ne oldu nasıl oldu özet bile geçmeden tek cümlede söylüyorum: paris'e taşındım. bunca zaman ülkemize çalışmaya gelip, bizim yarıçapımızda olmasına rağmen bizden çok para kazanan 'native' hocaların sürekli türkiye'yi eleştirmelerine mütemadiyen küfreden bir insan olarak objektif bir "ilk hafta" yazısı yazmak boynumun borcu.
boklamalar: bir kere fransız insanının dünyanın geri kalanındaki o kibirli ve fransa milliyetçisi imajının bir sebebi olduğu kesin. türklerin bağırarak konuşunca karşılarındaki yabancılar türkçe anlıyor zannetmeleri gibi fransızlar da anlamadığınızı belirtmiş olmanıza rağmen bir şeyi sürekli olarak fransızca tekrar ederlerse sihirli bir şekilde fransızca anlamaya başlayacaksınız sanıyorlar. "arkalara doğru ilerleyelim beyler" mantığı sıfır, herkes kapıları tıklım tıkış ama koridor kısımları bomboş metrolara itişerek binmeye çalışıyor. bir de tabii bizdeki o "avrupalı, nezih, temiz şehir" algısı paris gibi kozmopolit bir şehirde pek işlemiyor; sokaklar köpek (insan da olabilir) bokundan engelli yürüme parkurundan hallice.
likelamalar: bir kere fiziksel olarak çirkin bir ülkeden geliyor olmanın kazandırdığı güzel mimariye aşırı ilgi durumu bünyede hemen kendini gösteriyor. sokaklar çok güzel, binalar güzel, meydanlar güzel, vitrinler güzel. sokağı döndüğünde karşına nasıl bir güzellik çıkacak bilemiyorsun, onun bilinciyle sokaklarda gezmek harika bir şey. hele de şu an christmas dönemine yaklaşıldığı için maksimum süslemesi avm çam ağacı olan yurdumdan sonra sokak süslemeleri "charlie in the chocolate factory" etkisi yaratıyor. her ne kadar henüz iş bulamadığım için maddi olarak kendimi kontrol etme çabamdan dolayı tam olarak hakkını veremesem de alışveriş ortamı çok fena. butikler, design ürünleri, sokaktaki pek çok insanın tarzı paris'e neden modanın başkenti dendiğinin kanıtı resmen.
kıssadan hisse burada hayat şimdilik yolunda. bütün culture shock evrelerinden geçtikten sonra tam bir gurbetçi olup dine sarılmaya başladığımda tekrar durum değerlendirmesi yapabilirim. au revoir!