son birkaç ay içerisinde hepinizin yakından izleme şansına eriştiği "depresyon mu hastalıktan, hastalık mı depresyondan?" ikilemimin cevabını bu son istanbul gezimde buldum gönül dostları. açıklıyorum: hastalık depresyondan. cuma gecesi açılan şaraplar eşliğinde pijama - pop şarkıları - karı muhabbeti üçgeninde başlayan, cumartesi mr dutchman ve shenem buluşmalarıyla devam edip akşama da ingilizlere atılan golle pekişen, pazar günü de bir adet deniz kenarı kahvaltısı ve sakıp sabancı müzesi gezisiyle sona eren istanbul ziyaretim beni öyle sevince boğdu ki ufak boğaz şişmeleri dışında hasarsız atlattım post-istanbul sendromumu. uzun cümlelerimdeki main idealardan daralanlar için supportlar geliyor:
cuma: kızkıza şarap eşliğinde muhabbette en namuslu, en uzun ilişki insanı, en "anne ben hiç orgazm olmadım" kişisinin 1 aydır flört ettiği adamla nihayet yatağa girdiğinde 2 sene önce ayrıldığı 5 senelik sevgilisinin adını 'fısıldadığı' ortaya çıkınca anladım ki bu işler fani + genç kızlarımız şu 'adını koyalım' hissiyatından bir vazgeçsin mümkünse. ha o güvensizliği yaratan da genellikle erkek kişileri oluyor ama buna sonra çemkiririm. nihayetinde promil pop şarkılarındaki damar cümlelerden sonra eski erkek arkadaş isimleri bağırma noktasına geldiğinde kendimi kaybetmişim, gerisini hatırlamıyorum.
cumartesi: mr dutchman sevgilisi sonisphere'de diye kıskançlık tribine giren arkadaşıma "kokuyordur o kızlar sen takma kafanı" dedim diye atarlansa da konser hengamesinde benimle stada gidip kartal yuvası'nda dolaşmama bile göz yumacak kadar şahane bir insan. off the record konuşmalarımız oldu, açıklayamıyorum. shenem ise hali hazırdaki kız kardeşim ve kadim dostlarımın yanına eklenen "yıllar önce kaybettiğim kız kardeş" statüsünde bir insan, o kadar söylüyorum. cumartesi akşam yemeğini tekneyle yanaşılıp süpriz doğum günü kutlaması yapılan bir italyan restoranında hasetler içinde geçirdikten sonra gittiğimiz mekanda 'will' filminin ekibinden ingilizlerle tanıştık. sabahın 6sında faşist duygularla "mesut will fuck you tonight" diyen de ben, sonunda golü atan da ben. ha şunu da açık yüreklilikle söylüyorum; burada öttüm öttüm yatakta konuşulmasın diye de 2 saat sonunda ağzından çıkan tek laf dümdüz bir tonlamayla "I'll come" olan adam da sıkıcı oluyormuş benim yediğim gol de budur. ikimiz de deplasmanda olduğumuza göre durumu eşitlendi sayıyor ve "ne varsa gavurlarda var hacı" düşüncemin pekiştiğini üzülerek açıklamak istiyorum.
pazar: hava durumunun full yağmur gözükmesini benim istanbul'a gidiyor olmamın lanetine bağlayanlara inat müthiş havada müthiş kahvaltı ve sakıp sabancı müzesi'ndeki "efsane istanbul - bir başkentin 8000 yılı" sergisi beni benden aldı. istanbul'da olup da gitmeyen maldır. bizim insanımız daha çok osmanlı kısmında toplaşmıştı ama serginin her köşesi güzeldi. özellikle kubbe aksiyonu yapmışlar altına oturuyorsun tavan işlemeleri akıyor, değişiyor falan lucy in the sky with diamonds otur saatlerce kalkma altından öyle bir kafa. gitmişken iyice turist modunda sabancı'nın köşkünü de gezdim; tam bir türk insanı olarak "yauuv iyi hoş da koskoca bahçeye bir havuz yapsaymışsın" diye ona da bok atmasını bildim tabi.
böyleyken böyle, mutluyum huzurluyum. şu da postla ilgili şakalar komiklikler olsun haydi.
Family Guy - British Porn
cuma: kızkıza şarap eşliğinde muhabbette en namuslu, en uzun ilişki insanı, en "anne ben hiç orgazm olmadım" kişisinin 1 aydır flört ettiği adamla nihayet yatağa girdiğinde 2 sene önce ayrıldığı 5 senelik sevgilisinin adını 'fısıldadığı' ortaya çıkınca anladım ki bu işler fani + genç kızlarımız şu 'adını koyalım' hissiyatından bir vazgeçsin mümkünse. ha o güvensizliği yaratan da genellikle erkek kişileri oluyor ama buna sonra çemkiririm. nihayetinde promil pop şarkılarındaki damar cümlelerden sonra eski erkek arkadaş isimleri bağırma noktasına geldiğinde kendimi kaybetmişim, gerisini hatırlamıyorum.
cumartesi: mr dutchman sevgilisi sonisphere'de diye kıskançlık tribine giren arkadaşıma "kokuyordur o kızlar sen takma kafanı" dedim diye atarlansa da konser hengamesinde benimle stada gidip kartal yuvası'nda dolaşmama bile göz yumacak kadar şahane bir insan. off the record konuşmalarımız oldu, açıklayamıyorum. shenem ise hali hazırdaki kız kardeşim ve kadim dostlarımın yanına eklenen "yıllar önce kaybettiğim kız kardeş" statüsünde bir insan, o kadar söylüyorum. cumartesi akşam yemeğini tekneyle yanaşılıp süpriz doğum günü kutlaması yapılan bir italyan restoranında hasetler içinde geçirdikten sonra gittiğimiz mekanda 'will' filminin ekibinden ingilizlerle tanıştık. sabahın 6sında faşist duygularla "mesut will fuck you tonight" diyen de ben, sonunda golü atan da ben. ha şunu da açık yüreklilikle söylüyorum; burada öttüm öttüm yatakta konuşulmasın diye de 2 saat sonunda ağzından çıkan tek laf dümdüz bir tonlamayla "I'll come" olan adam da sıkıcı oluyormuş benim yediğim gol de budur. ikimiz de deplasmanda olduğumuza göre durumu eşitlendi sayıyor ve "ne varsa gavurlarda var hacı" düşüncemin pekiştiğini üzülerek açıklamak istiyorum.
pazar: hava durumunun full yağmur gözükmesini benim istanbul'a gidiyor olmamın lanetine bağlayanlara inat müthiş havada müthiş kahvaltı ve sakıp sabancı müzesi'ndeki "efsane istanbul - bir başkentin 8000 yılı" sergisi beni benden aldı. istanbul'da olup da gitmeyen maldır. bizim insanımız daha çok osmanlı kısmında toplaşmıştı ama serginin her köşesi güzeldi. özellikle kubbe aksiyonu yapmışlar altına oturuyorsun tavan işlemeleri akıyor, değişiyor falan lucy in the sky with diamonds otur saatlerce kalkma altından öyle bir kafa. gitmişken iyice turist modunda sabancı'nın köşkünü de gezdim; tam bir türk insanı olarak "yauuv iyi hoş da koskoca bahçeye bir havuz yapsaymışsın" diye ona da bok atmasını bildim tabi.
böyleyken böyle, mutluyum huzurluyum. şu da postla ilgili şakalar komiklikler olsun haydi.
Family Guy - British Porn
No comments:
Post a Comment