Tuesday, July 27

Sunday, July 25

arkadaş dediğin

kendinden önce karşısındakini düşünür.

aj:
asıl ben X'i çok sevdim ya yine
sen nie o bebeyle takılmıosun kankom
voodoo girl:
ne anlamda
seks anlamında mı
aj:
sikiş sokuş
hahahhaahhahhaha
voodoo girl:
terbiyesiz
aj:
yok lan sevgili gibi bööle yalandan
hahahahhahahahahahahhaha
voodoo girl:
ay yok yaa
çok alkolik
aj:
hahahhahahahaha
voodoo girl:
o da sana yazdı bence dün
sen takıl bana dicene


çok tatlıyız.

Saturday, July 24

vücuduma küfreden 137-76-69 olsa

şimdi malum yaz geldiği için vücudumuzun normalde çok gün yüzü görme şansı bulamayan bölgeleri de insan içine çıkmaya başladı. pek çok blogda ya da twitter iletisinde gördüğüm bir tavır var, birtakım erkekler çıkmış yok şişmansınız bikini giymeyin yok selülitleriniz var etek giymeyin böyle serzenişlerde bulunuyorlar. kötü vücudun uygun olmayan kıyafetle ne kadar rahatsız edici göründüğü konusuna lafım yok, ben ki en büyük kompleksleri görüntüsüyle ilgili olan bir insanım ondan bundan çok kendim beynimi sikiyorum en ufak bir kıyafet rahatsızlığında. yalnız bana koyan bu görüntüsüyle etrafa verdiği rahatsızlık yüzünden özür dilemek durumunda kalan cinsin hep biz kadınlar olması. bilmesek ülkedeki tüm erkekler üçgen, hepsinin 6-packine dondurma dök yala, tamamı tek kollarıyla belimizden tuttuğu gibi yatağa fırlatacak güçte zannedeceğiz. "türk kası" dedikleri yağlı göbekleri ve bir adım sonrasında ayıya bağlayacak oranda kıllı göğüsleri -keşke sadece göğüs olsa bazen sırt ve omuzları- ile kadınlara vücutlarını düzeltme ve ona göre giyinme dersi vermeye çalışan erkeklere bir dur deme vakti geldi. hepimizin genetiği bozuk beyler; 'bikini sezonu' gelip çattığına göre siz de elinizi sikinizi taşağınızı kaşımakta kullanmak yerine bench pressin altına soksanız daha iyi edersiniz.

Tuesday, July 20

ah be vedat abi



geçen sene bugün "mekanın cennet olsun" demiştik.
başka söz çıkmıyor ağızdan.

Saturday, July 17

David Beckham

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 31

(britlere takmışken ustaya saygı duruşunda bulunmamak olmaz)





Marisa Miller

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 21





şimdi bana kaybolan networkümü verseler

cumartesi sabahına hangover uyanmanın en boktan tarafı, ancak kendine gelebildiğin o akşamüzeri saatlerinde yeniden gece çıkma planı yapmak durumunda olmak. kimse zorla çıkartmıyor tabii ama cuma akşamı deli gibi içip eğlenmiş bünyeler arsızlıktan "bu akşam da evde takılalım" diyemiyor, biliyor ki saat 6da öyle hissedip plan yapmasa 9da bilgisayar başında huzursuzca kıpırdanmaya başlayacak. biz de kadim dostum a_janedoe ile aynen öyle bir motivasyonla bu akşam için plan yapma işlemlerine başladık. normalde dışarı beraber çıktığımız gruplardan biri düğüne, diğeri doğum günü kutlama organizasyonuna, bir diğeri de nişana gideceğini söyleyince bireysellere geçtik. biri istanbul'da, diğeri yurtdışında derken durum artık cep telefonlarımızı çıkartıp tek tek isimlere bakma ve akşamı beraber geçireceğimiz bir insan arama noktasına ulaştı. telefon defterindeki isimlerin bir kısmının kim olduğunu dahi hatırlayamadığımızı geçtim, bir tane dışarı beraber çıkalım hissi yaratacak insan bile bulamadık. meğer dün gece mekanda birini gösterip "şu çocuktaki paranın haddi hesabı yok" diyen arkadaşıma "ayarlayalım bizim kızlardan birine" dediğimde yediğim "sizin kızlar dediğin sen ve a_janedoe, sanki başkası mı var" ayarı oldukça yerindeymiş. ve hatta :((((888

Tuesday, July 13

kürtaj

sanıyorum 2. sınıftaydım, 4 senelik üniversite öğrenciliğimin ilk ve tek -neyse ki genel ortalamaya dahil olmayan zira bilirsiniz çok inektim- D notunu almayı tarih dersinde başarmıştım. sebep sınavdan kötü not almam değil; hocanın "bize bir gün canlı kürtaj izlettirmişlerdi, bir görseniz cenin neştere nasıl saldırıyor kendini koruma güdüsüyle; işte bir ülkenin kendini savunma güdüsü de böyle bir şeydir" benzetmesinden sonra elimi kaldırıp "80 tane kız öğrencinin olduğu bir amfide, aramızda kürtaj yaptırmış birilerinin de olabileceğini düşünmeden böyle bir konu hakkında bu şekilde konuşamazsınız" dememdi. hoca bana taktı olm.

verdiğim örnek hayatta en nefret ettiğim tavırlardan birini bünyesinde bulundurmasıyla ayrı bir küfür duruşunu hak ediyor. 'yaşamadığı hakkında yorum yapma sendromu' adını verdiğim, her konuda olabilecek ama özellikle cinsiyetler arası sık görülen bir durum. ahmet altan gibi, kadın olmadan / kadınlığı bilmeden doğum, regl ve bunun gibi kadınlara has mevzularda ahkam kesen erkeklerin çükünü kesip "şimdi konuş" diyesim geliyor. ben nasıl "5 ay askere gittiniz diye aman yeaa" gibi cümleler kurmuyorsam, bir erkek de karşıma geçip benim kadın olduğum için farklı şekillerde tecrübe ettiğim olaylara yorum yapmasın çok rica ediyorum.

kürtaj da bu tip artistik patinajların sık çekildiği bir alan. bir kadın zevk için, ne bileyim prezervatife para vermeye üşendiği ya da kilo vermek istediği için falan kürtaj yaptırıyor olsa saçılan salyaları bir derece anlayacağım ama kürtaj deneyimi yaşamış bir kadının ne yollardan geçtiğini, o kararı nasıl aldığını, neler çektiğini bilmeden "yasaktır, haramdır, cinayettir" argümanı yapmak bana çok kolaya kaçmalı ve şuursuz geliyor. legal süre içerisinde aldırılan parçanın bir 'can' olup olmadığı bile bilimsel olarak tartışılabilecekken satır altı motivi kadının karar verme yetkisi ve egemen olma ihtimalini ortadan kaldırmak olanların 'bebek cinayeti' sömürüsü yapmaları kanıma dokunuyor. bir kadının kendi vücuduna ve onun içindekine ne yapacağı kararı kendisinindir. böyle bir konuda, örneğin tecavüz sonrası kürtajı desteklemek ama beklenmeyen gebelikteki kürtajı desteklememek gibi sapmalarla 'haklı sebep' işine girmeye kalkarsak da çıkamayız; çünkü buna karar verecek bir otorite olamaz. dolayısıyla bana göre en net şekliyle bir devletin kanunu ya da bir dinin kitabı bir kadına bu konuda emir veremez. eğer iş "o karnındaki allah'ın verdiği candır, onu almak sana düşmez" noktasında ise bırakın allah bana konuşsun; onun yorumunu yapmak da kimseye düşmez.

kiss kiss

dünya kupası bitti, hem futbolu hem futbolcularıyla göze hitap eden ispanya malı götürdü. alttaki video arşiv niteliğinde dursun blogda istiyorum, casillas sevgilisi sara'ya röportaj verirken duygulanıyor, kendini tutamıyor ve yapışıyor dudaklara. konuşmasının ortasında sesi giden, gözleri dolan, yan yan bakarken öpmeye karar verişini net gördüğümüz ve öpücükten sonra ilkokullu utangaç çocuk edasıyla uzaklaşan casillas ve ne yapacağını şaşırıp tükürüklü yanağını silen sara. insanın aşka inanası geliyor şerefsizim. çok yalnızım be atam!

Monday, July 12

Sunday, July 11

it's not them, it's me


son uzun ilişkim bittikten sonra elimi tekrar o taşın altına koyma istediğimi kaybedişimin -şimdi bahane olduğunu anladığım- sebepleri boldu. başlarda ilişkim yeni bitmişti, tabii ki biraz zamana ihtiyacım vardı. rebound adamlarla gerçek bir ilişki yaşadığım illüzyonundan allah beni korusundu. sonrasında henüz amerikan dizilerinin bize ideal unutma süresi olarak sundukları 'yaşanan ilişki süresinin yarısı' dönemi henüz dolmamış olsa da asıl sebebin etrafta ilişki yaşamaya değer erkek bulamamak olduğunu düşündüm. gerçek anlamıyla 'dating' tecrübelerimin çok olmamasının yanında zaten tanıştığım erkeklere skordan öte bir anlam yüklemeye içim el vermiyordu. zamanın her şeyin ilacı olduğu, karşıma doğru düzgün bir erkek çıkınca kendimi hazır hissedeceğim ve buna benzer pek çok kız arkadaş destek cümleleriyle dolu kafamın olaya uyanması ise dün gece gerçekleşti. benim ilişki yaşamak istemeyişimin en büyük sebebi, kafamdaki 'ilişki yaşayan voodoo' imajının karnıma ağrılar sokuyor olması. herhangi bir ilişkide yaşanması muhtemel en ufak bir can sıkıntısı, karşı taraftan beklediğim tepkileri alamadığımda hissettiğim rahatsızlık, kalbimi sıkıştıran küçük kıskançlıklar ve bunun gibi pek çok hal-tavır içinde olduğumu hayal etmek bile tüylerimi diken diken ediyor şu an. o yüzden bundan sonra en iyisi gerçeklerle barışalım ve ben "etrafta doğru düzgün adam yok yeaa" demeyi, arkadaşlarım da yalnız öleceğimi düşündüğümü söylediğimde verdikleri "saçmalama yeaa" tepkisini bir kenara bıraksınlar. neyse ki kedi beslemiyorum, yoksa şurada klişenin allahını yapmıştık şerefsizim.

Tuesday, July 6

pıtı pıtı

bu insanı çok seviyoruz, sarılmak istiyoruz ona.



[youtube izleyemeyenler facebook'taki ali osman karaoğlu fan page'inden izleyebilirler. öyle bir fenomen kendisi.]

Sunday, July 4

atarlarımla üçlü çektiriyorum

atar 1: oldum olası 'ekmek yediği yere sıçan' insan tipinden haz etmem. bunların ilk örnekleri, üniversiteyi bitirene kadar ankara'da güzelce yaşamış, şehrin etinden sütünden faydalanmış insanlardır. bir yolunu bulup istanbul'a gittiklerinde, asmalı mescit'te takılırken kendilerini bohem hayatın kucağına bıraktıklarına inanır ve her fırsatta ankara'ya bok atarlar. herkes istediği şehri sevmekte ve seçmekte özgürdür elbette; benim katlanamadığım o 'bok atma' aşaması. sevmiyorum de geç. ama 23 seneni güzelce geçirdikten sonra istanbul'a taşındın diye "ankara sıkıcı, ankara'da hayat yok, ankara'da yaşanmaz" dersen; "sıkıcı olan sensin, gökkuşağı yolu da sana girsin" demekten alıkoyamayız kendimizi bilesin. bu ekmek yediğin yere sıçma durumunun bana göre bir diğer örneğini de az önce twitter'da paylaşılan link sayesinde okuduğum herbokubilenadam röportajında gördüm. kendisi "Biz blog’ların içinde alternatif kaldık. Bu çok acı bir şey. Ben blog’ların halini hiç iyi görmüyorum." buyurmuş. yok ya? kimse seni tanımazken, sen varlığını blog aracılığıyla ispat etmeye çalışırken bloglar iyiydi hoştu da şimdi mi bozuldu? eskiye oranla sana göre kötü blog sayısı artmış olabilir elbette, ama bunun bokunu "blogların halini hiç iyi görmüyorum" şeklinde sıvamak ne derece doğru? bu lafı "kendini çok önemseyenleri susturmaya gelmiş biri"nin etmesi de ironinin tanımı olsa gerek.

atar 2: malum dünya kupası'nda milli takımımızın olmayışı herkesin gönlündeki diğer aslanların dökülmesine yol açtı, turnuva boyunca kan bağımız olmayan takımları delicesine destekler bulduk kendimizi. yalnız maçlar esnasında ortaya çıkan bir tavır var twitter'dan takip ettiğim, "o takımı nasıl tutarsın" sendromu. sanki takım tutmanın bir açıklaması olması gerekiyormuş gibi, yok sırf mesut var diye almanya tutulur muymuş, yok italya defans futbolu oynayıp oyunu çirkinleştiriyormuş futbol aşığı bir insan onları nasıl desteklermiş. manyak mısınız arkadaşım? herkesin tuttuğu kendine değil mi nasıl kendinizde hesap sorma hakkını buluyorsunuz? ille sebepse al ben söylüyorum yarrağını yediğim ülkelerle gönül bağım olduğundan sırasıyla italya - portekiz - ingiltere benim gönlümün aslanları, oldu mu?

atar 3: bugün kentpark'ta sinemaya gittim, ekranda yer seçeceğiz kadın pembeler ve maviler boş dedi. pembeler kalp şeklinde, maviler normal. hiç de anlamadım ama sorma gereği de hissetmeden pembeli iki koltuk seçtim yan yana. salona girince ne görelim, koltukları 'love seat' hesabı yapmışlar, arada kol koyma yeri yok. bu nedir arkadaş? 2 saat film izlerken de sarmaş dolaş olmayıversin pıtırcıklar, dalga mı geçiyorsunuz? yoksa mesaj alenen "evi olmayan genç çiftlerimiz bizim sinemamızda rahatlıkla sevişebilirler" mi? ben aynı mantıkla saatlik oda kiralasam hapse atılırım ama. bu ülkede üstü kapaklı ne bok yersen ye zaten. göğsünü gere gere porno yayını yapan siteleri yasaklayıp seksi fotoğraflar için tıklayıncı siteleri haber sitesi ilan eden de aynı zihniyet. lafa gelince "en sevmediğim şey yalan, bence dürüstlük çok önemlidir" diyen de aynı yurdum insanı. sonra "beyin hücrelerinizi sikeyim" dediğimde ben küfürbaz oluyorum ama. amıklar.

Friday, July 2

dünya kupası yakışıklıları (seksi fotolar için tıklayın)

dünya kupasında çeyrek final maçlarının oynanmaya başladığı şu günlere geldiğimize göre geleneksel "voodoo girl en yakışıklı 11" listesini açıklama vakti de geldi. liste sadece çeyrek finale kalmayı başarmış takımlar göz önünde bulundurularak, futbolcuların uefa'da belirtilmiş pozisyonlarına ve 4-3-3 sistemine göre oluşturuldu.

kaleci: azzurri, dolayısıyla buffon'um ve bu seneki keşfim yunanistan kalecisi alexandros tzorvas elenerek şanslarını kaybedince kalecim açık arayla iker casillas.



defans:
1. hırslıdır, forması için çabalar, agresifliğiyle karşı takımları çileden çıkartır falan ama yiğidi öldür hakkını yeme demişler; heykel gibi adam diego lugano.



2. her fırsatta erkek dediğin kısa saçlı olur desem de yüzünün güzelliği saçlarıyla örtülemeyen martin demichelis.



3. alman ekolü hayranlığım ve sarı pipi düşkünlüğümün sonucu olarak philipp lahm.



4. kelimelerin kifayetsiz kaldığı noktada gerard pique.



orta saha:
1. bizdeki dinciler de bu kadar yakışıklı olsa ben de dini bütün bir insan olabilirdim dedirten kaka leité.



2. takımdaki yakışıklı sayısının çokluğu yüzünden çoğu zaman gözden kaçan ama bizim kalplerimizdeki yerini kaybetmeyen xabi alonso.



3. karısına bakınca "bu karıyı tavlamayı başardığına göre kesin üstün performanstır" hissi yaratan rafael van der vaart.




forvet:
1. verdiği artistik (ve çıplak) pozlarla gönlümüzü çalan lukas podolski.



2. gençliği, yeteneği ve gözünün rengine kurban olduğum fernando llorente.

3. normalde çok da beğeneceğim bir tip olmamasına rağmen sahadaki karizmasıyla beni benden alan roque santa cruz.



teknik direktör: burnundan tombala çekme görüntüleri basına sızmış olsa da kabul etmek gerek ki kupanın en karizmatik teknik direktörü joachim löw.

pretty visitors

son birkaç ay içerisinde hepinizin yakından izleme şansına eriştiği "depresyon mu hastalıktan, hastalık mı depresyondan?" ikilemimin cevabını bu son istanbul gezimde buldum gönül dostları. açıklıyorum: hastalık depresyondan. cuma gecesi açılan şaraplar eşliğinde pijama - pop şarkıları - karı muhabbeti üçgeninde başlayan, cumartesi mr dutchman ve shenem buluşmalarıyla devam edip akşama da ingilizlere atılan golle pekişen, pazar günü de bir adet deniz kenarı kahvaltısı ve sakıp sabancı müzesi gezisiyle sona eren istanbul ziyaretim beni öyle sevince boğdu ki ufak boğaz şişmeleri dışında hasarsız atlattım post-istanbul sendromumu. uzun cümlelerimdeki main idealardan daralanlar için supportlar geliyor:

cuma: kızkıza şarap eşliğinde muhabbette en namuslu, en uzun ilişki insanı, en "anne ben hiç orgazm olmadım" kişisinin 1 aydır flört ettiği adamla nihayet yatağa girdiğinde 2 sene önce ayrıldığı 5 senelik sevgilisinin adını 'fısıldadığı' ortaya çıkınca anladım ki bu işler fani + genç kızlarımız şu 'adını koyalım' hissiyatından bir vazgeçsin mümkünse. ha o güvensizliği yaratan da genellikle erkek kişileri oluyor ama buna sonra çemkiririm. nihayetinde promil pop şarkılarındaki damar cümlelerden sonra eski erkek arkadaş isimleri bağırma noktasına geldiğinde kendimi kaybetmişim, gerisini hatırlamıyorum.

cumartesi: mr dutchman sevgilisi sonisphere'de diye kıskançlık tribine giren arkadaşıma "kokuyordur o kızlar sen takma kafanı" dedim diye atarlansa da konser hengamesinde benimle stada gidip kartal yuvası'nda dolaşmama bile göz yumacak kadar şahane bir insan. off the record konuşmalarımız oldu, açıklayamıyorum. shenem ise hali hazırdaki kız kardeşim ve kadim dostlarımın yanına eklenen "yıllar önce kaybettiğim kız kardeş" statüsünde bir insan, o kadar söylüyorum. cumartesi akşam yemeğini tekneyle yanaşılıp süpriz doğum günü kutlaması yapılan bir italyan restoranında hasetler içinde geçirdikten sonra gittiğimiz mekanda 'will' filminin ekibinden ingilizlerle tanıştık. sabahın 6sında faşist duygularla "mesut will fuck you tonight" diyen de ben, sonunda golü atan da ben. ha şunu da açık yüreklilikle söylüyorum; burada öttüm öttüm yatakta konuşulmasın diye de 2 saat sonunda ağzından çıkan tek laf dümdüz bir tonlamayla "I'll come" olan adam da sıkıcı oluyormuş benim yediğim gol de budur. ikimiz de deplasmanda olduğumuza göre durumu eşitlendi sayıyor ve "ne varsa gavurlarda var hacı" düşüncemin pekiştiğini üzülerek açıklamak istiyorum.

pazar: hava durumunun full yağmur gözükmesini benim istanbul'a gidiyor olmamın lanetine bağlayanlara inat müthiş havada müthiş kahvaltı ve sakıp sabancı müzesi'ndeki "efsane istanbul - bir başkentin 8000 yılı" sergisi beni benden aldı. istanbul'da olup da gitmeyen maldır. bizim insanımız daha çok osmanlı kısmında toplaşmıştı ama serginin her köşesi güzeldi. özellikle kubbe aksiyonu yapmışlar altına oturuyorsun tavan işlemeleri akıyor, değişiyor falan lucy in the sky with diamonds otur saatlerce kalkma altından öyle bir kafa. gitmişken iyice turist modunda sabancı'nın köşkünü de gezdim; tam bir türk insanı olarak "yauuv iyi hoş da koskoca bahçeye bir havuz yapsaymışsın" diye ona da bok atmasını bildim tabi.

böyleyken böyle, mutluyum huzurluyum. şu da postla ilgili şakalar komiklikler olsun haydi.
Family Guy - British Porn