üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen azimle yazmaya çalışacağım fransa gezi notları postuna hoşgeldiniz.
reyizin reklam yıldızı olmasını kes |
fransa'da ilk durağımız paris idi. tepedeki önermeden başlayacak olursak, ırkçı bir söylem değil, basit bir gözlem benimkisi. avrupa'da o kadar yer gezdim (abart) bu kadar çok kara pipiyi bir arada görmedim arkadaş. halısaha maçındaki zenciye sahadaki tüm fenerlilerin "emenike" (those were the days) beşiktaşlıların da "nouma" diye seslenmesindeki düz adam mantığından alıp yürüyor ve fransa'yı noumalar memleketi ilan ediyorum kısaca.
şanzelizenin en kral yerine dükkan açmışız hocam |
efendim biz paris sınırları içerisindeyken le marais adı verilen, sanatın ve sanatçının dostu bir bölgede kaldık. aynı zamanda gay bölgesi dediler, doğru olabilir zira herkes güzel herkes yakışıklı herkes bakımlı ve herkes stylish mi olur lan ayıp denen bir şey var. gitmeden önce aldığımız tüyolara dayanarak otel işine hiç girmedik, kiraladık evimizi mis gibi 4 gün yemeğimizi de rahat yedik çamaşırımızı da yıkadık herkese önerimdir. herkes stylish demişken, kasetçalar çantama iltifat aldığımı söylemeden edemeyeceğim düşün modanın başkentindeyiz ve benim çantam sükse yaptı yhaaa demek markafoni fransa'ya ulaşmamış zira her ay satışı var o çantaların biliyorsunuz.
o kadar alterim ki baykuş gördüm mü kaçırmam |
paris'te yapın denilen her şeyi yaptık, yapmayın dediğim bir şey yok siz de yapın. yalnız louvre müzesiyle ilgili bir maruzatım var. abicim sen kossskoca müzesin, hadi ben sanat tarihi falan bilmem cahilim anlamıyorum ama kim bilir kaç tane çok değerli ve ünlü eser var içinde; sen kalkıp tuvalet yönü gösterir gibi levhalarla mona lisa reklamı yapıyorsun. orada o kadar memesini açmış kadın varken sırf çatalını göstererek sükse yapmayı başaran lisa bir havalarda, ondan sonra yüzlerce insan girebildikleri en dip noktaya kadar gidip tablonun fotoğrafını çekmeye çalışıyorlar. lan her yerde fotoğrafı var zaten madem gerçeğini görmüşsün iki çıplak gözle baksana. ben şahsen insanları yara yara en öne kadar gidip 5 dakika boyunca bir bok anlamadan mona lisa'yı izledim, oh dünya gözüyle bunu da gördüm dedim, sanata olan saygımı perçinledim geldim.
fransa'nın delisi bu da. |
ve son olarak paris'teki inanılmaz mantık hatası: suları kokuyor. hani bulaşık makinesine yanlışlıkla dibinde omlet kalıntıları olan tavayı koyarsınız da tüm bulaşık berbat bir yumurtamsı kokuyla çıkar ya, hah işte o koku adamların suyunun default kokusu. yemin ediyorum nefesimi tutarak yemek yedim o tabakların kokusundan, kokuya karşı hassas olanlar hazırlıklı olsun gitmeden. bir paragrafta 'koku' sözcüğünü 'koku' romanından bile fazla kullanarak rekor kırdığım da gözlerden kaçmasın.
gezi yazısına yediğimin içtiğimin fotosunu koymazsam ölürüm |
paris sonrası ailevi sebeplerden şöyle bir güneye indik, markette 5 euroya satılan şarabın bile müptelası olduk, oradan bordeaux'ya geçtik. bence çok şirin (yok neydi yeni trend kelimemiz 'keyifli') bir yer ama 3 günden sonrası bayar ona göre ayar çekin. son olarak da lyon yaptık, ilk gün müthiş müzeler gezdik, ikinci güne alışveriş ve park bahçe keyfi planları yapmışken sabah kalkıp tarihe bir bakarsın lan uçak yarın değil ki bugün, saat 11 uçak 2de, kaçırsak parasını geçtim benim vizemin de son günü, atlarsın taksiye pegasus'un sana lyon diye sattığı bilet başka şehir çıkar 1 saat götünden terleye terleye havaalanı yolu çekersin oldu mu sana yeni evin. böyle de macera dolu hayatlarımız var.
gidek mi la |
2 comments:
"ingilizce konusunca ibneligine fransizca konusuyo bu dallama fransizlar" cemkirmesine girmeyen ilk 30 yas alti fransa degerlendirmesi olarak verecegim bir plaket yok ama olsa alirdi bu yazi..
cogu ingilizce bilmio o yuzden konus(a)muolar hocam.
Post a Comment