Tuesday, October 27

ulan istanbul sen mi büyüksün ben mi!

şurdan çaldım.

son anda cayma olmasın diye aylar öncesinden bileti alınan, hergün sınıftaki takvimden gün hesabı yapılan, uğruna bloglara geri sayım sayaçları konulan istanbul gezim yarın akşam saatlerinde başlıyor. artık vakti gelmişti. en son yaklaşık 1 sene önce gittiğimde yaşadığım olaylar yüzünden bir daha adım atmak içimden gelmediğinden adını bile ağzıma almadığım istanbul, şimdi terapi görevi görmeyi bekliyor. eski arkadaşlarla hasret giderilecek, yeni arkadaşlarla kaynaşılacak. eski anılar silinecek, yeni anılar edinilecek. korkunun ecele faydası yok, fobileri silmek lazım artık. hem deplasmanda atılan gol 2 sayılacağı için her türlü skorum olur affetmem.

Monday, October 26

playground love

iki cinsin de nihai amacı sevişmekken, neden yaş 17 kafası oyunlara başvurur insanlar anlamıyorum. ilk günler deli gibi ilgi gösterip sonra birden ilgiyi çekerek karşı tarafı kendine bağlama diye bir taktik var(mış) mesela. öyle saçmalık mı olur yahu? hayır insan kendisine böyle birşey yapıldığında kafasına takıyor karşı tarafı tabi ama "aman allahım ona çok aşık oldum hemen benim olmalı" şeklinden ziyade "bu ne be böyle dengesizlik mi olur ne yapmaya çalışıyor ki bu yılın malı" şeklinde. ondan sonra hırs yapıyorsun, burası babanın kum havuzu mu ulan bu oyunda ben de varım moduna bağlayıp "ay ben de bugün meşgulüm yarın görüşürüz artık uyarsa" gibi cümleler kuruyorsun. halbuki amaç belli, şimdi böyle yapınca kendine aşık da edemediğine göre seksi geciktirmekten başka yaptığın bir bok yok ki arkadaşım. geciktirmek güzel de yapacağın yer başka, sen onu karıştırdın. şu çektiğim triplere bak. msn iletimi "bırak bu işleri tereciye tere satılmaz benimle aşk oyunu oynamaya senin de yaşın tutmaz" yapayım da tam olsun.

çok pis genelden özele bağladım ama konuyu gözlerden kaçmasın.

Saturday, October 24

saatlerimizi geri almayı unutmayalım

daraltı

fenalardayım. bu hastalık beni sürekli terlettiği, geceleri uyutmadığı, burnumu musluk kıvamına soktuğu yetmezmiş gibi bir de duygusal hezeyanlara sürükledi. 2 günde tüm hayatımı sorguladım, herkesten ve herşeyden sıkıldım, insanların dengesizliklerine anlam veremedim, kendi beklentilerimi mantıksız buldum. aylar önce olmuş, günler önce olmamış olaylara ağladım, aklıma daha kötüleri geldi "en azından öye olmadı" diye rahatlayıp susacağıma "ben ne kadar malım hayatta neler var ben böyle birşey için ağlıyorum" diyerek daha çok ağladım. kısacası bir ergenin büluğ çağında yapması gereken herşeyi 26 yaşımda 2 güne sığdırdım. fenalardayım. önce vücudumun, sonra da egomun yerine gelmesi lazım. farkettim ki bu aşk meşk işleri sonucunda kalp acısı ne yaparsanız yapın baki kalıyor ancak egonuz toparlandığı an hayata devam edecek gücü buluyorsunuz kendinizde. böyle de bir hayat dersi çıkarttım gribal ve tribal enfeksiyonumdan, tepe tepe kullanın.

Friday, October 23

üstüme iyilik sağlık

bir süre önce şurada falımda çıkan pacman ve futbolcuyu göstermiş, sizlerden yorum beklemiştim. blogun 'sıkı takipçi'lerinden gogo "pacman değil o, hamile kadın görüyorum" demişti. kendisini tebrik ediyor, bundan sonra fal seanslarımıza katılması için ankaraya davet ediyoruz; zira ablam hamileymiş. TEYZE OLUYORUM. vay be. futbolcu da çıktı zaten, ne bereketli falmış arkadaş. bundan sonra her falımı çekip buraya koyuyorum totemimi buldum işte.

I catched a called

o kadar aşı oldum, havaların bir türlü soğumamış olmasını gözardı ettim her gün kalın kalın giyindim, her sabah vitaminimi içtim ama ne oldu; çarşamba günü maçtan sonra bir de bizim çocukların halı saha maçına bakayım dedim iki dakika üşüme hissettim hemen eve döndüm yine de kurtulamadım. evet ben de grip oldum, doktor "mevsimsel grip telaşlanmayın" dedi, bastı raporu. mal gibi yatıyorum dünden beri, laptop ofiste, daytime tv sucks. yattığım yerde sürekli çorba içip mandalina yiyorum. çok sıkıldım, grip + PMS duygusallık aldı yürüdü. içerden bilgi vermek gibi olmasın ama tavlamak istediğiniz bir kız hasta yatıyorsa ve siz de yeterince ilgi gösteriyorsanız hedefinize ulaşmanız an meselesi olabilir.

azıcık gücüm ve photoshop bilgim olsa, milletin domuz gribinden korunmak için taktığı maskelere lacoste-tommy-a&f gibi markaların amblemlerini yerleştirip "bilkentte domuz gribi çıktı ya ehe ehe" gibi espriler yapabilirdim. yine ucuz kurtuldunuz.

Sunday, October 18

okul


sevgili lasombra pas atmış, okul yıllarını yaz diyor. seve seve yazarım, tam inektim zaten ben.

demirlibahçe ilköğretim okulu: bir kere okumayı annem bana mizah dergilerini okumuyor artık diye inadına kendi kendime çözmüştüm ben 5 yaşındayken. şöyle oluyor, annem okumuyor diye götürüp harf harf soruyormuşum, ama çakalım ya niyetim anlaşılmasın diye yarım saatte bir soruyorum. annem de öğretmen olduğu için sesletiyor sadece harfleri, öğrencilerine öğretir gibi. öyle bir gün bir bakıyorlar ben okuyorum. bence zekadan öte direkt hırstan olmuş, hala da öyleyimdir. neyse efendim ben 5 yaşında okumayı sökünce önce erken başlatalım diyorlar, ama annem onu da istemiyor yaşıtlarıyla okumamak hayatı boyunca sıkıntı olur normal takılsın diyor. dolayısıyla 5-7 arasını anaokulunda geçirdim.

sonra ilkokul başladı. alemin kralıydım. bir kere "öğretmen çocuğu"yum, hayat bana güzel, okul küçük herkes tanıyor beni. prenses gibi gezdim 5 sene. 4. sınıfım, beni tenefüste kapıdan dışarı çıkartmayan nöbetçiye "sen benim kim olduğumu biliyor musun?!" diye çemkiriyorum, öyle bir artistlik. kumral ve renkli gözlü olmanın gücünü farketmişim, stajer hocalar geldiğinde kocaman kocaman açıyorum gözlerimi yeşil olduğunu anlasınlar diye öyle de bir ilgi odağı olma arzusu. irem vardı en yakın arkadaşım, o da esmer güzeli, okulun yarısı ona yarısı bana aşıktı. ilkokuldan beklenmeyecek sağlamlıkta arkadaş grubumuz vardı, baya eğlenirdik yani. çocukluk aşkım gökhan vardı, şu bir eline g bir eline s yazıp soranlara galatasaray diyen çocuk işte. bir de levent vardı ilkokul 5te, sarışın renkli gözlü, bisikletiyle hava atmaya çalışırdı bana bak onu da unutmamışım hiç. ilkokul tayfamla hala görüşürüm facebook kullanmıyor olmama rağmen, bunu da belirteyim. herneyse, bizim zamanımızda 8 yıllık eğitim daha olmadığı için 5. sınıfta girdik anadolu liseleri sınavına, ben kazandım atatürk anadoluyu.

ankara atatürk anadolu lisesi: gelsin kültür şoku. küçücük okuldan 5000 kişilik okula gitmişim, artık öğretmen çocuğu değilim, ilkokulda sınıf arkadaşlarıma kalemimi çaldırıp satın alan oğlanların dikkati memeleri çıkmaya başlamış kızlara kayınca dımdızlak kaldım ortada. hazırlıkta halit'e aşık oldum, pas vermedi, dikkat dağıtıcı unsur olmayınca ben kendimi derslerime verdim, şimdiki mesleğimi en iyi şekilde yapmama sebep olan ingilizce eğitimimi de en üst düzeylerde aldım. basketbol takımıydı, tiyatro klübüydü, okul dergisiydi derken 7 seneyi dolu dolu geçirdik.

bilenler bilir, atatürk anadolu lisesi bir fenomendir. pek çok insanın ilk olarak üniversitede tadabileceği ortamları biz lisede yaşadık, çok ayrı bir bağ vardır atatürk anadolulular arasında ve her köşe başından da bir aaal'li çıkar. hem sosyal hem de akademik anlamda bana bildiğim herşeyi orası öğretmiştir, öyle bir sevgiyle anarım. ama aşk meşk olaylarında hiç bezim olmadı lise boyunca, inanılmaz saftım, hem ilk sene son sene farketmedi memem de çıkmadı; öyle olunca platoniklerle geçti 7 senem. ders anlamındaysa matematikten nefret ettiğim iyice anlaşılınca annemin "kızım kaymakam olacak" hayalleri suya düştü ve ben konservatuar planlarımdan da vazgeçip yabancı dilden sınava girdim.

hacettepe üniversitesi - linguistics: ankara dışında bir şehirde yaşamayı asla istemediğimden babamın istanbul baskılarına göğüs gerip tek tercih girdiğim sınavdan alnımın akıyla hacettepeyi kazanarak çıktığımda pek mutluydum, kadim dostum a_janedoe benden bir sene önce giriş yapıp ortamları hazırlamıştı. yok be ne ortamı. feycana yetişemedik, nacho efsanesinin başrolündeyiz. dil bölümü, kadınlar hamamı gibi takılıyoruz. sınıfta 3 erkek var ikisinin adı ahmet üçüncü de gay zaten. ee ben gelmişim lisede elime erkek eli değmemiş halde sonum ne olacak? açıldık tabi sonradan. ama ilk sene bir aşık oldum, ilk aşkım kerem, 1,5 sene kendime gelemedim. kısa zamanda çok işler başararak arayı kapattım o ayrı.

ben hacettepeyi çok severim yalnız, her tipten insan vardır. biz de çok güzel günler geçirdik, çok eğlendik 4 sene boyunca. "eski hızlı günlerim" deyip duruyorum da bir bildiğim var, pazar-pazartesi dışında her allahın günü sabaha kadar dışarda takıldığımı bilirim üniversite 3 boyunca. bir de dernek işleri başlamış, her sene bir yurtdışı seyahati. hacettepeli kartalları yönetiyoruz neredeyse her haftasonu inönü. akademik hayat desen bölümüme aşık olmuşum zaten, 'ders takibi - iyi not tutma - finalden bir gün önce notları gözden geçirme' üçgeniyle ortalama yapıp bölüm üçüncüsü mezun oldum. lise boyunca yapmadığım herşeyi üniversitede yaptım, ona rağmen şimdi konuştuğumuzda "şunu şunu da yapsaydık" deriz. insan doyumsuz. o zamanlar harcadığım enerji geri gelmedi, o zamanlar kurduğum network küçüldükçe küçüldü. ama ortalamanın üzerinde bir üniversite hayatı geçirdim bence, mutluydum.


akademik hayatı ve okul kavramını her zaman sevmiş bir insan olarak üniversite sonrasında eğitim neferi olmam süpriz olmadı zaten, hep öyle büyüdüm ben. pek çok insana hiçbir şey ifade etmese de akademik başarı hayatımda hep önemli olmuştur, karşımdaki insanda da aradığım birşeydir. böyleyken böyle, baştan ineğim demiştim ama.


"olum bizim sınıf var yaaaa, tam hababam sınıfıydı" kafasındaki herkese paslıyorum ben de bu mimi.

Saturday, October 17

möh.

bir süredir, içinde bulunduğum anı sallamayıp sadece gelecekte belirlediğim noktalara ulaşma amacıyla yaşadığımı farketmiş ve bundan da yeterince sıkkınlık duymaya başlamıştım ki daha kötüsü oldu, o belirlediğim ve beklediğim gelecek anları da tad vermemeye başladı. çok felsefik birşeymiş gibi görünmüş olabilir de kastettiğim aslında tüm haftayı cumartesi olsun diye yaşamak gibi birşey. mevsim değişimi midir, gezegenler yine birbirlerine mi giriyordur nedir içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor, hiçbir şey bana keyif vermiyor. kırtasiyeler çoktan gözden çıkartmış 2009'u, 2010 takvim ve ajandalarının reklamını yapıyorlar; halbuki yıl "abi o değil de yılbaşında ne yapıyoruz?" sorusunun ilk sorulduğu gün biter benim için. bari kalan ayları düzgün yaşayalım diyeceğim, olmuyor; zira aylardır sabırsızlıkla beklediğim 29 ekim tatili ve istanbul ziyaretinin bile hevesini kaybettim. artık ne yapayım kaderime razı oldum, hayatıma girecek keyif verici madde ya da insanları bekliyorum. hangisi önce gelirse.

Wednesday, October 14

That's Not Art

bu blog, iki fotoğraf çekip altına kendilerince çok şey ifade ettiğini düşündükleri saçma sapan sözler yazan 'tasarımcı' gençliğe gelsin. müthiş.

http://pseudomeaningful.tumblr.com/







tabiki yine nikopol keşfetti. onun keşifleri üzerinden prim yapmaya çalışıyorum evet.

Saturday, October 10

skywater

buraya aslında küçük bir kız çocuğuyla oğlan çocuğunun
saf arkadaşlığını resmeden bir fotoğraf koymak isterdim
ama olmadı, bununla idare edin.


'mahalle arkadaşı' kavramını bilecek kadar eski bir nesildenim. bizim mahallede ötüken parkı basketbol potalarının olduğu yerdi ben küçükken, 'bizim oğlanlar' basketbol oynar ben de onları izlerdim. klasik etrafında bin tane erkek arkadaşı olan 'kanka' kız hikayesi. bu mevzudan prim yapmaya çalışan kızların da hastasıyım. "ben erkeklerle daha iyi anlaşıyorum yeaaa". aferin sana da, hayatının hiçbir döneminde bir kızla dostluk kuramadıysan bir sıkıntın var bir kere, bunu kabullen. kesinlikle karşı cinsten çok yakın arkadaşları olması insanın müthiş birşeydir, ben erkeklerle ilgili pek çok şey öğrendim erkek-arkadaşlarımdan fakat küçükken göte benzediğimiz için erkekler sadece arkadaş olmak için yanımıza yaklaştı diye de "ben hiç kız gibi değilim adamım bak bütün arkadaşlarım da erkektir zaten çok kafayım yani bir bilsen" tripleri yapmak komik ve gereksiz oluyor biraz, yapmayalım.

işte o bebelik tayfasından bir arkadaş 3 sene önce amerikaya gitmiş ve birtakım sorunlar yüzünden tatil için bile türkiyeye dönememişti. 1 hafta önce msn "ben türkiyeye geliyorum kimseye söyleme annemlere süpriz yapıyorum", perşembe günü telefon "geldim". lise 3te yabancı dil seçtiğimden misafir öğrenci olarak okuduğum saçma okulun dibinde ptt olduğundan aynı şehirde olmamıza rağmen mektuplar yazdığım adam, maçlardan önce formasına gözkulak olduğum, ısınma hareketlerinde bacağını kaldırdığım adam, elektronikada havuzun yanında saatlerce beraber dansettiğim ve beni bilmeden "kesin havuza düşecek. şimdi girecek havuza. havuza girmeye kalkarsa bittik" diye triplere sokan adam. şimdi amerikada yolda yürürken bir fotoğrafçıyla tanışıp modellik yapmaya başlamış, evlenip boşanmış, evini new yorktan miamiye taşımış adam. o federallerin bir yanlış anlaşılma yüzünden evini basışını, green card mülakatında başına gelenleri anlatırken heyecanlı heyecanlı; ben sessizce çay fincanı içindeki kırmızı şarabımı yudumladım. "yorgun musun sen?" dedi. "düştüm" dedim. o anladı.

Wednesday, October 7

Aristocrat Eyeglasses

bu gözlükleri tüm karizmasıyla taşıyabilecek adam istiyorum yanıma.
(bu kadar esmer olmasın ama)

"önce gözlüğü gözüme, sonra seni koluma takarım" iddiasında olanlar şurdan satın alabiliyorlar.
(gözlükleri)

Tuesday, October 6

ya sabır

"they people don't social people. they are a robot people" diye cümle kuran öğrencilerim söz konusu olduğunda sabır taşı kesilen bünyem acısını özel hayattan çıkartıyor olmalı ki ikili ilişkilerde dünyanın en sabırsız insanıyım. bir şey istiyorsam hemen olmasını istemekle kalmıyor, istediğim zaman olmazsa anında soğuyorum mevzudan. göz göre göre de uzun vadede çok daha başarılı sonuçlar alabileceğim olaylara kısa süreli tatminler için balıklama dalıp tüm hevesimi kaçırıyorum. hep self-aware olmakla övünen bir insanım ama böyle bile bile ladesler de artık canımı sıkmaya başladı; işbu yüzden radikal kararlara koşuyorum. bir olay var kişisel sınırlarımda müthiş sabır örneği gösterdiğim, eğer onun sonu düzgün bir yere varırsa "sabrın sonu selamet" diye post yazıp başarı öykümü herkesle paylaşacağım. yok yine elime alırsam da yüzümü batıya döner "life is too short to waste your time waiting" diye post yazarım, yanına da artistik bir fotoğraf ekledik mi olur sana koy götüne gitsin havaları reloaded ordan durumu kurtarmaya çalışırım artık ne yapalım.

there she was just walking down the street

* avrupa birliğine uyum yasaları kapsamında, türk insanına yolda yürüme dersi verilmesini istiyorum.

* yolda yürürken önünüzden yürüyen kızın güzelliğini karşıdan gelenlerin bakışlarından anlama diye bir olay var. geçen öyle bir kızın arkasına düştüm, aman allahım her geçen kitleniyor. hayır o durumda önüne geçip mal gibi arkana da dönemiyorsun. bu merakla yaşadım tüm gün.

* resim çantasını takıp yolda yürüdüğünde kendini van gogh zanneden güzel sakatlar fakültesi öğrencilerine ilkokulda taktığımız beyaz resim çantasına geri dönmelerini tavsiye ediyorum. bence baya süpersonikti o çantalar, hem old school falan ordan yardırırlar karizmayı.

* her sabah önünden geçerken hostanın amerikan fast food zincirlerine uyup açtığı dondurma standını görüp, kabullenemiyorum. ayrıca merak ettiğim bir şey var, çocuklara küçüklüklerinden itibaren döner tanıtılsa fast food olarak, ne bileyim mcdonaldsın united colors of benetton çocukları gibi kürtler ermeniler türkler birarada hosta döner yiyor türkiyeye barış geliyor temalı reklamlar falan yapılmış olsa bile çocuklar anneeeaaaaa hamburgeeaaar diye ağlar mıydı yoksa döneri türk fast foodu olarak geliştirebilir miydik? bence baya kaçırılmış bir fırsat.

Sunday, October 4

falımda pacman ve futbolcu çıktı



yorumlara açığım.

Thursday, October 1

kara pipini keserim bebe senin

yiğidim aslanımın sağ ayak kemiğinde kırık tespit edilmiş, yaklaşık 2 ay yok diyorlar. bu resimdeki ibnenin adresini bilen yazsın, gidip dövcem.

fuckbuddy 101

ya da "takılmaçlığa giriş" dersim wingman ekim sayısında. buyrun.