Monday, October 29

monday evening quarterback

the weekend
cumartesi günü hipodroma gidip de 1960larda yapılmış olan cumhuriyet koşusunun görüntülerini izleyince bir kez daha anladım; bir ülke ancak bukadar hızla gerilere doğru gidebilir. o insanlar, giyim tarzları, yüzlerindeki ifade, herşey farklıydı. aşağıda mehter takımı "allahuekber, türkler geliyor" şarkısını icra ediyor, yan tarafımızdaki şeref tribününde abdullah gül halkına el sallıyordu. ağlamak istedim sayın seyirciler.. aynı günün akşamında, afişi tadından yenmez kendisi yanından geçilmez bir film olan testere 4ü izledik sinemada, anlaşıldığı üzere tavsiye etmiyorum. pazar günü de beşiktaşımın sıkıcı maçı ve kaybettiği 2 puan haftasonunun sonunu yakışır bi şekilde getirdi. aldığım grip ilaçları yüzünden tüm gün uyuduğum için bugünle ilgili söyleyecek pek fazla bişeyim yok, bayramınız kutlu olsun.
the tomorrow
uzun bir aradan sonra G.E.C.E @ Manhattan. bloguma ankaradan katılan herkesi beklerim, biz şahsen çok eğlenmeyi planlıyoruz.

Wednesday, October 24

I told Roxanne to put on her red light

mütemadiyen bünyede sinir biriktiren bir insan olarak bu akşam da kız/erkek arkadaş bulduktan sonra bütün sanal kimliklerinde oynamalar yapan, resmi gazetede kanun değişikliği duyurur gibi profillerini 'in a relationship' yapan, 'çıktığı insan'ın (sevgili demeye dilim varmadı) da kendi üye olduğu sitelere üye olmasını sağlayan insanlar geldi aklıma. her türlü siteyi anladım da blogları da böyle 0-12 benetton işlere alet eden kimseleri çivili sopayla döveceğim haberiniz olsun. 'bana bi arkadaşını ayarlasana' konulu görücü usülü sex isteği konuşmalarından, 100 yıldır uyuyan güzelin götüne batan şiş sonucu yatağından fırlaması misali yıllardır süregelen olaylara ancak şimdi kitlesel tepki verme telaşına giren yurdum insanından, ve son olarak da boğazımdaki şişlikten hiç hazzetmiyorum; haberiniz olsun.

bi de "sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz" diye bi laf var ya, aman diim..

Sunday, October 21

gol atan kaleye

1 haftadır alamadığım uykum sonunda geldi beni buldu; sabahın köründe uyanıp oyumu kullandıktan ve kahvaltımı ettikten sonra kendisinin kollarına teslim oldum. friday dvd night ve saturday the gang gecelerinden sonra sunday homework gününe biraz geç başladığım için acele etmem gerek. daha yazılacak lesson planler, öğretilecek relative clauselar var. bugün yeni sezonunun başlıyor olması nedeniyle, soldaki ankette couplingin nefesini ensesinde hisseden nip/tuck ı birinci ilan ediyor, sizleri yeni bir polla başbaşa bırakıyorum. başlık da dün izlediğimiz keyifli beşiktaş-trabzon maçına refer etsin, elindeki bayraklar yan hakemin götüne girsin.

Tuesday, October 16

Baz Luhrmann's Romeo & Juliet

voodoo girl's "unutma, unutturma" series vol.3
movies we'll never get bored of watching

little earthquakes

efendim wykka hanım kızımız yine işi gücü bırakmış bizi mimlemiş mevzu da neymiş sinirimizi bozan küçük ayrıntıları yazacakmışız. bu aralar malum gündem maddem sanal dünya olduğu için konuyu sadece o açıdan ele almayı uygun gördüm:

* msnde 7/24 away/meşgul takılan insanlara kılım. havanız kime? bu insanlar kendilerine mistik bir hava katmaya çalışan göt laleleri bence.
* bir başka msn sinir bozukluğu da kişisel iletiler. bunların çeşitleri mevcut. bir kısım var ki listesindeki bir takım insanlara laf sokma amaçlı iletiler yazıyor. delikanlıysan yüzüne söyle. bir diğer grup halet-i ruhiyesiyle ilgili bilgiler veriyor. örneğin:"sinirliyim, üzerime gelmeyin". iletişim kurmak istemiyorsan msne niye girdin demezler mi adama?
* daha önceki bir postumda da belirtmiştim diye hatırlıyorum, profilimi muhafaza ettiğim tek site olan myspacede mesaj atar gibi koment atma mevzusuna kılım.
* forumları olan sitelerde bbg evi seviyesinde tartışmalar çıkartan gençliğe diyecek bir söz bulamıyorum, eğitim şart.
* ve tabiiki feysbok. son günlerde bu facebook protestom millete dert oldu. her gören soruyor "aa neden yoksun?" diye. sebeplerimi açıkladıktan sonra aldığım cevap fix "ya doru sölüyosun da ilkokul arkadaşlarımı fln buldum mesela ben". buldun da ne yaptın? buluştun mu, görüştün mü, hasret giderdin mi; yoksa salak bi dünyada arkadaş listene ekleyip resimlerine bakıp "şişmanlamış, güzelleşmiş, götünde çıban çıkmış" diye yorum mu yaptın? bana bunlarla gelmeyin.

benden bukadar, usül olduğu üzere bayrağı devrettiğim (a.k.a mimlediğim) bloggerlar:
- bu konudaki performansıyla göz dolduracağına inandığım liz
- yeni takip etmeye başladığım ışık sahibi yazar şarbon
- uzun tanımlamalara ihtiyaç duymadığım blog kardeşim romanista

Monday, October 15

so far

ben önümdeki ve arkamdaki hayatlara takılıp kalmışken, bilgeliğine güvendiğim bir arkadaşım uyandırdı beni; onun fikirlerine bıraktım kendimi..



Hayat illa da bir ileri bir geri gitmez, bunun sağı solu da var.

Sunday, October 14

depresif ve felsefiğim bu ara

bayramdı, günlerdir bloga girmiyorumdu, bunlarla ilgili yazmak istemiyorum. kafamda dönüp duran daha ciddi meseleler, cevaplanamamış daha hayati sorular var ve ben -başlıkta özetlendiği gibi- depresif ve felsefik bir döneme adım atmış bulunmaktayım. insan hayatı boyunca yapmak istediği meslekten sıkılmaya, altına imza attığı 3 senelik sözleşme ve 24 yaşına gelmiş olmanın bilinci nedeniyle tüm hayallerinden vazgeçtiğini hissetmeye başladığında içinde bulunulabilecek başka bir ruh hali bilmiyorum ben. her geçen gün hayatla ilgili daha önceden kurduğum hayalleri, yaptığım planları mail boxtaki gereksiz mailleri açmadan işaretleyip "delete" düğmesine basar gibi yokettiğimi hissediyor ve daha da bunalıyorum. bir yandan zaman (aslında her şey) çok hızlı ve aleyhime işliyor gibi gelirken, bugün ayın kaçı olduğunu öğrenmek için bilgisayarımdan yardım alıyorum; şarabım midemi yakmaya başlarken, asıl yangın içimde, biliyorum. şairane bişeyler yazmış olmak için değil.
gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

Tuesday, October 2

Colorless green ideas sleep furiously

artık kış gelsin. havanın bu ne tarafa gideceğini bilemeyen dönek halleri canımı sıkıyor. sabah 8de işe gitmek ve iş boyunca da muhtelif zamanlarda bina dışına çıkmak durumunda olan bi insan olarak sabahları üşüyüp öğlenleri terlemekten sıkıldım. kış denen şeyi oldum olası çok sevmişimdir, ve her genç kızın dolabında bulunması gereken o siyah boğazlı kazaklarımı da özlemedim değil.

birdenbire ölesiye popüler olan şeylerden tiksinme gibi bir özelliğim var. zamanında simyacıyı da bu yüzden okumamıştım. şimdiyse facebook denen internet çılgınlığını protesto ediyorum, sosyal ortamlarda konunun bi şekilde sürekli oraya varması beni teknoloji toplumu asosyalleştiriyor mu konulu bloglar yazmaya itiyor. duyduğuma göre insanlar birbirlerine birtakım içkiler vs gönderebiliyormuş bahsi geçen a-sosyalleşme sitesinde; insanın "benimle bi kahve içmek ister misin" tarzı cümlelerin kurulduğu amerikan dizilerine özenesi geliyor.

dün boktun bugün koktun sözünün bu ülkedeki en güzel örneğinin ercan saatçi olduğunu düşünüyorum. izel-çelik-ercan triosundan çıkıp sırf ertuğrul özkök denen şerefsizin önde gideni bi adamın damadı oldu diye kendini 'ercan bey' statüsüne koyan bu şahıs ölse üzülmem inanın, böyle de bir tarafım var evet.

televizyon tarihine hugo'yu arayıp küfürler yağdıran çocuk gibi geçmek istiyorum. bbgye katılıp "04 voodoo, bu hafta kimi elemek istersin?" sorusuna "sizi öykü hanım" diye, ya da bir güzellik yarışmasına katılıp, "elinizde sihirli bir değnek olsa ne yapmak isterdiniz?" sorusuna "götünüze sokmak isterdim" diye cevap vermek aklıma gelen bir kaç seçenek.

mümkün olsa kendime süper güç olarak dünyadaki tüm şarkıların sözlerini bilme gücünü seçerim. tabi bağlantılı olarak tüm dünya dillerini konuşma gücü de. bukadar da idealist bir dilbilimciyim.

bi de zaman makinesi icad edilirse eğer, biri bize salak dediğinde "salla da sümüğüne bak!" diye cevap verdiğimiz günlere dönmek istiyorum.