Monday, April 12

spare me from the mold

otobüsteki internet bağlantısı sayesinde -köprüye gelene kadar- sancısız geçen bir yolculuktan sonra istanbul'a varıp, girdiğim ilk mekanda ferrari'yi görmemle "tamamdır, bu tatil iyi geçecek" dedim. geçti de; gezdik tozduk, daha önce gitmediğim mekanlara gittim bayıldım (bkz: mangerie), özlediğim mekanlara gittim hasret giderdim (bkz: inönü stadyumu), görmek istediğim insanları gördüm takıldım (bkz: varol döken), pek çok mekanda ortamın en büyüğü değil küçüklerinden olmanın keyfini yaşadım (bkz: lucca), istanbul'a sigara yasağı pek uğramamış ona şahit oldum (bkz: wanna, küçük beyoğlu), hava yağmurlu diye triplere girdim ama cumartesi sahilde mis gibi kahvaltı ettim (bkz: lokma). bir istanbul klasiği olarak alkol koması, seks, kalp ağrısı ve dönüşte hayvan gibi hasta olma kısımlarına girmeye gerek bile yok.

yalnız "haydi bu şarkı benim şansıma" ergenliği yaptığım bir esnada hit the road jack, and don't you come back no more çalması bir tesadüf değildi bence. bu gidişimde bir kez daha anladım ki harcattığı para, enerji ve hissettirdiği yapay mutluluk duygusuyla istanbul'dan bana koca olmaz; ancak arada kaçamak yaptığım bir metres olur.

3 comments:

varol döken said...

düz koşulara başladım, bir dahaki gelişinde bobo'nun kaçırdığı o gollerin alayını bir maçta çakacağım, hem ünlü hem futbolcu hem akıllı hem adaleli hem de ferrari sahibi olacağım...

ama beni öldürsen lucca'ya gitmem bebek, pera balık'a satın alır ömür boyu orada takılırız bebek:)

Ortega said...

Bir metres olarak İstanbul.
Bit meroseksensantim (göçmen ağzı)

Yağız Gönüler said...

küçük beyoğlu; ki çalıştığım yerin dibidir gelipte haber vermeyen bir insanevladısın.