müyüz, şüpheliyim. ancak anlamadığım şey, nasıl oluyor da türk toplum değerlerini (blah blah) korumak adına gay karakterler senaryodan çıkartılırken, kızı yaşındaki hatunu hamile bırakıp üzerine imam nikahı kıyan baba karakterinde bir sakınca görülmüyor?

çakma underground parçalarla, r&blerle kendinden geçer gözüken yurdum gençliğinin gerçek yüzünün ibrahim tatlıses "cano cano" remixinde ortaya çıkmasını anlamadığım gibi, bülent ersoy'un o kadar parası olmasına rağmen neden erkekken çektirdiği filmleri toplatmadığını ve kanal d'nin ısrarla sabaha karşı bu filmleri göstermeye devam ettiğini anlamadığım gibi, sabahtan akşama kadar içki içip gece 12yi geçince bugün kandil moduna bağlayıp 24 saatliğine içkiye ara verip sonra kaldığı yerden devam eden ve kendini müslüman sayan insanları anlamadığım gibi, bunu da anlamıyorum.

ya onlar 40 fırın ekmek yiyecek, ya da ben fırıncıyı da, başımı da alıp gidicem buralardan, o olacak.

Thursday, August 16

dünya meseleleri

mevzu 1: efendim malum ben tatildeyken ankaramızda bir takım susuzluk problemleri ve skandalları yaşandı. i.melih parti üslubunu yumuşattı, "ananı da al git" yerine tüm ankaralılara "anana git" çağrısında bulundu. bizim ev bahçelievlerde olduğu için, yani alçakta olduğu için, pek bi problem yaşanmamış, ben geldiğimden beri de bi problem yok zaten. duyduğuma göre en büyük problemleri keçiören ve mamak bölgeleri yaşamış. yakışır. zamanında i.melihe oy verenler boklarında boğulsunlar da belki akılları başlarına gelir.

mevzu 2: küçüklüğümden beri aynı gazeteyi okurum. alışkanlık. onu okumayınca gazete okuduğumu anlamam. son zamanlarda tüm dönekliklerine, kaypaklıklarına, şerefsizliklerine boyun eğdim ama artık yok. artık her sabah internet sitesinden bekir coşkun okumak dışında hürriyetin tirajını artırmak yok.

mevzu 3: abdullah gül, cumhurbaşkanı adayı. "Doğrusunu isterseniz 'Göbeğini kaşıyan adam'ın zaferidir bu. Taa genel seçimlerde kararı o verdi. Çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler meydanlara dökülürken, o uzakta bıyık altından güldü, göbeğini kaşıdı ve dinci devletin yolunu açtı... Abdullah Gül tam ona göredir. Zaten onun cumhurbaşkanı olacaktır. Benim değil..." (bekir coşkun)

adamlar bitti, okeye dönüyor, ortadaki taşların hepsi onlara yarıyor, ve masanın hesabı bize, bizim çocuklarımıza kalıyor.

son.

back on track

manasız sıcaklarda ve bir kısmı manasız insanlarla geçirilen tatilimden kesin dönüş yapmış bulunuyorum. ben büyüdüğüm için herkesin büyümüş olduğunu zannedip hayal kırıklığına uğradığım birkaç gün dışında, ortalama bir tatil yaptım; vasatın altında bronz ten ve eğlence içeren bünyemle ankarama geri döndüm. bu ayın 20sinde iş başlıyor, bu yüzden excited mı desem nervous mı (tyra doğrusunu bilir) öyle bir hallerdeyim. ayrıca spora başlamaya o kadar gazım ki, nike plus uyumlu ayakkabılarımı ve çipimi bile aldım, artık o kadar para harcadıktan sonra kaytarmam gibi bir düşünceye kapılarak. önümde bir adet en yakın arkadaş nişanı, bir adet bilgisayar temizleme operasyonu ve bir adet sezonun son shopping spreesi beklerken, ben uzakta olduğum sürede yorum yapamadığım bir kaç dünya meselesine eğilmek üzere diğer postuma geçiyorum, sizi de beklerim.