Wednesday, May 30

Tuesday, May 29

my playground

nurtopu gibi bir mp3 playerımız oldu.
tracklist:
1. Help Me - Timo Maas ft. Kelis
alanlarının en iyileri biraraya gelmiş kötü birşey çıkabilirmiydi ki zaten hastasıyız vocal destekli underground parçaların.
2. Fucking Boyfriend - The Bird and The Bee
bunu yeni keşfettim bayıldım da bayıldım siz de dinleyin bayılın.
3. Reckless Girl - The Beginnerz
vocal destekli undergroundlar kadar hoşlandığımız başka bir şey ise eski parçaların kaliteli müzik adamları tarafından mixlenmesi durumudur, ayrıca bu şarkı sözleriyle beni anlatıyor o başka.
4. The Test - Chemical Brothers ft. Richard Ashcroft
"did I pass the acid test?" diye soruyor sevgili richard muhteşem ingiliz asaletiyle, temiz erkek vokalinden öte birşey tanımıyorum bazen. parçanın klibi en kısa zamanda izlenmeli, "o kafaları nasıl yaşadınız kimyasal biraderler?" diye sorulmalı ve cevabın sorunun içinde gizli olduğu görülmeli.
5. Wish I Didn't Miss You - Angie Stone ft. Norman Jay
yine eski bir şarkının mixi, yine güzel ses, güzel sözler, güzel müzik. daha ne.

afiyet olsun.

Monday, May 28

final countdown

present work placeimde official olarak son haftama girmiş bulunmaktayım. kelimeler kifayetsiz olduğu için bu mevzuyu şimdilik burda bırakıyorum, yakın zamanda duygusal bir blog gelebilir konuyla ilgili aman diyim.
ablamın düğününe de sayılı günler kaldığı için home alone serilerimizin bir yenisi yaşanıyor, ancak çok da unusual bir aktivite olacağını sanmıyorum. çok işim var, o yüzden "everybody in the house make some noise" partileri beklenmesin benden.
çok sevgili kitlemle şarkı paylaşımına gireceğim yakında, ama şu aptal mp3 player ekleme sitesinin bi açılması lazım önce.
mio bagno sonrası mayışıklığım üzerimde oyüzden fazla uzatmayacağım; içimden geldiği üzere hayatımda olan 3 aşık insandan esinlenerek 3 farklı aşk tanımıyla yazımı bitiriyorum.
aşk, kötü bir haber aldığında yanında olmasını istediğin ilk insanın sevdiceğin olmasıdır.
aşk, zaman-mekan düşünmeden yarım saatlik görüşmeler için kilometreler katetmeyi göze almaktır.
aşk, sırf sevdiceğin öyle istiyor diye saçını uzatmaya karar vermektir.

bi de son olarak günün özlü sözü:
if you enjoy looking at yourself on the mirror, it does not mean you're a narcissist. it just means you're beautiful.

Saturday, May 26

cuma's anatomy

dersim bittikten ve öğretmenler odasında tyra'yla bir saat hayatlarımız konusunda update session geçirdikten sonra eş durumundan doğumgünü kutlamasına gittim tunalı'ya; havalar düzeldiğinden beri pek uğramadığım için sokaklarda takılan tunalı gençliği gözüme bir garip geldi, saat 11 buçuk itibariyle de masadan kalkınca evet dedim bizden geçmiş artık bu işler. yine de birkaç tanıdık gördüm içim rahatladı eski "sosyal" günlerimi hatırladım hey gidi günler fln dedim bu yaşımda.
biraz önce de aklıma bünyemde default bir biçimde bulunan sinirimi oluşturan ve hatta zaman zaman tetikleyen unsurlardan birkaçı geldi, yeri gelmişken söyleyeyim:
* "herkez", "yanlız" gibi kelime yanlışları; "eylence" gibi sözcüklerde yumuşak g özürlülüğü; "görüceğin", "yapıcağın" gibi aslen daralmaya maruz kalmayan fiilleri daraltma eğilimi.
* internetteki sosyalleşme sitelerine yurtdışında çektirdiği fotoğrafı koyup belli etmek için de altına "walking in amsterdam", "fucking in paris" gibi capturelar yazan insanlar.
son olarak da günün lafı ve eski "clubber" günlerimi de hatırlatan bir karikatürümsü:

"good music i dance, no good music i not dance"

Friday, May 25

Monday, May 21

diyalektik materyalizm

3 günlük aradan sonra dişsiz ama gururlu bir genç kız olarak işe gittim. pek bir değişiklik yok, 2 hafta daha gidip geleceğiz işte, ama bunu bilerek işe gitmek de ayrı bir gariplikmiş. herneyse. bugün "erken kalkan yol alır" lafı nedemek gerçekten anladım, dişçiye gitmek için sabah erken kalktığımdan pek çok işimi de halledebildim. normal -öğleden sonralara kadar uyumayan- insanlar böyle yaşıyormuş demek. dişçiden çıkan sonuç da 3 ay içinde bir değişiklik olmazsa ve yukardakinin sevgili kulu değilsem sağ çaprazda görüldüğü gibidir.(ağlamak istiyorum sayın seyirciler evet.)

bir önceki postumda çok beğendiğim reklamlardan bir demet sunmuştum size, bu ara türk televizyasında da taktığım reklamlar var. ilki ümit karan reklamı. normal hayatında cümle içinde kullanamayacağı kelimeleri reklamda da kullanmasın bi zahmet kendileri. ikincisi suyumuzu idareli kullanalım reklamı. traş olurken, diş fırçalarken, bulaşık yıkarken dikkatli olalım. olalım da neden baba traş olurken yanındaki "erkek" çocuk diş fırçalıyor, anneye içerde yardım eden "kız" çocuk oluyor? evet battı kardeşim. kalıplaşmış türk aile yapısı bana battı ve batmaya da devam edecek; hayırlısıyla benim kızım olursa inönüde maç izlemeye de gidecek, oğlum olursa bulaşık makinesi de boşaltacak. sinirlendirmeyin beni.

son olarak da aklıma ne geldi, küçükken biz, ilkokul falan, biri ona bakarken "kendimi tren gibi hissettim" gibi zekice espriler yapmaya çalışan birtakım kızlar vardı. bir gün mahalleli çocuklardan biri bu lafa "arkadan mı bineyim önden mi" diye cevap vermişti. ozaman anlayamamışız ama şimdi alkışlar onun için gelsin.

Sunday, May 20

commercial break













kremalı sebze çorbası

cuma günü sadece konuşmaya gittiğim sevgili dişçim çat diye dişimi çektiğinden mini mini birlerimin dersine gidemedim, üzerine 19-20 mayıs tatili de eklenince 3 gündür uyuz uyuz evde oturan bi insan oldum. kuaföre ve alışverişe gitmem, üzerine cep telefonu faturamı ödemem gerekiyor. yapılması gereken tatil planları ve pasaportumu yenileme işlemleri de bunlara eklenince yazın maaş almicak bi insan olarak maddi sorunlarımla yüzleşmeye başlıyorum. daha odamın tamamen boşaltılması, yenilenmesi, badanasının yapılması vs gibi olaylar var ki bunları aklıma bile getirmek istemiyorum. özlenen ve beklenen depresif voodoogirl geri dönmedi merak etmeyin, sadece farkettim ki etrafımdaki pek çok insan depresif hallere sürükleniyor bu ara, onlara ortak çıkayım dedim. dişsizim ve düşünceliyim evet.

Thursday, May 17

irregular plurals

hayatımda çok güzel gelişmeler oluyor olmasına ama bende bi duruma ayıkmama ve şok halinde dolanma durumu var. bir de diş ağrısı var ki herşeyi berbat ediyor; yarın sabahın 10unda dişçiye gidicem ve bu yaşımda tel takmak zorunda kalıp kalmicami öğrenicem. şu yaşıma kadar gittiğim hiç bir dişçinin de bana "hanfendi eşşek kadar olmuşsunuz ama ağzınızda hala süt dişleri duruyor" dememiş olmasını da hayretle karşılıyorum; inadına diş hekimi demiyorum efendim dişçisiniz işte dişçi.
bunun dışında amerikadaki 'kanka'mın ciddi ciddi modellik yolunda yürüdüğünü öğrendim bugün. beyim de albümünü çıkartır ünlü olursa artık eş durumundan ve kanka durumundan ünlüymüş gibi pozlara giricem ben de. bizim camiadan bi cesur öztürk çıktı daha da bi bok çıkmaz zannımca. aaah ah nerde o eski eltciler diğmi azizim.
ha bi de gündemin nabzını tutan voodoo girl modunda bi eurovision blogu yazasım vardı ama artık geçti. sadece şunu söylüyorum, her sene bir önceki senenin birincisini taklit etme modu yüzünden herhalde seneye "hepimiz lezbiyeniz". (bu sloganla alttan alttan ermenistana verdiğimiz 12 puanı da eleştirdim, uyandırayım.)
son olarak ingilizcesi iyi olan herkesin çeviri yapabildiğine inanan zihniyeti kınıyorum, çeviri bir sanattır - yersen.

Tuesday, May 15

if you're happy and you know it read my blog



yavaş, sancılı, stresli bir dönem oldu ama nihayet günler günleri kovaladı, beklenen gün geldi, perfect timing oldu ve ben haziran başı işinden istifa edip ağustos sonu yepisyeni işine başlicak bir insan oldum. pek bir mutluyum. darısı the.gang in başına diyorum.

an itibariyle hayat çok güzel; kuşlar, böcekler, maviler, morlar, yeşiller, pembeler..

Sunday, May 6

honey, i'm home

bunca zamandır blogger sayfamdan uzak olmama rağmen hayatımda ve halet-i ruhiyemde (kesin yanlış yazdım bunu) pek bir değişiklik yok. annemler döndüğü için saltanatım sona erdi, dün ankaranın yeni açık'ı 15 kişiyle bizim salonda kurulmuştu ancak sigara+bira+sinir üçlemesi boğazımı dağıttı, ve time goes by so slowly for those who wait durumum tüm hızıyla (ya da uyuzluğuyla) devam ediyor. en önceki bloglarımdan birinde belirsizlikten nefret ettiğimi yazmıştım hatırlıyorum, gerçi o ikili ilişkilerle ilgili bir blogdu ama hayatımın herhangi bir alanında belirsizliğe tahammülüm olmadığı bugünlerde daha da açığa çıkıyor; zira önümdeki 3 aylık dönem için hiç bir şey kesin olmadığından odaklanma ve motivasyon sorunları yaşıyorum. hiperaktif çocuklar gibiyim ama aktif değilim böyle bir sorunsal. sorunsal diince aklıma ekşi sözlük geldi, kahrolsun sanal communityler. wallahi beni attıkları için demiyorum, bugün işyerinde farklı bir gezegenden olduğuna kesin gözüyle baktığımız bir meslektaşımızın da ekşi sözlük yazarı olduğunu duyduğumda ben zaten oraya fazla kaliteli kaçmışım dedim hıh. konuyu anlamsızca dağıtmamdan da anladığınız üzere kafamı toplayamıyorum, hiç bir şey yapamıyorum, sadece gergin bir bekleyiş havasındayım, siz de nedir ne değildir sormayın just keep your fingers crossed for me.

killer son cümlem olmadığı için başta gördüğünüz modumu özetleyen fotoğrafla yetineceksiniz, iyi seyirler. (iyi seyirler dedim de aklıma geldi, spiderman 3'ün ilk gününde bilkentte 18.15 seansına girip duygusal sahnelerde [ha gerçekten duygusal olmuş mu mevzu bu diildir zira spiderman konulu action filmiyim ben diye ortaya çıkmış bir yapıt hiç diildir] mal mal gülen tüm çocukların ve ebeveynlerinin, sanki onları koltuğa bağlayan varmış gibi film sonunda oh be bitti şeklinde alkış tutan tüm izleyicilerin güneş görmeyen yerlerine penetrasyon yapabilirim, hiç acımam, tanıyanlar bilir.)