Tuesday, December 30

yeniyılyeniyılyeniyılyeniyıl



doğru düzgün süslenmeye bile ihtiyaç duyulmayan alışveriş merkezleri ve sokaklar bize yeni yılın geldiğini layığıyla haber verememiş olsalar da, yağan karla ve yaptıkları çılgın planlarla biraz olsun yeni yıl moduna girmiş olduğunu tahmin ettiğim arkadaşlara selam ederim. ben yarın 08.50-15.30 saatleri arasında çalışacak, üstelik 12.40ta dersi gözlemlenecek bir eğitim neferiyim. sevgilim yılbaşında çalışıyor (çubuklu hayal kahvesi); bense alkol komasına girmeyi planladığım bir ev partisine davetliyim. 1 ocak günü haberlerde izleyeceğim "yeni yılın ilk bebeği", "bir sene böyle geçti" tadındaki haberlerin heyecanıyla yaşıyorum. 'new year resolution' belirlemeye bile mecalim yok; sadece bu sömestr bitsin sportif ve yediklerine dikkat eden voodoo girl kimliğime geri dönmeyi planlıyorum. "I've been a good girl, Santa!" kategorisinde ise sevdiceğimin aldığı süpersonik The Andy Warhol Collection by Pepe Jeans London t-shirtüm var. ben de ona football manager 2009 aldım, gönüller bir oldu. siz de mutlu olun, yılbaşı gecesi eğlencesi için beklentilerinizi yükseltip göt olmaktansa normal bir günmüş gibi takılın, "1 günde dünyam mı değişecek" domuzluğunu bir kenara bırakıp yeni bir başlangıç ve yeni umutlar için kapınıza gelen fırsatı kaçırmayın.

herkese kutlu olsun.

elde var 2

Monday, December 29

Emre Aydın kliplerinde oynamış olmanı bile affettim

Şebnem Dönmez - hastasıyız

Sunday, December 28

mekanım cennet

godsyndrome ve mellöcüğüm aynı konuda mimlemişler beni. konumuz en sevdiğimiz mekanlar.

room sweet room: evet ben de mellö gibi odamla başlıyorum çünkü eskisi gibi mekan mekan gezelim alemlere akalım modumuz kalmadığından en mutlu anlarımı çoğu zaman bizzat kendi odamda yaşıyorum. canım benim. hele yeni dekorasyonlarımla retro rocks konseptindeki odam beni benden alıyor o derece.

nada: son zamanlarda haftasonları teenager sayısındaki ve üçyüzbeşyüz müzikteki artışa rağmen, özellikle çok kalabalık olmadığında gerek mekanın sevimliliği gerek çalışanların saygılı tutumu gerekse deniz mahsülleri salatası, nada burger ve nada shot olmak üzere yiyecek içecek seçenekleriyle sevdiğimiz bir mekan. ilk açıldığında daha kimse bilmediği için çok güzeldi, şimdi ankara gencinin "neresi patlıyorsa oraya gidelim hacı" şeklinde özetlenebilecek gece hayatı anlayışının kurbanı olma yolunda ilerliyor. allahım sen koru.

tribeca: tunalıdan girdik öyle devam edelim. özellikle yazın akşamüzerleri yemek yemek, bir de haftasonları kahvaltıları için ideal. diner kahvaltı tabağını denemeyene şiddetle tavsiye ediyorum. amerikan tipi steakleri ve ince hamur pizzaları da oldukça lezzetli. yalnız mojitolarını hiç önermiyorum. yakın zamanda koydukları plazma tvlerden amerikan futbolu yayınına başlayan mekan biraz içerdeki atmosferinden oldu bana kalırsa, ama hala iyi bir seçenek.

leb-i derya: yenisi, eskisi farketmez; istanbul'a her gittiğimde uğramak istediğim bir yer. apple martiniyi tek geçiyorum.

konak pier home store cafe: bir ankaralı olarak manzaraya vuruldum tabii, yiyecek içecek önerisi hatırlamıyorum bile.

inönü stadyumu: hey gidi günler. bunu da inanın fanatik beşiktaşlıyım stadyumu yazmazsam olmaz kafasında yazmadım. beşiktaşlı olmasam da inönü stadyumunun büyüsü beni etkilerdi diye düşünüyorum. altında çim saha, kafanı kaldır gemileri izle, kapısından çık dolmabahçeye selam ver. olmaz böyle şey yoksa rüya mı.

hacettepe beytepe kampüsü: hele şimdi kar da yağmış, nasıl güzeldir be kampüs. öğrenci arkadaşlar kıymetini bilsinler. hayalet kampüstür, hiç bir numarası yoktur, doğru düzgün cafe falan bile yoktu bizim zamanımızda ama; soğukluğunda, tenhalığında bile bir asalet vardır beytepe kampüsünün. yaşamayan bilemez.

lizbon: bir şehir bu kadar içten, bu kadar güzel olamaz. gitmediğim bin tane avrupa şehri var, ama bugün şansım olsa ilk lizbona tekrar gitmek isterim. 5 sene geçti, hala lizbon resmi görünce içim burkulur. ah be. şehr-i hayalim lizbonum benim.


ulan bu mim de kesin "aman tanrım ne kadar havalıyım bakın bunlar da takıldığım mekanlar" kıvamında başlamıştır ama ben duygusala bağladım. kendisini bilgisayarımı adam eder etmez mimini cevaplayacağımı burdan duyurmak istediğim kiralık beyin ve ankaralı kontenjanından hiçkimseye paslıyorum.

Saturday, December 27

imdat

taa kasımın başında, şu yazımda bilgisayarımdaki problemleri anlatmıştım. pek sevgili bilgisayarım aynı sıkıntıları eskisinden de sık çıkartıyor format sonrası. cinnet geçirip bir beyzbol sopasıyla bilgisayara saldırmama saniyeler kaldı. siz sevgili okuyucularımdan ya acil bir çözüm ya da (amerikan filmi setinde yaşamadığımdan) bir beyzbol sopası rica ediyorum.

Thursday, December 25

christmas

happy'si merry'si beni bağlamaz hacı; ben tatilime bakarım.

peas on earth

A-E-I-O-U nothing: kiğılı diye bir marka var ya. nedir o, hangi fonetik zekanın ürünüdür, nasıl ortaya çıkmıştır. bunları öğrenmek istiyorum.

she looks like a model, except she's got a little more ass: sinir olduğum bir şey var, "sen inceciksin, nerene rejim yapıyorsun" kafasındaki insanlar. benim kendimi rahat hissettiğim belli bir kilo var ki ona ulaşmaya çalışıyorum. sen şişkosun diye benim yediklerime dikkat etmem neden problem oluyor onu anlamıyorum.

on the boulevard of broken dreams: deli gibi aşerip aldığım peynir-soğan aromalı büyük boy rufflesı açıp da içindekilerin parça parça olduğunu görünce benim de kalbim parça parça oluyor.

touch it, bring it, pay it, watch it, turn it: millet koyunları kopyalaya, marsa falan adam gönderedursun; ben ipodu yana doğru çevirince bunu nasıl algılayıp da görüntüyü yan yatırıyo onun şokunu yaşıyorum.

Tinkywinky, Dipsy, Laalaa, Po: ailemizin sanatçısı götümün kenarı keremcem, daha ne kadar saçma olabilir ki diye düşündüğümüz an bize golünü attı ve kita isimli bir animasyon karakteriyle düet yaparak klip çekti. genç çifte mutluluklar diler, teletubbies gibi çocukları olmasını temenni ederiz.

sucks to be you: ferhat göçer denen adamın suratına sıçmam.

Wednesday, December 24

snowjob

bugün okula gelip 6 saat ders anlatmak durumunda olduğumdan, yollardaki erimiş karı büyük bir memnuniyetle ayaklarıma doğru süzdürüşüyle beni hayretler içinde bırakan çizmelerimi giydiğimden, dışarı çıkıp sigara içmeye kalktığımda yüzüme yüzüme çarpan kar tanelerini de dumanla birlikte içime çekmek zorunda kaldığımdan karla ilgili romantizm beklemeyin benden. ıssız adam saçmalığını "karların üzerindesin götün donuyo uyu de geber" repliğini msn nicklerine taşıyacak kadar beğenen gerzekler yapsın o edebiyatı. zaten sabah kampüsteki ilkokulun bahçesinde çocukların deli gibi kartopu savaşı yaparken ne kadar da mutlu olduklarını görünce anladım ki kar bile büyüdükçe anlamını yitiren şeylerden. eskiden olsa tatil yağıyor diye tempo tutardık, şimdi perdeyi açıp karı görünce kimbilir trafik ne haldedir diye düşünüyoruz. kader utansın.

Monday, December 22

Gece - Konser

25 Aralık Perşembe, If Performance Hall.
Bu defa avea saçmalıkları da yok, içki-sigara yasağı da.
Gelmeyeni, gelip de voodoogirl'e bir selam vermeyeni dövüyorlarmış.

biz seni sevinmek için sevmedik

ama sen de anamızı ağlattın be beşiktaş..

maç analizi yazısı yazmayı sevmediğimi bilen bilir. o işi profesyoneller yapmalıymış ve ben konuşunca kahvedeki adamın ahkamı başlıklı yazılara imza atıyormuşum gibi gelir. ancak dünkü maçtan sonra bahsetmek istediğim ve kabullenemediğim bir tavır var futbol severlerle ilgili. dünkü maçı izledim, hakemle ilgili yorumların alıp başını gideceği belliydi. sıkıntı zaten budur, artık öyle bir ligimiz var ki hakeme güvenden eser kalmamış. holosko'nun hareketi direk penaltı, değil diyen futboldan anlamıyordur zaten. top kontrolden uzaklaşmaya başlamışken yapılmaması gereken gereksiz bir hareket. sonradan attığı gol affettiremedi benim gözümde holoskoyu; gol attıktan hemen sonra penaltı olmasaydı oyunun temposu farklı ilerleyebilirdi çünkü. ilk gol maç esnasında izlediğimde faul değilmiş gibi geldi ama internette gördüğüm bir fotoğraf aklımı karıştırdı biraz. otoriteler ne dedi bilemiyorum, yenildikten sonra futbol programları yaraya tuz bastığından izlemedim. delgadonun sarı kartı zaten sürekli tartışılan "hakeme kart işareti yaparsan cıs olur" saçmalığının tekrar tartışılmasına sebep oldu ancak benim anladığım delgado orda kart işareti yaparken "bana ilk harekette çektin kartı (gösterilen kart işareti) buna göstermeye niye götün yemedi şerefsiz" demeye çalışıyordu daha çok. öyle olmasa bile hakeme kart işareti yapmanın sarı karta yolaçması, dün gördüğümüz ardanın düştükten sonra kart işareti yapar gibi kalkıp kuralı hatırlamasıyla "aman yok hacı bişey yapmadı süper karar verdin" hareketine çark etmesi gibi komik görüntülere sebep oluyor. dünyanın en saçma kuralı. kart mı istedin al sana kart bebeliğinden başka bir şey değil.

ben de iyi ki maç analizi yapmadım. ama tüm bunlardan bahsetmemi bir yere bağlayacağım da ondan. demem o ki evet hakeme güven kalmadı ligimizde ve dün de skora direk etki edecek şekilde olmasa da oyunun dengesini bozacak kalitesizlikteydi hakemin yönetimi bana sorarsanız. ama dangalakça oynadığınız ve kaybettiğiniz bir maçtan sonra suçu hakemlere yüklemek ve "hakem düzgün olsaydı" diye başlayan cümleler kurmak bence biraz "galata galata köpeklere salata" kafasında bir iş. senin takımın oyunuyla ortalığın amına koydu da hakem mi vermedi golünü? sen hiç bir hata yapmadın takım olarak da tüm hataları hakem mi yaptı? böyle bahaneler yenilginin gerçek nedenlerinden uzaklaşıp "biz aslında iyiyiz de hakem sürekli hakkımızı yiyor" ilüzyonunda kaybolmamızı ve sorunları düzeltmek adına hiç bir bok yapmamamızı sağlar. ligin en çok korner kullanan takımı olarak hala kornerden gol atamayışımızı, taç kullanırken nerdeyse her seferinde rakibe top kaptırışımızı, ileriye top taşıma adına istikrarlı bir görüntüye hiç bir zaman ulaşamayışımızı da mı hakeme bağlayalım?

hakemlerin güven vermeyişi daha çok keyifsiz maç izlememe sebep oluyor benim. "yine ne numaralar dönecek bakalım" paranoyaklığıyla. onun dışında tüm sinirim iki ayaklarıyla bir kartal ski kaldıramayan futbolcularımıza, "ertuğrulu yerinden ettin de sen ne düzelltin şu takımda" diye çemkirmek istediğim denizli'ye ve elalemin attığı golü alkışladığı staddan yükselen "yıldırım demirören yeter" seslerine kulak tıkayan orangutan başkanadır.

Saturday, December 20

hamama giren terler

ankara'nın uzuv donduran soğukları ve "yılbaşında napıyoruz?" muhabbetleriyle hayat bulan aralık ayı, benim için bitmeyen hastalık ayı oldu ey okuyucu. bir türk filmi kadını zarafetinde kan tükürmek suretiyle yataklara düştüğüm o günlerden sonra bir türlü toparlanamayan bünyem sürekli arıza çıkartarak zaten sinir stres içinde geçen günlerime iyice sıkıntı katıyor, deliriyorum. gecelerim saçma sapan rüyalar, deli gibi terlemeler ve 2 saatte bir 'ben nerdeyim' hissiyle uyanmamı sağlayan ataklarla geçiyor son bir kaç gündür. millet christmasla yılbaşının farkını bilmeden "gavur bayramı kutluyoruz" cahilliği ve gudubetliğiyle şehrin tüm ışıklandırmalarından ve alışveriş merkezi çamlarından uzak dururken; ben "yeniyıl yeniyıl yeniyıl yeniyıl herkese kutlu olsun" şarkısını mırıldanarak armada senin ankamall benim gezip içimdeki o tüketici toplum insanını uyandırmak istiyorum. ama nafile; nihayetinde tüm cumartesi öğleden sonramı kadim dostlarım ayfer ve aycan eşliğinde 'terleyip hastalığımı atma' amacıyla hamamda geçiriyorum.
hamam çok başka bir dünya. düzenli olarak hamama gitme alışkanlığı olmayanların kafasında 5 yıldızlı otel formatı sosyetik göbek taşları belirdiyse üzgünüm, normal hamamlar pek de öyle olmuyor. bahçelievler hamamı apartmandan bozma bir yer olduğu için karacabey ve şengül hamamları gibi tarihi bir dokusu yok. keseci teyzelerin gülerken yumruk yaptıkları ellerini dostça birbirlerine vurup "kıı" lafını sıkça sarfettikleri bir yer. ağdacı en kritik hamlelerden önce muhabbet açıp aklını acıdan almaya çalışmak gibi ulvi ve psikolojik görevler üstleniyor. içerdeki müşteriler genelde 3'e ayrılıyor. bikinililer, yani çok fazla hamama gelip gitme alışkanlığı olmadığından kıyafet raconunu bilmeyenler. don-sütyenliler, yani hamama gelip giden ancak utangaç olduğundan tamamen soyunmaktan kaçınanlar. havvalar, yani allah ne verdiyse salınanlar. son grup genellikle yıllardan sonra yerçekimine karşı koyamamış memeleriyle önünüzden geçip duran ve geleceğiniz konusunda sizi bunalıma sokan yaşlı teyzelerden oluşuyor. ben ve kadim dostum aycan tabii küçüklüğümüzden beri hamam kültürünün içinde büyüdüğümüzden, bu bahsi geçen görüntüler bize doğal gelse de diğer kadim dostum ayfer ilk 15 dakikasını etrafı izleyerek ve çaya para vereceğimizi duyunca "girişe 15 lira verdik bari bir yerli içki dahil etselermiş" lafıyla tepkisini dile getirerek geçirdi. çıkarken saatlerimiz sanıyorum 3tü, kendimizi 2 kilo kadar vermiş ve tenimizi bir ton açılmış hissediyorduk. büyümüştük ve dünya kirlenmişti belki ama en azından biz temizdik; üstelik memelerimiz de şimdilik dikti.

Thursday, December 18

footballer's wife


ispanya'da bir internet sitesi en çok kazanan futbolcuların listesini yapmış, şöyleymiş:

1-Zlatan İbrahimoviç (İnter): 12 milyon euro
2-Lionel Messi (Barcelona): 10 milyon euro
3-Kaka (Milan) ve Eto'o (Barcelona): 9 milyon euro
5-John Terry-Frank Lampard (Chelsea): 8.16 milyon euro
7-Thierry Henry (Barcelona): 8.06 milyon euro
8-Fernando Torres (Liverpool): 7.92 milyon euro
9-Michael Ballack (Chelsea): 7.8 milyon euro
10-Steven Gerrad (Liverpool): 7.68 milyon euro

tabi ben yine gıcık oldum. hayır adamların götünden ter akıyor kazanıyorlar da, ya o karılarına ne demeli? hem futbolcu kocan olsun ülke ülke gez, hem maçta gol atsın sahadan sana işaretler çaksın (voodoo girl ve zaafları 101) hem de bir bok yapmadan para içinde yüz. oh ne ala memleket. gerçi ibrahimoviç shopping spree olsa çekilmez, sen gönder bana ordan kaka + 9 milyon euro gönüller bir olsun.

Tuesday, December 16

ararım ararım ararım seni her yerde

öncelikle bloguma inatla "sevdice (bu ne abi?) voodoo girl blog" araması yaparak giren arkadaşa selam eder; binlerce gossip girl, ıssız adam ve sagopa kajmer (ulan ne alakaysa dinlemem etmem) aramaları arasında göze çarpanları bir bir sıralarım efendim:

1. ferrari kornası dinle: züğürt tesellisinin tanımı.

2. atın intikamı at kadını sikiyor: at kadını sen elini, bu işte bir terslik yok mu?

3. esra erolla sex: gözüm izdivaçta değil bir kere versen rahatlarım diyor.

4. tisko tisko partizane: hayti hayti tüm türkiye.

5. barbie kınada: bence müthiş fikir. bir gün concept partiler veren bir insan olursam ilk temamı buldum.

6. selena "31 malzemesi": bence de öyle ama kaç katım para kazanıyor oyuncu ayağına şıllık.

7. zevkine kendini teslim eden kızlar: çok edebi yazmış yaa, hayrına biri biryerlerinden tutsun şu çocuğun.

8. sexte gelen su: içilir mi hocam, caiz midir?

9. kız seni harikalar kumpanyası: açıyor memelerini açıyor.

10. izmirde erkeklere emo saçı yapan kuaförler: hahahaahhaahahahha. emre aydın'a sor o bilir.

çöktüm, yazamıyorum

tatilden döneli, işe başlayalı, readerda bayram boyunca yazılmış sayısı 200'ü bulan postları görüp "çüş artık" diyeli çok oldu ancak yazamadım. elim belim içim ve dahası bilgisayarım buraya dönmek istemedi. şimdi bile zor çıkıyor kelimeler, aklım hazırlamam gereken bin tane şeyde çünkü. evet ben son zamanlarda böyle bir insan oldum. yapmam gereken çok şey olduğundan sürekli aklımda şu an bunu yapıyorum ama aslında şunu da yapıyor olmam gerek halleri hakim bana. ünlü düşünür haydar dümen bu kafa doluluğunun seks esnasında orgazmı engelleyen bir şey olduğunu söyler mesela, eğer googleda "orgazm olamıyorum ne yapayım göster" yazıp da buraya yönlendirilen biri olursa yardımım dokunsun diye yazıyorum bunu. herneyse, bu kafamın sürekli bin parçaya bölünmesi olayı o kadar saçma boyutlara ulaştı ki yapacak hiç bir işim olmadığında bile şöyle gerizekalı bir moda giriyorum: bilgisayar oynuyorsam acaba şu an tvde güzel bir şey kaçırıyormuyum, tv izliyorsam acaba şu an bilgisayar oynasam daha mı çok eğlenirim. böyle dangalak bir insan oldum, kurtulamıyorum.
tatilleri de gerçekten sevmiyorum arkadaş. öyle bir hayali gerçeklik yaratıyor ki insanın kafasında, insan gerçek hayata döndüğünde kaderden okkalı bir tokat yiyor. ıssız adam'daki -yerseniz- o büyük aşka kendini inandırıp eski sevgilisini arayan ve "ne ıssızı ben senden sonra 50 karı siktim şimdi de evliyim ve 3 çocuğum var seninle de zaten memelerin güzel diye takılmıştım bir ay" cevabını almış bir kızın yediği tokattan. acısı inanılmak istenmeyen gerçeklendiğinde saklı. bundan güzel slogan olur bak yazın bir kenara. neyse işte, tatili sevmediğim için tatilde istanbulda yaşadıklarımı anlatan bir postum da olmayacak. ama yakında bloga "liz vuduyu eve attı" başlıklı bir fotoğraf koyabilir, ve tatilimin ne kadar güzel geçtiğini ima etmeye kalkabilirim; siz inanmayın.
tüm bu olaylar olurken, ben 12 saat uyusam bile uykuya doyamaz bir depresif hallerdeyken, genelde iftar zamanı görülen bir sessizliğin hakim olduğu 7. caddede siyah eteğim, siyah kulaklıklarım, gri çizmelerim, gri paltom (gocuk) ve kırmızı atkımla kendimi -hiç gitmediğim- rusya'da yürüyormuş gibi hissettiren bir ruh halindeyken; uzun zamandır beklenen de oldu ve bilgisayarım çöktü. perşembe formata götürülecek. o zaman saçlarım yana taranmış, gözlerim siyah kalemli soruyorum sizlere: peki bana formatı kim atacak?

Tuesday, December 9

ikinç

"curiosity killed the cat" özlü sözünü değiştiriyorum bu gece, "boredom killed the cat" olarak. insana neler yaptırıyor kendileri. bakınız işte ben de burdayım.

ilk postum ruhumun derinliklerini ve psikolojik durumumu anlatsın isterim; dolayısıyla çok kısa ve öz olacak.

"spending a saturday night with a refresh button"

buyrun burdan yakın.

şeklinde başlamış bundan tam 2 sene eksi 1 gün önce blog serüvenim. yarın istanbulda olacağımdan bu postu bir gün erkenden yazıyorum. ilk seneden farklı olarak geçirdiğim bu ikinci senede okuduğum bloglar da, beni okuyan insanlar da artış gösterdi. blogum biraz daha fazla okunuyor diye ayşe arman modunda takılmadığımı ve canım ne isterse onu, canım nasıl isterse o şekilde yazdığımı blogu takip eden pek çok kişinin bildiği kanaatindeyim. bu blog işi popülerleşmeye devam ettikçe, bazı konular klişe, bazı üsluplar sakıncalı, bazı tercihler de rahatlıkla eleştirilebilir hale geldi; farkındayım. açıkçası benim sikimde değil (zaten senin sikin yook kiii löö löö löö löö). ha, şöyle bir durum da yok değil. reader'da takip ettiğim blogları okurken genelde alfabetik sırayla gitsem de, bazen iyi ya da komik yazdığına inandığım bloggerları -yemek yerken de en sevdiğim kısmı en sona bırakmam gibi- sona bırakıyor ve tadını çıkarta çıkarta okuyorum. eğer ben de bu iki senede birileri için öyle bir blog haline geldiysem, mutlu olurum, gözlerim dolar, beni sizler yarattınız moduna girerim ve götüm kalkar. ancak bu, "ben artık şöyle şöyle bir bloggerım, sorumluluklarım var, bilmemne hakkında yazmak çok klişeleşti bana yakışmaz, blogda şu olayı da ben başlattım millet beni taklit ediyor şahaneyim" gibi triplere girmeme sebep olamaz. ben kendimi tatmin edecek şekilde yazılarımı yazmaya devam ederim ve bundan başkaları da tatmin oluyorsa bu da "icing on the cake"dir. eğitimci kimliğimi hiç aksatmam, yazılarımla güldürürken öğretirim.

günün anlam ve önemine uygun olarak, kutsi'den (ki kendisi blogu ilk açtığım günlerde bana çok malzeme olmuş birisidir) 'nice mutlu yıllara doğum günün hatrına' diye sözleri olan şarkı bu blogu okuyan herkes için gelsin diyecektim; sonra google'a sordum "kutsinin doğum günülü şarkısının sözlerini getir" diye, bir baktım ayrılıkla ilgiliymiş o şarkı. aman allah ayırmasın. biz yine geçen seneki favorimiz olan "doğum günüm bana geldiğin gündür" diyelim, gönüller bir olsun.


Monday, December 8

Gece - Konser



10 Aralık Çarşamba, Beyoğlu Hayal Kahvesi.

Ordayım, ordasın, orda. Biletler Biletix'te.

Sunday, December 7

izmir'den ablam gelmiş evde bir bayram havası

birazcık gençlik enerjim olsa, dün akşam tam da "ay önce buraya gittik sonra şuraya aktık sonra bilmemkimi gördüm böyle oldu" tadında post atılacak bir cumartesi yaşadım. ama takdir edersiniz ki nerde bende o enerji. özet olarak nada gereğinden fazla kalabalıklaşmadığında ve öğrencilerimle karşılaşmadığımda çok güzel, inatla hala çok güzel; ama flat olmamış diyoruz. açanları tanıyor olmamız sebebiyle kendilerine tam 3 kez şans tanıdım ama yok. ortada mimari sebeplerden yıkılamayan kolon ve o yıpratıcı müzikler olduğu sürece o mekandan adam olmaz, onur baştürk havamla söylüyorum. zaten ankara gecelerinin en güzel anı aspava'da soslu soğanlıdan ilk lokmanın alındığı andır, değişmez.

"cuma günüm tatil değil o yüzden gelmeyiz" söyleminden yan çizen ablamın evlenip de terkettiği şehrine bayram ziyareti yapıyor olduğunu ve günün ilerleyen saatlerinde kocası, anneannem ve dayımla burda olmasının beklendiğini duyunca, "istanbul'a ne de olsa salı gecesi gidiyorum, ödevleri pazar pazartesi hallederim" rahatlığındaki bünyemi bir telaş aldı; zira ablamla doğru düzgün vakit geçirebilmek için iki ders planımı da bugünden yazsam hiç fena olmaz. saatlerimizin 1 olduğuna ve benim şu anda o ders planlarını yazıyor olmak yerine o ders planlarını yazıyor olmaktan bahsediyor oluşuma bakarak neyi ne kadar gerçekleştirebilitem var sanıyorum anlamışsınızdır.

ilerleyen günlerde "voodoonun istanbulu fethi", "gece 10 aralık'ta hayal kahvesinde", "blogdaki 3. yılım" gibi postlarda görüşmek dileğiyle, esen kalın.

Friday, December 5

footfuckin'ball

Herkesin futbolu sevip sevmeme hakkı vardır. Sözde bilimsel bir genellemeden hareketle futbola karşı a priori'lere dayalı, bütünüyle ideolojik bir vizyon geliştirmek çok daha fazla sıkıntı vericidir. Bu bağlamda, eğer bazı fantazmalar sözkonusu değilse, argümanların, gerçek olguların irdelenmesine değil yanlış argümanlara, abartılı genellemelere dayanması daha da sıkıntı vericidir. Futbolseverler, sevdikleri sporun olası veya güncel saptamalarının en fazla bilincinde olan kimselerdir. Paranın ağırlığı, doping, şiddet, ırkçılık en tartışmalı sorunlardır. Ama utanç verici olaylar adına futbolu bütünüyle mahkum etmek, bazı seçilmişlerin görevi kötüye kullanması nedeniyle demokrasiyi mahkum etmeye, karşıtlıklar doğurduğundan tartışmadan vazgeçmeye, bazıları tuhaf şeyler yazdığı için entellektüellere ifade yasağı getirmeye ya da öksürdüğü için hastayı mahkum etmeye benzer. Halkın tutkuları ya da ortaklaşa heyecanlar konusunda, korku, küçümseme, ve her türlü kibirli düşünceden sakınmak gerekir. (Pascal Boniface, Futbol ve Küreselleşme)



Thursday, December 4

belki bir nefes daha var

ya da öldür istersen. izlemek için tık.













Wednesday, December 3

feel free to drop dead

kasım ayına ait 48 postun ağırlığından mı, günde 5 post ortalamasına ulaştın hayırdır (a.k.a hayvan mısın) yorumlarının nazarından mı bilinmez, aralık ayı başladı ancak elim bloga gelmedi sayın seyirciler. halbuki soğuk bir aralık akşamında başlamıştım yazmaya bilenler bilir, bilmeyenler için de yıldönümünde bahsedeceğim bittabii. özel bir ay yani. üstelik yılın ilk karı kadar önem taşıyan yılın ilk "ee yılbaşında napıyoruz?" sorusu da bir arkadaş ortamında (toplanıp ekonomiden ve dünya gündeminden bahsediyoruz da, ondan böyle yazdım) gündeme geldi ve benim için aralık ayı official olarak başladı denilebilir.

daha önceden bahsettiğim şubat tatiline kadar yoğun olma sendromu, bayramdan sonraki hafta itibariyle kendini en ağır şekliyle hissettirmeye başlayacak. bunun stresi yetmiyormuş gibi, bin tane medikal iş de beni meşgul etti bu son haftalarda. tam bunu söylediğim an, hastaneyi arayıp test sonuçlarımı öğrenmediğimi hatırladım. haberin yok ben ölüyorum şarkısı kendimden kendime gelsin. işbu yoğun dönemde, daha önce garip hareketlerde bulunan ama dilinden anlamadığım için yardımcı olamadığımdan bahsettiğim sevgili bilgisayarımın beni dönüşü olmayan bir yola sokmasından da çok korkuyorum. god save voodoo girl's computer.

daha önceki bir yazımda kurban bayramında kıçımın üzerine oturacağımı yazmışım, yalan. bana yine istanbul yolları bana yine konser var. bunu daha sonra yazacağım. merak unsuruyla bloga adam bağlama taktiği uyguluyorum, yersen.

şimdi geçen gün sınıfta tabu oynarken "government" kelimesini anlatmaya çalışan arkadaşının "what does akp do for us?" sorusuna "nothing" diye cevap veren canım öğrencimin de içinde bulunduğu mini mini upper sınıfımın writinglerini, text summarylerini ve vocabulary journallarını kontrol etmem gerekiyor. böyle de bir eğitim neferiyim, bilirsiniz.

If you got glitches in your life computer turn it off and then reboot her.
Now you back on.
dediğim günler de gelecek, biliyorum. gelecek de bir gün gelecek ve hatta müdür müdür müdür.