Wednesday, September 28

kızlar çok rerörerö

şu hayatta ilişkiler üzerine kelam eden herkesin lafını en azından saygıdan bir kez dinleyeceksek benim demet akalın'dan alıntılayıp yaşlı kafa sallamasıyla tabii tabii tepkisi vereceğim en güzel laf "herkes hak ettiği gibi yaşıyor" olacaktır. ikili ilişkilerde ters giden, damara basan, insanda sinir bırakmayan bir hareketi varsa karşı tarafın, ve ben de o karşı taraftan şikayet eden birini duyarsam aklıma hep "e sen de öyle alıştırmasaydın o zaman" demek gelir; diyemem. yani eskiden böyle yuvarlak masalarda toplanıp afili aşk ve seks hayatlarımızı konuşurken öyleydi en azından. işbu "herkes hak ettiği gibi yaşıyor" denkleminin kadın tarafını koyduğum yer genelde budur, adamın kıskançlığından / sinirliliğinden / seni kısıtlamasından falan şikayet ediyorsan önce dönüp bakacaksın ben ilişki boyunca bunları nasıl tolere ettim. 

denklemin erkek tarafıyla muhatabım ise ikili ilişkilerden ziyade "kız genellemeleri" hususunda gerçekleşiyor ve doğal olarak öyle tiplerin ağzına ağzına vurasım geliyor. misal; kızların para yemesi mevzusu. yoktur demiyorum, elbette vardır erkeklerle para için birlikte olan kadınlar, ne bileyim sürekli hesabının ödenmesini isteyen, bu tip maddi etkileri olan hareketlerle erkeklere "lan ben kaz mıyım" hissi yaratan kadınlar. vefakat adama sormazlar mı kaz değilsen neden yolduruyorsun kendini arkadaşım diye. baktın kız paranın peşinde; çek git. hem erkekliğini para harcayarak hissetmeye çalışacaksın, hem de para harcatan kadından şikayet edeceksin. onu hiç yemiyoruz biz. 

misal iki; kadınlar evlilik delisi mevzusu. yok demiyorum, bizzat tanıyorum ben de öylesi aman ne yapsak da adamları kafeslesek modundaki kadınları. ama canım kardeşim, pek sevgili karşı cinsim, "ibrahim tatlıses kafaya darbeyi yedi ya evlilik kararını nasıl kolay aldı ehi ehi" seviyesindeki esprilerinizi sosyal mecralarda paylaşmadan önce fındık kadar amını sakındı diye kıymete bindirdiğiniz, namuslu bilip evlenilecek kız kategorisine soktuğunuz kızları bir düşünseniz. o kadar rahatsızlık veriyorsa; evlilik delisi kadınla gezme, bırak, çek git. hem kendi bokunu bile temizlemekten aciz ol, anneciğinin verdiği hizmeti verecek kadın arayışın hiç bitmesin; hem de orada burada kadınlar evlilik delisi. onu da hiç yemiyoruz biz. 

şimdi o taşakları yavaşça yere bırak ve hak ettiğin kadınlarla, hak ettiğin gibi yaşamaya devam et.

gücüne mi gitti?

özledim teninin kokusunu özledim

voodoo girl's groovy life başlığına yakışır "geçen şunlar oldu şunu yaptık buraya gittik böyle de komik şeyler öpt by" tadındaki yazılarımı özledim. arz ederim.

Friday, September 23

Lazy Football Chairs

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 17


Tuesday, September 20

kadınsın sen uslu kal

sahalarımızda görmek istediğimiz hareketler.
malum futbol dünyamızın yeni icadı seyircisiz oynanması gereken maçı "kadın taraftar"lara açmak. hürriyet'ten alıntılarsak "Türkiye bugün tarihinde bir ilke imza atacak. Tribünler adeta çiçek açacak ve Fenerbahçe-Manisaspor karşılaşmasını sadece kadın ve çocuk taraftarlar izleyebilecek". bir kere bu herhangi bir sıfatın başına "kadın" getirme işine ne kadar sinir olduğumu "kadın blogger" zamanlarından hatırlarsınız. dolayısıyla "kadınlara ve çocuklara futbolu sevdirme" motiviyle yapıldığı iddia edilen bu iş kadınların futbol taraftarlığı konusunda ilginç alt metinler içeriyor. yani TFF diyor ki "kadın dediğin sütten taraftar". yok ya? sen kadına stadları sevdirmek niyetindeysen önce o stadda kadın görünce salyası akan hanzoları bir temizle, kamerasını futbolcuların sümkürmesinden fırsat buldukça tribünde gördüğü kadınlara zoomlayan lig tv kameramanlarını bir eğit, stadlardaki tuvaletleri kullanılabilir bir hale getir; ondan sonra konuşalım. seyircisiz maça "yea bunlar zaten uslu uslu oturur küfür de etmez alsınlar bebelerini örgülerini otursunlar kenarda" mantığıyla kadınları çağırmakla olmuyor bu işler. gün gelir beşiktaş da seyircisiz oynama cezası alır da dişi kartallar tribünleri doldurursa uygulamalı da gösteririz kadın taraftar nasıl oluyormuş, sıkıntı yok. amına koduğumun yalandan pozitif ayrımcıları sizi.

Tuesday, September 13

noumalar memleketi fransa

üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen azimle yazmaya çalışacağım fransa gezi notları postuna hoşgeldiniz.

reyizin reklam yıldızı olmasını kes
fransa'da ilk durağımız paris idi. tepedeki önermeden başlayacak olursak, ırkçı bir söylem değil, basit bir gözlem benimkisi. avrupa'da o kadar yer gezdim (abart) bu kadar çok kara pipiyi bir arada görmedim arkadaş. halısaha maçındaki zenciye sahadaki tüm fenerlilerin "emenike" (those were the days) beşiktaşlıların da "nouma" diye seslenmesindeki düz adam mantığından alıp yürüyor ve fransa'yı noumalar memleketi ilan ediyorum kısaca.

şanzelizenin en kral yerine dükkan açmışız hocam 
efendim biz paris sınırları içerisindeyken le marais adı verilen, sanatın ve sanatçının dostu bir bölgede kaldık. aynı zamanda gay bölgesi dediler, doğru olabilir zira herkes güzel herkes yakışıklı herkes bakımlı ve herkes stylish mi olur lan ayıp denen bir şey var. gitmeden önce aldığımız tüyolara dayanarak otel işine hiç girmedik, kiraladık evimizi mis gibi 4 gün yemeğimizi de rahat yedik çamaşırımızı da yıkadık herkese önerimdir. herkes stylish demişken, kasetçalar çantama iltifat aldığımı söylemeden edemeyeceğim düşün modanın başkentindeyiz ve benim çantam sükse yaptı yhaaa demek markafoni fransa'ya ulaşmamış zira her ay satışı var o çantaların biliyorsunuz.

o kadar alterim ki baykuş gördüm mü kaçırmam
paris'te yapın denilen her şeyi yaptık, yapmayın dediğim bir şey yok siz de yapın. yalnız louvre müzesiyle ilgili bir maruzatım var. abicim sen kossskoca müzesin, hadi ben sanat tarihi falan bilmem cahilim anlamıyorum ama kim bilir kaç tane çok değerli ve ünlü eser var içinde; sen kalkıp tuvalet yönü gösterir gibi levhalarla mona lisa reklamı yapıyorsun. orada o kadar memesini açmış kadın varken sırf çatalını göstererek sükse yapmayı başaran lisa bir havalarda, ondan sonra yüzlerce insan girebildikleri en dip noktaya kadar gidip tablonun fotoğrafını çekmeye çalışıyorlar. lan her yerde fotoğrafı var zaten madem gerçeğini görmüşsün iki çıplak gözle baksana. ben şahsen insanları yara yara en öne kadar gidip 5 dakika boyunca bir bok anlamadan mona lisa'yı izledim, oh dünya gözüyle bunu da gördüm dedim, sanata olan saygımı perçinledim geldim. 

fransa'nın delisi bu da.
ve son olarak paris'teki inanılmaz mantık hatası: suları kokuyor. hani bulaşık makinesine yanlışlıkla dibinde omlet kalıntıları olan tavayı koyarsınız da tüm bulaşık berbat bir yumurtamsı kokuyla çıkar ya, hah işte o koku adamların suyunun default kokusu. yemin ediyorum nefesimi tutarak yemek yedim o tabakların kokusundan, kokuya karşı hassas olanlar hazırlıklı olsun gitmeden. bir paragrafta 'koku' sözcüğünü 'koku' romanından bile fazla kullanarak rekor kırdığım da gözlerden kaçmasın.

gezi yazısına yediğimin içtiğimin fotosunu koymazsam ölürüm
paris sonrası ailevi sebeplerden şöyle bir güneye indik, markette 5 euroya satılan şarabın bile müptelası olduk, oradan bordeaux'ya geçtik. bence çok şirin (yok neydi yeni trend kelimemiz 'keyifli') bir yer ama 3 günden sonrası bayar ona göre ayar çekin. son olarak da lyon yaptık, ilk gün müthiş müzeler gezdik, ikinci güne alışveriş ve park bahçe keyfi planları yapmışken sabah kalkıp tarihe bir bakarsın lan uçak yarın değil ki bugün, saat 11 uçak 2de, kaçırsak parasını geçtim benim vizemin de son günü, atlarsın taksiye pegasus'un sana lyon diye sattığı bilet başka şehir çıkar 1 saat götünden terleye terleye havaalanı yolu çekersin oldu mu sana yeni evin. böyle de macera dolu hayatlarımız var.

gidek mi la


Friday, September 9

ellerim buz gibi götüm karpuz gibi

çılgın yaz maceralarımın almanya ayağını yazıp fransa'ya fırsat kalmadan işe güce gömüldüm ama ona sıra gelene kadar yazın olan başka bir olayı anlatmak istiyorum gönül dostları; 6 KİLO ALDIM. böyle büyük yazdım ki ağzım dolu dolu söylediğim anlaşılsın. tabii bu kiloların tamamı yazın alınmış değil; italya'ya gitmeden önce "skerler yeaa zaten italya'da kesin kilo alırım dönünce dikkat ederim şimdi yiyebilirim" mantığına sahip olduğumdan şubat-mart civarı başlamış olabilirim ayılaşma sürecime. ben ki klişeyi bozmayıp en ağır zamanlarımı öss'ye hazırlanırken 56 kilo olarak geçirmiş insanım, şimdi baskülde aynı kiloyu görmek nasıl koydu anlatamam. bir de dolaptaki otuz pantolondan sadece iki tanesinin içine girebildiğimi farkedince dönüşü olmayan yola o haftadan sonraki ilk pazartesi girdim -ve tabii ki pazar akşamı iskender yedim. şimdi oradan buradan, farklı diyetisyenlerden ve diyet kitaplarından topladığım bilgilerle nesfit - müsli - ızgaratavuk - sebzeçorbası - salata ekseninde yaşamaya başladım. açlık o kadar koymuyor fakar sağımda solumda burger kingler, salçalı ev yemekleri falan olunca o can çekmesi ama yiyememe hissi var ya o fena koyuyor. yine de tutuyorum kendimi, azimliyim başaracağım. bir de "ay sana yakıştı kilo yaa" "ay sen nerene rejim yapıyorsun yaa"cılar olmasa hayat daha güzel olabilir. 
kendikocagötlüdiyeherkeskocagötlüolsunisteyenkızlarbisusunartık.com