"kadın dediğin sevgilisinin yanında her daim bakımlı olur" ekolüyle ilk tanışmam, daha küçükken (küçük dediğim üniversite yılları ama ben ilişkiler konusunda sonradan açılan arap atı olduğum için tecrübelerime gönderme yaparak küçükken diyorum) ve ev boşken yakın bir kız arkadaşımın (o döneme 'küçükken' sözcüğünün ne kadar uyduğu buradan da belli) bizde kaldığı gece olmuştu. kendisi uzun süreli bir ilişki içersindeydi ve çocuk kızın bu serbest gecesinden yararlanmak isteyerek gecenin üçünde bahçelievler'deki evimizin kapısına gelmişti. bu gelişin haber verilişiyle pijamalarıyla oturmakta olan arkadaşımın yüzüne göz altı kapatıcısı uygulaması arasında geçen süre: sekiz saniye. sonra bu 'erkeğinin yanında hep kendine bakan özenli kadın' mevzusu bir evliliğin iyi yürümesinin beş şartından biri olarak ısıtıp ısıtıp önümüze konulur oldu. kadın dediğin evinde bile bakımlı gezecek, kadın dediğin erkeğine hep güzel gözükecek ki adamın gözü dışarıya kaymasın. konunun göbeğinde bira şişesi tutabilen ve hayatında yaptığı tek spor halı saha maçı yapıp defansa koşmamak olan orta yaş türk erkeği tarafından dayatılan güzellik baskısı noktasındaki eşitsizliğe değinmeyeceğim bile, o kadar kolaya kaçmaya gönlüm el vermez. benim bu "kadının evliliğinde her zaman bakımlı olması" konusundaki sorunum insanlardaki evlenmeye karar vermiş iki insanın arasındaki bağlılığın bu kadar sığ olduğuna körü körüne inanma duygusu. yani koskoca bir evliliği yürüten tek şey o kadının fiziksel olarak çekici olması mı? kaldı ki kendi evimde sürekli ne giyindiğime, nasıl gözüktüğüme dikkat etmek zorunda kalacak, gün boyu çalıştığım yetmiyormuş gibi bir de evde fazla mesaiye koşacak, yani kendi evimde bile huzur bulamayacaksam sikerim öyle aşkın ızdırabını. konuyu yine oraya getirmek istemiyorum ama özetle benden size tavsiye, yanında ossuramayacağınız adama nikah basmayın kızlar.
kocasının yanında utanmadan pijamayla gezen bakımsız kadın (temsili) |