Wednesday, November 23

ermeni köpekler kara pipilere maymun der

aslında ne zamandır beşiktaşk ve football is groovy etiketlerini kullanarak futbola dair post girmiyordum zira şikedir soruşturmadır yönetim mallıklarıdır maçları bile görev gibi izler hale gelmiştim ama yurdum insanının beni yeni bir çemkirme yazısı yazmaya itmesi çok sürmedi. malum haftasonu beşiktaş-galatasaray maçı vardı ve maçtan çok tribünler konuşuldu. neden? maddeler halinde yazalım (çünkü çok akademiğim):

1. beşiktaş taraftar grubu çarşı, 65. dakikada van'a yardım amaçlı üzerindekileri bir bir çıkartıp sahaya fırlattı. tepki ne oldu? show yapmışız, böyle şeyler gizli kapaklı olurmuş basın çağrılarak olmazmış işimiz gücümüz reklammış vs. çarşı'nın diğer tribün gruplarından farklılığı ve geldiği nokta üzerine yazılabilecek her şey şu yazıda yazılmış olduğundan o konuya girmiyorum. vefakat kendisi bugüne kadar sosyal sorumluluk projeleri üzerine kılını kıpırdatmamış insanlar/taraftar grupları mümkünse bu gibi konularda hassasiyeti açık olan çarşı konusunda yorum yapma hadsizliğine düşmesin. adama "haydi çarşı show yapmış olsun; peki sen ne yaptın?" derler ve kuzuların sessizliğiyle üzerler.

2. gereksiz vakit geçirme çabalarıyla sinir bozan eboue, taraftarın tepkisini çekti ve sahaya maddeler yağdı. burada "yok o da vakit geçirmeseydi, yok sahaya madde atılmasaydı" tipi tartışmalara girmeye niyetim yok. sahada tahrik edici hareketi olan her futbolcu bir şekilde tribünden tepki yer; ve tabii ki bu tepkinin sahaya madde atma şeklinde gösterilmesi yanlıştır. fakat galeyana gelen tribünlerin "fuck you eboue" diye bağırmasını maymun diye anlamak, buradan da beşiktaş taraftarını ırkçılıkla suçlamak düpedüz beyin hücresi eksikliği. araştırmacı gazetecilik yeteneklerimi kullanarak olaydaki saçmalık boyutlarını tek tek sorguluyorum:

- "fuck you" nasıl maymun diye anlaşılır? anlaşılan "monkey" denmiş olması mıdır yoksa maymun sesi çıkarıldığı mı düşünülmüştür? galatasaray'ı fatih terim'in yönettiği göz önünde bulundurulursa  ingilizce seviyesinin bu  olması hoş mu görülmelidir?
- tepkiyi çeken futbolcunun zenci olması nasıl hemen zenci ırkçılığına bağlanır? bu bağlamda, bir futbolcu tepki gördüğü an ne yaptığından ziyade rengine bakılarak ırkçı suçlamaları yapılması aslında kimi ırkçı yapar? (burada çok felsefik yaklaştım gözlerden kaçmasın).
- türkiye'de bilmediğimiz bir zenci ırkçılığı mı mevcuttur? beşiktaş taraftarları zencilere ırkçılık yapıyorsa pek çok sembol beşiktaş futbolcusunun zenci olması neyle açıklanabilir?

demem o ki insan fanatik olunca "karşı taraf"a neresinden vuracağını şaşırıyor; normaldir. yalnız diyarbakırspor'a pkk tezahüratlarıyla maç yaptırmayanların, beşiktaş'a "ermeni köpekler beşiktaş'ı destekler" diye bağıranların ülkesinde zenci ırkçılığını konuşmak en hafif tabirle olayı götünden anlamak oluyor.

Sunday, November 20

endoskopi for dummies

adam haklı beyler.
işbu yazıyı yıllarca mide bulantısından neler neler çekmiş ama korkusundan endoskopi yaptıramamış bir insan olarak yeni nesillere örnek olmak, yol göstermek amacıyla yazıyorum. yaş 30a geliyor diye yaptırdığım kan testinde bile midede birtakım sıkıntılar, B12 eksikliği falan çıkınca artık korkunun ecele faydası yok dedim, gittim gastroendskjshfkjsloji bölümüne ama içten içe ulan sırf kan testine bakarak ilaç yazar mı acaba, endoskopi yaptır demese ya falan modundayım. neden; çünkü endoskopi denen şey herkes "5 dakikalık iş, uyuyorsun zaten" falan demesine rağmen benim gözümde bambaşka. ya uyuyamazsam? ya uyur da boruyu mideden çıkartırlarken uyanırsam? ya uyur gözükür ama aslında her şeyi hissedersem (niptuck izleyicileri o korkunç bölümü hatırlayacaklardır)? ama doktor bey kalkıp "artık bakılması lazım, vitamin eksikliği ileride büyük sıkıntılara yol açabilir" deyince kuyruğu sıkıştırıp aldım randevuyu. ondan sonrası hemşire gelir beni bekleme odasından alır, benim elim ayağım boşalır, hemşire damar yolu açar, ben sırf damar yolu açılırken kendimi o kadar kasarım ki daha ilaç verilmemiş olmasına rağmen bayıldığımı sanarım, hemşire beni sedyede tor tor tor endoskopi odasına götürür, diğer hemşire burnumdaki bantı neden taktığımı sorar, ben "yatar pozisyonda nefes alamıyorum da" derim, sonra gözümü tekrar ilk odada açarım şeklinde. gerçekten hiç bir bok hatırlanmıyormuş ki dostlar! allahım nasıl bir mutluluk. ben kendimi çok ayık ve uyanık zannettiğim o endoskopi sonrası 1-2 saat sevgilime "ex atmış gibiyim dans etmeye gidelim" mi dememişim, sedyedeyken üzerim giyinik mi diye örtünün altına baktı diye "burada seks yapacak değiliz" mi dememişim onlara girmiyorum. demem o ki endoskopi yaptırması gereken ama korkan arkadaşlar varsa aranızda; acımıyor ki acımıyor ki!

Wednesday, November 16

modern talking

ilhamımı kadim blogger jelatin'in izmir üzerine yazdığı yazıdan aldığımı belirterek başlayayım. ülkemizde özellikle islamcı bir partinin tek başına iktidar olarak gücünü artırmasından sonra bir "modernlik" safsatası aldı yürüdü malum. modernlik tanımımız da şu: burası o kadar moderndir ki istediğimi giyerim kimse laf etmez. kafadakı sığlığa gel. istediğini giymek en temel hak; ama biz bunu bir şehir ya da bir toplum için artı değer olarak görüyoruz. artık ne kadar sikik durumdaysak oradan hesap edin. bir insanın "en iyi özelliğim dürüst olmam" demesi gibi. ulan o zaten olması gereken şey neyin havasını atıyorsun? demem o ki kalkıp modernlikten bahsedeceksek daha yememiz gereken kırk fırın ekmek, giymemiz gereken kırk parça mini etek var. "mini etek giydiğimde tek laf eden olmuyor" ölçütündeki inanılmaz mantık hatası da zaten o tek laf edilmeyen yerlerde bile göz tecavüzüne uğramak; ama mini etek giyen gerçekten tecavüze uğradığında mini eteğin tahrik edici unsur olarak görüldüğü bir ülkede göz tecavüzünü tacizden sayma lüksümüz yok tabii. 

o "modern" denilen izmir'de bayramın birinci günü şortla koşuya çıkan erkek arkadaşıma "bugün bayram, müslüman bir ülkede böyle giyinemezsin" denildi; onu da not düşelim.

Wednesday, November 2

ooo beko

yavaştan planlar yapılmaya başlanmış olsa da ingiltere büyükelçiliğinden "evlilik işlemleriniz için arıyorum" telefonu gelene kadar pek ayıkmadığım evlenme işinde önemli bir adımı bugün hallettik: beyaz eşya alışverişi. kısa süreli ev döşemek çok kolay dostlarım, her şeyin en ucuzu olsun zaten 2 sene sonra satılacak kafası. yine de olmuşken düzgün olsun diye arçelik-beko ikilisine bakalım dedi annem, zaten aynı şirket seç birini. seçtim elbet, ama "bir dünya markası" olduğu için değil; bizim için hala "bir beşiktaş markası" olduğu için. hey gidi.

Thursday, October 13

vitamini kabuğunda

erkeğin aklı genelde sikinde derler tamam ama, manitamın ingiliz olduğunu duyunca daha adını bile sormadan "sünnetli mi?" demek nedir lan? ne kıymetli malınız varmış anasını satayım her konuşmanın odak noktası. hayır bir de o bilgiye ulaşınca ne olacak, o cevaba göre konuşmanın kalanına nasıl yön verecek, iki türü ayrı ayrı tecrübe etti de akıl mı verecek, ne yapacak belli değil. garipsiniz vesselam.

sünnetli - sünnetsiz fark etmez.

Tuesday, October 4

kendinize "forever alone" kafası yapmadan önce bilmeniz gereken üç şey

bir: 2-3 sene süren ilişkiler yaşadıktan sonra yalnız kalınıp onunla bununla gezilen ama kimseye bağlanılamayan döneme rebound denir; forever alone değil. yani uzun ilişki bitiş acısı çekerken içinizden gelmeyen şeyleri çok yalnız ve cool olmanıza değil, kuyruk acısına bağlarsanız daha gerçekçi olur.

iki: etrafta doğru düzgün adam olmadığından ya da düzgünü size denk gelmediğinden sevgilisiz olmaya abazanlık denir; forever alone değil. yani "yanıyorum, kurudum, duvarlara tırmanıyorum" deyin canımı yeyin ama "hayat tarzım böyle yani forever alone bir insanım" derseniz kalp kırarım.

üç: hayatını sosyal paylaşım sitelerinde ve televizyon izleyerek geçirip evden çıkmamaya asosyallik, ya da iyi tarafıma denk gelirseniz depresyon denir; forever alone değil. yani siz mahallenin delisi kedili teyze olmanın pratiğini yaparken etraftan yalnızlıklar kraliçesi muamelesi beklerseniz daha çok beklersiniz.

durum budur.



Wednesday, September 28

kızlar çok rerörerö

şu hayatta ilişkiler üzerine kelam eden herkesin lafını en azından saygıdan bir kez dinleyeceksek benim demet akalın'dan alıntılayıp yaşlı kafa sallamasıyla tabii tabii tepkisi vereceğim en güzel laf "herkes hak ettiği gibi yaşıyor" olacaktır. ikili ilişkilerde ters giden, damara basan, insanda sinir bırakmayan bir hareketi varsa karşı tarafın, ve ben de o karşı taraftan şikayet eden birini duyarsam aklıma hep "e sen de öyle alıştırmasaydın o zaman" demek gelir; diyemem. yani eskiden böyle yuvarlak masalarda toplanıp afili aşk ve seks hayatlarımızı konuşurken öyleydi en azından. işbu "herkes hak ettiği gibi yaşıyor" denkleminin kadın tarafını koyduğum yer genelde budur, adamın kıskançlığından / sinirliliğinden / seni kısıtlamasından falan şikayet ediyorsan önce dönüp bakacaksın ben ilişki boyunca bunları nasıl tolere ettim. 

denklemin erkek tarafıyla muhatabım ise ikili ilişkilerden ziyade "kız genellemeleri" hususunda gerçekleşiyor ve doğal olarak öyle tiplerin ağzına ağzına vurasım geliyor. misal; kızların para yemesi mevzusu. yoktur demiyorum, elbette vardır erkeklerle para için birlikte olan kadınlar, ne bileyim sürekli hesabının ödenmesini isteyen, bu tip maddi etkileri olan hareketlerle erkeklere "lan ben kaz mıyım" hissi yaratan kadınlar. vefakat adama sormazlar mı kaz değilsen neden yolduruyorsun kendini arkadaşım diye. baktın kız paranın peşinde; çek git. hem erkekliğini para harcayarak hissetmeye çalışacaksın, hem de para harcatan kadından şikayet edeceksin. onu hiç yemiyoruz biz. 

misal iki; kadınlar evlilik delisi mevzusu. yok demiyorum, bizzat tanıyorum ben de öylesi aman ne yapsak da adamları kafeslesek modundaki kadınları. ama canım kardeşim, pek sevgili karşı cinsim, "ibrahim tatlıses kafaya darbeyi yedi ya evlilik kararını nasıl kolay aldı ehi ehi" seviyesindeki esprilerinizi sosyal mecralarda paylaşmadan önce fındık kadar amını sakındı diye kıymete bindirdiğiniz, namuslu bilip evlenilecek kız kategorisine soktuğunuz kızları bir düşünseniz. o kadar rahatsızlık veriyorsa; evlilik delisi kadınla gezme, bırak, çek git. hem kendi bokunu bile temizlemekten aciz ol, anneciğinin verdiği hizmeti verecek kadın arayışın hiç bitmesin; hem de orada burada kadınlar evlilik delisi. onu da hiç yemiyoruz biz. 

şimdi o taşakları yavaşça yere bırak ve hak ettiğin kadınlarla, hak ettiğin gibi yaşamaya devam et.

gücüne mi gitti?

özledim teninin kokusunu özledim

voodoo girl's groovy life başlığına yakışır "geçen şunlar oldu şunu yaptık buraya gittik böyle de komik şeyler öpt by" tadındaki yazılarımı özledim. arz ederim.

Friday, September 23

Lazy Football Chairs

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 17


Tuesday, September 20

kadınsın sen uslu kal

sahalarımızda görmek istediğimiz hareketler.
malum futbol dünyamızın yeni icadı seyircisiz oynanması gereken maçı "kadın taraftar"lara açmak. hürriyet'ten alıntılarsak "Türkiye bugün tarihinde bir ilke imza atacak. Tribünler adeta çiçek açacak ve Fenerbahçe-Manisaspor karşılaşmasını sadece kadın ve çocuk taraftarlar izleyebilecek". bir kere bu herhangi bir sıfatın başına "kadın" getirme işine ne kadar sinir olduğumu "kadın blogger" zamanlarından hatırlarsınız. dolayısıyla "kadınlara ve çocuklara futbolu sevdirme" motiviyle yapıldığı iddia edilen bu iş kadınların futbol taraftarlığı konusunda ilginç alt metinler içeriyor. yani TFF diyor ki "kadın dediğin sütten taraftar". yok ya? sen kadına stadları sevdirmek niyetindeysen önce o stadda kadın görünce salyası akan hanzoları bir temizle, kamerasını futbolcuların sümkürmesinden fırsat buldukça tribünde gördüğü kadınlara zoomlayan lig tv kameramanlarını bir eğit, stadlardaki tuvaletleri kullanılabilir bir hale getir; ondan sonra konuşalım. seyircisiz maça "yea bunlar zaten uslu uslu oturur küfür de etmez alsınlar bebelerini örgülerini otursunlar kenarda" mantığıyla kadınları çağırmakla olmuyor bu işler. gün gelir beşiktaş da seyircisiz oynama cezası alır da dişi kartallar tribünleri doldurursa uygulamalı da gösteririz kadın taraftar nasıl oluyormuş, sıkıntı yok. amına koduğumun yalandan pozitif ayrımcıları sizi.

Tuesday, September 13

noumalar memleketi fransa

üzerinden 1 ay geçmiş olmasına rağmen azimle yazmaya çalışacağım fransa gezi notları postuna hoşgeldiniz.

reyizin reklam yıldızı olmasını kes
fransa'da ilk durağımız paris idi. tepedeki önermeden başlayacak olursak, ırkçı bir söylem değil, basit bir gözlem benimkisi. avrupa'da o kadar yer gezdim (abart) bu kadar çok kara pipiyi bir arada görmedim arkadaş. halısaha maçındaki zenciye sahadaki tüm fenerlilerin "emenike" (those were the days) beşiktaşlıların da "nouma" diye seslenmesindeki düz adam mantığından alıp yürüyor ve fransa'yı noumalar memleketi ilan ediyorum kısaca.

şanzelizenin en kral yerine dükkan açmışız hocam 
efendim biz paris sınırları içerisindeyken le marais adı verilen, sanatın ve sanatçının dostu bir bölgede kaldık. aynı zamanda gay bölgesi dediler, doğru olabilir zira herkes güzel herkes yakışıklı herkes bakımlı ve herkes stylish mi olur lan ayıp denen bir şey var. gitmeden önce aldığımız tüyolara dayanarak otel işine hiç girmedik, kiraladık evimizi mis gibi 4 gün yemeğimizi de rahat yedik çamaşırımızı da yıkadık herkese önerimdir. herkes stylish demişken, kasetçalar çantama iltifat aldığımı söylemeden edemeyeceğim düşün modanın başkentindeyiz ve benim çantam sükse yaptı yhaaa demek markafoni fransa'ya ulaşmamış zira her ay satışı var o çantaların biliyorsunuz.

o kadar alterim ki baykuş gördüm mü kaçırmam
paris'te yapın denilen her şeyi yaptık, yapmayın dediğim bir şey yok siz de yapın. yalnız louvre müzesiyle ilgili bir maruzatım var. abicim sen kossskoca müzesin, hadi ben sanat tarihi falan bilmem cahilim anlamıyorum ama kim bilir kaç tane çok değerli ve ünlü eser var içinde; sen kalkıp tuvalet yönü gösterir gibi levhalarla mona lisa reklamı yapıyorsun. orada o kadar memesini açmış kadın varken sırf çatalını göstererek sükse yapmayı başaran lisa bir havalarda, ondan sonra yüzlerce insan girebildikleri en dip noktaya kadar gidip tablonun fotoğrafını çekmeye çalışıyorlar. lan her yerde fotoğrafı var zaten madem gerçeğini görmüşsün iki çıplak gözle baksana. ben şahsen insanları yara yara en öne kadar gidip 5 dakika boyunca bir bok anlamadan mona lisa'yı izledim, oh dünya gözüyle bunu da gördüm dedim, sanata olan saygımı perçinledim geldim. 

fransa'nın delisi bu da.
ve son olarak paris'teki inanılmaz mantık hatası: suları kokuyor. hani bulaşık makinesine yanlışlıkla dibinde omlet kalıntıları olan tavayı koyarsınız da tüm bulaşık berbat bir yumurtamsı kokuyla çıkar ya, hah işte o koku adamların suyunun default kokusu. yemin ediyorum nefesimi tutarak yemek yedim o tabakların kokusundan, kokuya karşı hassas olanlar hazırlıklı olsun gitmeden. bir paragrafta 'koku' sözcüğünü 'koku' romanından bile fazla kullanarak rekor kırdığım da gözlerden kaçmasın.

gezi yazısına yediğimin içtiğimin fotosunu koymazsam ölürüm
paris sonrası ailevi sebeplerden şöyle bir güneye indik, markette 5 euroya satılan şarabın bile müptelası olduk, oradan bordeaux'ya geçtik. bence çok şirin (yok neydi yeni trend kelimemiz 'keyifli') bir yer ama 3 günden sonrası bayar ona göre ayar çekin. son olarak da lyon yaptık, ilk gün müthiş müzeler gezdik, ikinci güne alışveriş ve park bahçe keyfi planları yapmışken sabah kalkıp tarihe bir bakarsın lan uçak yarın değil ki bugün, saat 11 uçak 2de, kaçırsak parasını geçtim benim vizemin de son günü, atlarsın taksiye pegasus'un sana lyon diye sattığı bilet başka şehir çıkar 1 saat götünden terleye terleye havaalanı yolu çekersin oldu mu sana yeni evin. böyle de macera dolu hayatlarımız var.

gidek mi la


Friday, September 9

ellerim buz gibi götüm karpuz gibi

çılgın yaz maceralarımın almanya ayağını yazıp fransa'ya fırsat kalmadan işe güce gömüldüm ama ona sıra gelene kadar yazın olan başka bir olayı anlatmak istiyorum gönül dostları; 6 KİLO ALDIM. böyle büyük yazdım ki ağzım dolu dolu söylediğim anlaşılsın. tabii bu kiloların tamamı yazın alınmış değil; italya'ya gitmeden önce "skerler yeaa zaten italya'da kesin kilo alırım dönünce dikkat ederim şimdi yiyebilirim" mantığına sahip olduğumdan şubat-mart civarı başlamış olabilirim ayılaşma sürecime. ben ki klişeyi bozmayıp en ağır zamanlarımı öss'ye hazırlanırken 56 kilo olarak geçirmiş insanım, şimdi baskülde aynı kiloyu görmek nasıl koydu anlatamam. bir de dolaptaki otuz pantolondan sadece iki tanesinin içine girebildiğimi farkedince dönüşü olmayan yola o haftadan sonraki ilk pazartesi girdim -ve tabii ki pazar akşamı iskender yedim. şimdi oradan buradan, farklı diyetisyenlerden ve diyet kitaplarından topladığım bilgilerle nesfit - müsli - ızgaratavuk - sebzeçorbası - salata ekseninde yaşamaya başladım. açlık o kadar koymuyor fakar sağımda solumda burger kingler, salçalı ev yemekleri falan olunca o can çekmesi ama yiyememe hissi var ya o fena koyuyor. yine de tutuyorum kendimi, azimliyim başaracağım. bir de "ay sana yakıştı kilo yaa" "ay sen nerene rejim yapıyorsun yaa"cılar olmasa hayat daha güzel olabilir. 
kendikocagötlüdiyeherkeskocagötlüolsunisteyenkızlarbisusunartık.com 

Sunday, August 21

kötü bira yoktur almanya olmayan ülkeler vardır

bu yazki "tatilimizde küçük bir sahil kasabasına gitmek yerine avrupa'yı gezelim ki tatilimiz çalışmaktan daha yorucu olsun" şenlikleri kapsamındaki ilk durağımız berlin'di. gidip görmüş olanların anlata anlata bitiremediği berlin benim de hoşuma gitti, kafama yattı.
berlin in berlin (bu kadar da yaratıcıyım)
arılaar.. arılaaar (coşkun sabah-anılar melodisiyle): berlin'de elinizi attığınız yerden türk çıktığını, istatistiksel olarak da berlin'in avrupa'nın en büyük türk şehri olduğunu hepimiz biliyoruz. peki ya arılar? anasını satayım önüm arkam sağım solum arı çiftliği, daha 5. dakikada hayatımın ikinci arı sokuşuna maruz kaldım ve hayattan soğudum. üstelik sokunca ölen cinsten arı da değildi gayet hayatına kaldığı yerden devam etti piç. buradan gezi yazısına bağlamak gerekirse berlin'e giderken yanınızda arı sokmasına karşı krem bulundurun (böyle de gereksiz ve ayrıntılı püf noktası veririm). 

müze müze almanya: berlin müze severler için cennet. meşhur müzeler adası -ki türk taksicinin "bizden çaldıklarını sergiliyorlar" diye tanımladığı bergama müzesini de içeriyor- dışında güzel bir modern sanat müzesi keşfettik (tabii ki bir istanbul modern değil), maalesef checkpoint charlie'ye gidemedik ama DDR müzesini kaçırmadık. tabii biz biraz daha "ve hitler işte buradan halka seslendi" tadında tarihi yerler görmek istiyorduk ama olmadı, bir tek yahudiler için yapılmış olan anıt vardı ve onun da kapalı olduğu güne denk geldiğimiz için sanki onca insan öldüğü için değil üzerinde çocuklar zıplasın millet facebook fotoğrafları çektirsin diye yapılmış gibi bir hali vardı insanlar öyle gamsızdı sinirim bozuldu içimden "kahrolsun naziler!!1" dedim kinlendim. berlin duvarı sergisi de kaçırılmaması gereken sergilerden bir diğeri, yukarıdaki fotoğraf duvardan alıntı misal. gidilmeli görülmeli.

currywurst. mis.
yeme-içme: içkiyle ilgili özetim başlıkta saklı, gördüğünüz her birayı gözü kapalı içebilirsiniz adamlar yapmış. yukarıda resmettiğim 'currywurst mit pommes', bildiğin sosis patates ama doymadım doyamadım yemelere onu ben. yaz boyu kendimi yemelere verip kilo alma sürecimi 6 kiloyla sonlandırdığım için bu konuyu hızlı geçiyorum yeme-içme on numara takılın yani.

almanyalı sen türksün: türk -daha doğrusu genel olarak göçmen- mahallesi kreuzberg yıkılıyor. müthiş punk bir atmosfer, süper barlar, hint lokantaları, müzik mağazaları. gündüz türklüğünü pek hissettirmiyor ama akşam net anlıyorsunuz, berlin'e giderseniz  bir akşamınızı ayırın derim. ayrıca ben şanslı bir piç olduğum için birol ünel'i gördüm uslu olursanız belki siz de görebilirsiniz.

lambaya püf de: yukarıdakilere ek olarak tavsiyelerim 1. kasvetiyle insanı büyüleyen (breh de breh) berlin'e minimum üç gün ayırmanız, 2. mümkün mertebe yürüyerek şehri gezmeniz ve 3. spree nehri turuna katılmanız. bir de 21. yüzyılda yaşadığımızdan internetin mucizelerinden yararlanıp hava durumunu kontrol ederek valiz hazırlamanız zira benim akılsız başımın cezasını önce donan götüm sonra havaya uygun kıyafet alabilmek için boşalan cüzdanım çekti, aman diyeyim.

hayat size güzel amk.

Monday, June 20

James McAvoy

voodoo girl's "drop-dead gorgeous" series vol. 34

January Jones

voodoo girl's "women I would definitely do" series vol. 24

Thursday, June 16

42cm of unhappiness

La Liga'yı 16. sırada bitirip küme düşmekten zor kurtulan getafe, müthiş bir reklam yapmış. videonun youtube çevirisini de kopyalıyorum, yanlışlık varsa ispanyolca bilen arkadaşlar uyarsınlar düzeltelim.



Guy: I tried my best in the match yesterday. I shouted, I cried, I laughed. I emptied my guts.
I think I don't have feelings anymore.

Koala: Without feelings? Listen to this.

Song: I'm blind, I'm tiny and I run slow.
I always wanted to love and be loved.
But my wife keeps me in bed with her plush toys while she loves somebody else.

Koala is my name and miserable my surname.
Because of being hairy I bleed when I shave.
When I jump my rotula dislocates without reason.

When I love deeply my heart shatters.
I like masked superheros. I guess I'm a damn midget full of complexes.
If all this wasn't enough, I got another big problem.
When I'm happy I look like a fucking idiot.

Girl chorus: Poor animal with 42 centimeters of unhappiness.

Koala: Were you moved?
Guy: No.
Claim: GETAFE. Empty of feelings. Until next season.

şerefsizim benim aklıma gelmişti

sıçtığımı bloga yazdığım zamanlarda, daha net olarak mart 2009'da blogdan google'a şöyle seslenmişim:

dear google: verdiği her türlü hizmetin hastasıyım bayılıyorum evet. ancak şöyle bir teknoloji geliştirmesini istiyorum google'ın. hani sözcükler yazarak görsel arayabiliyoruz ya. görselleri upload ederek de arama yapabilmeliyiz. misal ben çok sevdiğim resimleri kaydediyorum bilgisayara aylar sonra kullanmak istiyorum ama nerde bulmuştum hatırlamıyorum o yüzden kaynak veremiyorum ayıp oluyor. hop upload etsem google bana söylese bak şu sitede o resim diye. müthiş olmaz mı?

ve sonunda!



sçs google. öpt by.

Wednesday, June 15

"haydi bir daha, bir daha bir daha"nın porno çağrışımı yaptığı tek insan olamam

meme: jinekologlarla ilgili fiks bir muhabbet vardır hani, biyolojik yaş ve zeka yaşıyla doğru orantılı olarak "ooo sen de iyisin her gün karılar önünde açıyor"dan başlayıp "abi zor olmuyor mu normal zamanda kadınlarla birlikte olmak mesleki deformasyon hesabı" şeklinde ilerleyen. işte bu soru jinekologlara değil meme doktorlarına sorulmalı bence. meme doktorunun afili ismini bilmediğimden teororagrafi uzmanı falan yazamadım meme doktoru olan varsa kusura bakmasın. demem o ki vajina dediğimiz şey (google searchler çılgın atsın) zaten bence iğrenç bir şey -estetik olarak yani- ve görünce tahrik ediyor olması bile saçma. halbuki meme öyle mi. o yüzden üzülüyorum meme doktorlarına eğer mesleki deformasyona uğrayıp memelere eskisi gibi bakamıyorlarsa.  kesin götçü oluyordur meme doktorlarının çoğu ben size söyleyeyim.

X: kadim dostum a_janedoe 'nun zoruyla X-men first class'a gittik geçen hafta. ben böyle çizgiromandır süperkahramandır o taraklarda çok bezi olan bir insan değilim. myspace profilimin "heroes" kısmına spiderman yazmışlığım vardır kirsten dunst'tan ötürü, daha da fazlasını bilmem. neyse gittik filme, allahım nasıl beğendim belli değil. 3 günde serinin geri kalan filmlerini de izledim. ve işte popüler olan bir şeyi izlemediğin için sosyal ortamda konuşmalara katılamama hastalığının tersi olan popüler bir şeyi herkesten sonra izlediğin için heyecanını kimseyle paylaşamama hastalığına yakalandım.  çok zor durumdayım.

çin: uzak doğulularla ilgili "onlar da bizi hep birbirimize benzetiyormuş ya la" geyiğini konuşuyorduk geçen gün manitamla. tabii kendisi ingiliz aristokrasisiyle yetişmiş ve bizzat çin'de yaşamış bir insan olarak benim sığ "ama abi yea biz birbirimize benzemiyoruz onlar gerçekten benziyorlar yeaa" çıkışlarıma "bu söylediğini tamamen ters çevirerek, onlar açısından düşün şimdi" şeklinde karşılıklar veriyordu ki ben o meşhur uzak doğulu insan tarif ederken yaptığımız gözleri çekikleştirme hareketini yaptım. şimdi merakım şu: acaba o esnada çin'de iki insan bizimle ilgili konuşuyor olsa, çinlilerden biri gözlerini yanlardan ittirerek "var ya oğlum beyazlar hani böyle" falan diyor mudur? bir gün böyle bir şeye şahit olursam "çinlilerin hepsi aynı anda zıplasa dünyada deprem olur"daki çinlilerin hepsinin aynı anda zıplamasını hayal edişimden sonra en çok güleceğim şey bu olur.

Thursday, May 26

Incredibly Creative High Heels

voodoo girl's "bunu yapan insan olamaz" series vol. 16

 
dahası burada.com

Wednesday, May 25

kadınım evliyim doğurganım amin.

isyanım var ulan!!1bir
şimdi tam olarak ne kadar zaman önce olduğunu hatırlayamadığım bir seyahatim esnasında (o kadar iş kadınıyım ki her gün seyahate çıkarım vs. o kadar yaşlandım ki her boku unutuyorum) pegasus'un dandik dergisindeki metinlerin türkçeleriyle ingilizce çevirilerini karşılaştırıp eğlenirken suretini görmeye tahammül edemediğim ünlü insan gülben ergen'le yapılan bir röportajla karşılaşmıştım. hanımefendinin söyleşiden alınıp manşete çıkartılan büyük lafı "anne olduktan sonra kadın oldum" minvalinde bir anne-oğul-kutsal ruh göndermesiydi. o günden beri buna çemkireceğim unutuyorum, gün bugündür. anne olmayı çok istemeyi, annelik hakkını söke söke almayı, anneliğin ne kadar kutsal bir duygu olduğunu falan anlarım fakat anneliği kadınlığın ön koşulu gibi sunduğunda benim cinlerimi cıvılatıyorsun be kadın. işte biyolojik olarak genlerimize işlenmiş annelik görevinin sosyal hayatın baskısıyla nasıl kanımıza işlediğinin en büyük kanıtıdır bu. kadınsan ve toplum gözünde belli bir statün olsun istiyorsan, hayatta yaptığın diğer bütün şeylerden bağımsız olarak; 1. evleneceksin 2. çocuk doğuracaksın. bireysel iradeden çok toplumsal görevleri benimsediğimizde ortaya çıkan şeyin özeti -eminim sosyal bilimcilerin çok daha akademik ve sosyolojik terimlerle açıklayabileceği bir olgudur ama bana göre- içime girene de içimden çıkana da toplum değerlerinin karar veriyor olmasıdır ki 6 dünya kupası gördüm böyle saçmalık görmedim arkadaş. yazıyı futbol göndermesiyle bitirerek toplumun bana çizdiği kadın rolüne tekrar karşı çıktım, böyle de asiyim.

Sunday, April 24

aşk her şeyi affeder mi?

tarih konusunda unutkan bir millet olduğumuz, gerek götümüze bir kez girenin bir daha girmekte zorlanmamasından, gerekse siyasi olaylarda takındığımız tutumdan açıkça ortada. benim işbu yazıda dikkat çekmek istediğim unutkanlık türü ise seks yazan bayan blog yazarı olduğum için elbette ilişkiler üzerine. anlayamadığım şöyle bir olay var: sarsıcı bir ayrılık döneminden sonra demet akalın'a bağlayıp kafiyeli beddualarla günlerini geçiren hanım kızlarımız yeni bir aşk bulup mutluluğa yelken açınca birden pamuk gibi kalplerinden iyi niyet dileklerini iletmeye başlıyorlar eski sevgililerine. bir kabullenmişlik, bir huzur bulmuşluk, bir hakkını helal edip mutluluğuna duacı olma halleri. manyak mısınız lan? zamanında göte giren şemsiyeyi rahatlıkla açtınız da kapatması için ille başka bir adam mı girecek hayatınıza? bu "o kadar mutluyum ki artık hiç bir şey sinirimi bozamaz" halleri takdir edersiniz ki benim gibi bir insana ters geliyor. biz ki türkçe canlı müzik gecelerinde şarkı manipülasyonlarının doruğunda "bir tek dileğim var beter ol beter" diye böğürmüş insanlarız, bize yakışan "beddua forever" akımının takipçisi olmaktır. akıl sağlığı durumumun bir özetini okudunuz, sevgiler.

Monday, April 18

ormana odunla gittim yüzükle döndüm

macera dolu italya
geçtiğimiz hafta okulumuzun spring break tabir ettiği bir haftalık tatilde ingiliz manitamla italya'ya gittim. yıllarca herif peşinde koşmak için gitmek istediğim bir yere manita yaptıktan sonra gidiyor olmam biraz ironik ve "ormana odunla gidilmez" diyen atalarımızın sözüne karşı gelmek gibi oldu ama çok da iyi oldu güzel oldu.

padova'nın özeti

ilk durak manitamın ablasının yaşadığı padova idi. hayat parklar bahçeler ve bisikletlerden oluştuğu için ben biraz garipsedim zira şu hayatta nesinin eğlenceli olduğunu anlamadığım iki aktiviteden biri bisiklet sürmektir (ikincisi balık tutmak). bu insanlar ulaşım aracı olarak bisiklet kullanan, pazarları çoluk çocuk parklarda takılan, hafta sonları bisiklet maratonuna falan katılan insanlar olunca ben harikalar diyarı misali takıldım; hayatta büyük şehirden başka yerde yaşayamam derken oralarda "lan böyle de olur aslında" kafasına girdim ama oksijen çarpmış da olabilir.

italya'da bülent ersoy'un ikizini bulmama kaç puan?
ikinci durağımız haliyle roma oldu. roma'da en çok hoşuma giden şey hemen hemen tüm avrupalılarda bulunan meydan kültürü. zaten ortam müsait, iki adımda bir meydan var ama adamlarda bizde kesinlikle olmayan bir meydanlarda takılmak, içmek, eğlenmek anlayışı var ki en ünlü meydanı yılbaşı tacizleriyle ünlü bir ülkeden olduğum için bana o ortamlar cennet gibi geldi. bizde olsa zaten polis damlar iki dakika sonra "gençler noluyor burada" diye. onun dışında yapılması gereken tüm turistik aktiviteleri yaptık, gidilmesi gereken yerlere gittik; tek sıkıntı turist kalabalığı. gittiğimiz her yer karınca yuvası gibi bağır çağır turist gruplarıyla dolu olunca bana gına geldi. yakında roma'ya gitmeyi planlayan arkadaşlara tavsiyem, bütün o yerlere gidilecek tabii italya'ya kadar gidip de görmemek olmaz diye ama en azından akşamları turistsiz yerlerde geçirmeye çalışmak akıl sağlığınız açısından faydalı olacaktır. özellikle yemek için lokal, küçük restoranlar ideal zaten kötü yemek diye bir şey yok şehirde.
efeler çıktı meydane ama ben çok yorgundum
onun dışındaki mevzuları özet olarak geçmek gerekirse alışveriş meselesi biraz sıkıntılı oldu çünkü indirim dönemi olmadığı için her şey gayet pahalıydı ve ben tam bir türk olarak her gördüğüm şeye "bu ne ki bundan türkiye'de de bulurum" "bunlar türkiye'de daha ucuz" şeklinde tepkiler vererek gezdiğimden sadece türkiye'ye dönünce pis fakirlere hava atmaya yarayan "i love roma" tarzı sweatshirtler falan aldım. günde 3 öğün dondurma yedim, italya'nın yemekleri hep söylenir tamam allah için güzel falan ama dondurma olayı bambaşka. ben oralarda bile "bi kebap olsa da yesek yea" moduna girecek kadar türk damak tadına bağlı bir insanım ama dondurma deyince gerçekten öylesini hiç yemedim. zaten çektiğimiz (pardon, lego kameramla çektiğimiz ehe ehe) fotoğrafların yarısında ben ayı gibi dondurma yemekle meşgulüm.son olarak şu meşhur yakışıklı italyan erkekleri mevzusuna değinelim; ben zamanında şahsen tecrübe etmiş biri olarak asla toz kondurmam italyan erkeklerine ancak üzülerek söylüyorum sokaklarda yakışıklı italyan erkeklerinden çok taş italyan kızları geziyordu; tabii ingiliz manitam bir ayar çekti de ilişkimizi korumak için bunları bir yerlere toplattıysa bilemem.

vatikan müzesi'nde beşiktaşımoley!
ingiliz manitam demişken son bir havadis daha vereyim efendim kendisi roma'da bir köprü üzerinde bana evlenme teklif etti. artık ben de gavurların "engaged" tabir ettiği bir insan oldum ama hemen çeyrek altınları hazırlamanıza gerek yok zira tamamen sembolik bir olay oturup da düğün planı falan yapmışlığımız yok. yaklaşık 5 senedir hayatımda olan her boku yazdığım için bunu da yazmasam olmazdı ondan söylüyorum tamam utandım şimdi gidiyorum evet öpt by.

ehe.

Monday, April 4

o kız olmak

başlığa bakınca birtakım entrikalar, efendim osmanlı saraylarında görülebilecek aşk ilişkileri falan konulu bir hikaye anlatıp kendimi tam ortaya konumlandıracağım gibi gözüküyor ama aslında oldukça cansıkıcı bir mevzudan bahsedeceğim. ben bildiğiniz "o kız" oldum sevgili gönül dostları. meşguliyetinden, sevgilisinden başka hiçbir boka zaman ayıramayan, dışarı çıktığında sıkılıp eve erken dönmek isteyen, en büyük eğlence hayali evde pijamalarıyla televizyon izlemek olan o gudubet kızım artık ben.

özellikle karşı cinse olan ilgiden duvarlara tırmanma fizyolojisine ve gelişmemiş bir beyne sahip olduğumuz lise yıllarında sevgili bulan kızın birden arkadaş ortamından çekilmesi, bir fidanın güller açan dallarıymışcasına sevgilisinden ayrı hareket etmemesi gibi bir durum olurdu. ben allaha şükür hem ortamda arkadaşlık bağlarımız güçlü olduğundan hem de o yıllarda memesi küçük ve çirkin bir kız olarak erkeklerin ilgisini çekemediğimden öyle bir sorun yaşamadım. şimdi de manita yaptım diye aman 7/24 onunla olayım kim sikler arkadaşları gibi bir durum yok ama ağzına sıçtığımın iş hayatı öyle bir ebemi sikiyor ki okul sonrası bir şey yapmaya ne vaktim ne enerjim var. hal böyle olunca manitasıyla evinde çekilmiş, sevgili bulunca kendini ona adamış kız durumuna düştüm mü? bir yandan ben gerçeği biliyorum diyorum, ne bileyim dışarıdayken sıkılınca "nedir yani çok normal asıl sıkılmışken sıkılmamış gibi rol yapmaya çalışıp kendine/etraftakilere bir şeyi kanıtlama çabası daha saçma tamam mı hıh" falan diyorum kendi kendime ama kanıma dokunuyor be atam. galiba resmen "o kız" oldum. on another note, bugün 28 oldum.

eski günlerdeki gibi yüzümü göstermediğim fotoğraf koyayım da neşemizi bulalım.

Wednesday, March 2

bir başkadır benim memleketim

ingiliz manita yapmamla aynı dönem içerisinde cambridge onaylı bir öğretmenlik sertifikası programına da başlayınca benim bir götüm kalktı. lan dedim acaba gerçekten avrupa'da yaşama hayallerimi gerçekleştirebilir miyim? yurtdışında ingilizce öğretmenliği işi bulabilir miyim? böyle böyle lise kafasına iyice eriştikten sonra başladık planlara, bu master ve sertifika olayları bittikten sonra (ki yaklaşık 3 sene sonraya tekabül ediyor) her sene bir avrupa ülkesine gideriz, hatta almanya'dan başlayalım tam ortada gezer durur sonraki ülkelere karar veririz falan böyle çocuklar gibi şeniz. ben tabii iş ciddiye binince ankaram ankaram güzel ankaram diye ağlayacağımı bildiğim için içten içe temkinliyim. bizim okulda da böyle yabancı hocaların türk hocalarla halvet halinde olmasını pek seviyorlar yabancı hocayı kapakladık mantığıyla. dün de bir muhabbet esnasında benimkiyle ilgili birtakım pozisyon planları olduğuna dair ipuçlarına ulaştım, bir an dedim ki ulan aslında buna şöyle güzel bir pozisyon verseler ben de bu donanımla zaten daha da iyi maaş almaya başlarım, kalsak ankaramda bütün o avrupa ülkelerine de tatillerde gitsek. hem türk yemeklerini de çok özlerim ben yurtdışında, canım ülkem ne gerek var gitmeye. ikna edeyim de şu herifi biz burada kalalım falan derken çat, bugün blogger'ın engellendiği haberini aldım. iki dakika sevmeye gelmiyor, ille siktir olup gideceğiz yani. zaten hürriyet gazetesi seviyesinde bir ironiyle başlık atmışım, öyle bir ruh hali, bana yollar gözüksün en hayırlısı budur.

Wednesday, February 16

dekoltemi giydim tecavüzcümü bekliyorum

günün olayı malum, selçuk üniversitesi ilahiyat bölüm başkanı badem bıyık orhan çeker dekolte giyen kadının tecavüzü hak ettiğini söyledi. düşünce sistemindeki sapkınlığa değinmeyi hiç düşünmüyorum zira kendisi büyük ihtimalle istese de fiziksel olarak tahrik olmayı başaramayan ve dekolte giyen kadının ona bu yetersizliğini hatırlatmasından muzdarip bir şahıs. ya da bir arkadaşımın daha önce çok güzel ifade ettiği gibi "hayatının bir bölümünde din ile fazla haşır neşir olmuş insanlar, 'kadın', 'ahlak' gibi konuların illa ki bir noktasında hata veriyorlar". profesör titri olan bir adamın televizyonlarda bir suçu meşrulaştırmaya, kurbanı suçlu çıkartmaya çalışan açıklamalar yaptığı gerçeğinden sıyrılırsak, olayın özü bir kadına nasıl yaşaması gerektiğini dikte etmeye çalışmaktır ve bu ne yazık ki hayatımızın bir parçasıdır. işte bu noktada benim meramım bu şeref yoksunundan ziyade bu tip kısıtlamalara boyun eğen kadınlarla alakalı. erkek arkadaşının "mini etek giyme" demesini "ne tatlıaa beni koruyor" olarak algılayan kadınların şimdi çıkıp da "dekolte giydiysen tecavüzü hak etmişsindir" diyen adama tükürükler saçması hiç tutarlı değil. bu adamları, bu toplumu bu hale bizim annelerimiz getirdiyse yeni nesil de devamını çok güzel sağladı. erkeğin yaptığı her hatayı genlerine ve doğasına bağlayan, ikili ilişkilerde erkeğin doğal üstünlüğünü kabul eden, erkeğin kadından az kazanmasını hatta daha kısa boylu olmasını bile yadırgayan kadınlar değil mi? kendi öğrencilerimden biliyorum, daha 18 yaşında "erkek dediğin çalıştırmayacak tabii hocam" diyen kız var. bu pasif kadın rolünü bu çocuklara kim öğretiyor? televizyonda evlenme programında evleneceği insanın kendi şehrine gelmesini isteyen kadını garipseyen, "uygun olursa ben eşimin şehrine taşınırım" diyen adama 'hanımköylü' yakıştırması yapan, "erkek işini bırakmaz, evlenilecekse kadın düzenini bozar gider başka yerde düzen kurar normali budur" diyen de bir kadın değil mi? ortada bir tahrik-tecavüz olduğu doğru; en ufak ikili ilişkilerde bile yönetilmeyi, hayatına karışılmasını normal karşılayan kadınlar türedikçe türedi ve toplumda erkeği tepesine çıkartmayı başardı. hareket eden her deliğe siki kalkan karaktersiz erkeklerin toplumdaki varlığı da bizim hayatımıza edilen tecavüz işte.

Tuesday, February 8

sıçıyorum sıçıyorum götüm temiz kalıyor


sırf sıçtıktan sonra götünü yıkıyor diye kendini dünyanın en temiz milleti ilan etme kafasının hastasıyım. toplu taşıma araçları ter kokusundan, sokakları pislikten geçilmeyen biz değiliz çünkü. haftada bir yıkanma alışkanlığına sahip olup her gün duş alan yabancıları sırf götlerini yıkamadı diye pislikle nitelendirmek gerçekten büyük özgüven. en sevdiğim insan tipleri 1. avrupa'ya gitmiş gezmiş gelmiş "abiee yane medeniyet falan ama taharet musluğu yok yeaa"cılar 2. avrupa'da yaşayıp türkiye özlemini dile getirirken mutlaka taharet musluğundan da bahsedenler. böyle bir bokmerkezcilik. türküz, doğruyuz, götümüzü yıkıyoruz, oley!

Monday, February 7

git ona git benden selam söyle aramasın artık hiç beni öyle

1. yeşilçamda pornoya bulaşanlar: normalde "çatır çatır sikişenler" falan gibi aramalar olunca bu ahlak timsali, porno'yu tü kaka ilan eden arkadaş nasıl da parlıyor arada.

2. seks istiyorum.gov: her şeyi devletten beklemesenize arkadaşım. ayrıca bizim kültürümüzde sevişme diye bir şey yok anlayamadınız daha.

3. pıtı ile pipi yanyana sikişme: yeni nesilden çok uzak kaldım biz kuku derdik pıtı mı oldu şimdi.

4. pique burnunu karıştırıyor: ya arkadaş ne kıskanç adamlarsınız birini beğenmeyelim hemen yok o gay yok sıçmığı kötü kokar. karıştırsın yiğidim benim gelsin benimkini de karıştırsın.

5. kızın götten yedigini anlayabilirmiyiz: valla bizim zamanımızda allah günah yazmasın böyle parantez bacaklı götü yere yakın kızlara götten yemiş denirdi. bilimsel gerçekliği var mı bilemem.

6. kızlarda am ve götten başka delik varmı için 1 - 10 sonuç. (0,21 saniye): adam aratmış, hızını alamamış arattıktan sonra çıkan yazıyı kopyalayıp bir daha aratmış. beyne kan gitmediği için belden yukarıyı düşünmeyi akıl edememiş ama.

7. hakiki hayvanların sikişleri: kolpacı sincap, sürüngen hayvan falan istemiyorum gönder aslanı gönder kaplanı diyor.

8. esmer tenli pornosu: bence politically correct olmaya çalışan bir arkadaşın zenci pornosu arayışı bu.

9. emre aydın'a göre havalı kızlar nasıldır?: caps vereyim şöyle.

10. dıkşın porn: her türlü porno araması gördüm de western porn merakını ilk kez görüyorum. 


telden önce telden sonra

yaklaşık iki sene önce mini mini süt dişlerimin hala ağzımda olması ve buna mükabil köpek dişlerimin gömül gömül gömülmesi sonucu "daha gençsin, güzelsin, köpek dişleri mühim dişler" gibi diş hekimi telkinleriyle tel taktırmış, hayatımın merkezi blogumdan da bu hususu duyurmuş idim. bu sıralar bloguma yazacak vakit bulamasam da, tarihe bir not düşülmesi açısından tellerimin çıktığını da yazmayı kendime borç bildim. gelişmeyi twitter'da duyurduğumda bazı ahlaktan nasibini almamış yüzeysel arkadaşlar hemen "ooh sevgilin de sevinmiştir", "ooh gelsin oral seksler" konulu yorumlar yaptılar. hepsini kınıyorum vefakat bilmemek değil öğrenmemek ayıp olduğu için eğitim neferi kimliğimle konuyla ilgili gerekli açıklamaları yapıyorum:

1. tel takmak öpüşmeye veya oral sekse mani olan bir olay değil gençler. hani aslında her gün başkasıyla öpüşecek potansiyeliniz olmasına rağmen allah muhafaza öpüşemem diye çarpık dişli geziyorsanız; yapmayın.
2. ben iki sene dedim diye gözünüz korkmasın, benim gömülü dişlerimi çıkartmak için damak yarmalı içten tel takmalı operasyonlar yapıldığı ve yaşım da eşşek kadar olduğu için o kadar sürdü, normal şartlarda daha az sürüyor.
3. voodoo girl'ün diş teli diyeti diye kitap çıkartsam yeridir zira ilk iki hafta ağrıdan, sonrasında da sürekli fırçalama eziyeti yüzünden pek bir şey yiyemiyor insan.

sonuç olarak artık dişleri düzgün, ısırarak istediğini yiyebilen bir insanım ve annemin deyimiyle bir de burnumu yaptırsam tam olacak. 


Monday, January 24

aman kimseler duymasın

"geçen bi rusa gittim panpa.."

geçen gün "ilişkimizde o kadar huzurlu ve sofistike bir dönemdeyiz ki d&r'da kahvelerimizi alır hiç konuşmadan kitap okuruz" kontenjanından tunalı d&r içindeki gloria jeans'teydik. ben tabii ki hiç sofistike değildim ve kitap yerine telefonumdan twitter timeline'ını okumayı tercih ettim fakat ingiliz centilmeni manitam turkish daily news almış türkiye'nin içinde bulunduğu durumu çözmeye çalışıyordu. derken o haber çıktı karşımıza, türkiye'nin "the tudors"ı olarak lanse edilen muhteşem yüzyıl'ın kitlelerde yarattığı tepkiyi anlatan. baktım fındık kadar am uğruna tüm kiliseyi karşısına alan hardcore henry memleketinden gelme sevgilim meraklı gözlerle haberi okuyor, dedim sen gel durumlar şöyle. bizde öyle bir ahlak anlayışı var ki kapalı kapılar ardında yapılan şeyler mübahtır. vefakat ne zaman bunlar dillendirilir ve "elalem ne der" noktasına geliriz, işte o zaman herkes ahlak temsalidir. ben şahsen osmanlı tarihi ve osmanlı'nın gerçekleri konusunda ahkam kesecek kadar tarih bilgisine sahip bir insan değilim, damarlarımdaki kandan dolayı "osmanlı'nın torunuyum tehey" gibisinden bir gurur da hiçbir zaman yaşamadım. yalnız sarayda "harem" diye bir yer olduğu, padişahın oradaki kız/oğlanlarla birlikte olduğu, resmi bir eş durumunun asla olmadığı ancak erkek evlat doğuran cariyenin haseki konumuna geçtiği, bu esnada padişahın beğendiği cariyelerle halvetinin devam ettiği, erkek çocuğu padişah olmayı başaran hasekinin de valide sultan mertebesine yükseldiği mevzunun özeti sanıyorum. haremin varlığını, padişahın beline kuvvet ona buna çaktığını herkes bilirken bunun diziye dökülmesi sonucunda çıkan "haremin mahremiyeti" itirazları tam da türk milletinin doğasına yakışır bir tepki. ayıp olan saraydaki harem düzeni değil, bunun televizyonda gösterilmesi. işte ben de böyle ahlak anlayışını sikerim arkadaşım. gizliden sikiyorum ama, kimse duymayacak rahat olun.

Monday, January 3

voodoo girl in love

yıllardır buradan kadın-erkek ilişkilerini sorgulamış, yaşadığı ve yaşattığı münasebetlerden çıkarsamalar yapıp aşk inancının zayıflığından dem vuran bir insanken şimdi kalkıp kolpalık yapmak istemem ama ben aşık oldum dostlar. en son ilişkimden sonra başımdan geçen saçmalıklara ve türlü ruhsal problemler yaşayıp onları benim de yüzüme gözüme bulaştırmaya çalışan erkeklere inat, çocukluğumda yaptığım "erkek arkadaşım nasıl olmalı" listelerindeki en saçma maddelere bile uyan, en ingiliz centilmeninden bir manita yaptım. sessizliğimin sebebi budur. uzun zamandır ilk kez bir şeyler sorgulamadığım, huzur bulduğum, hayatımdaki bir erkeğin hareketlerini çözmeye çalışmak yerine onunla ilgili keşfettiğim her ayrıntıdan mutlu olduğum, fark edilmenin, takdir edilmenin, değer görmenin keyfine vardığım bir dönem yaşıyor ve çılgın atıyorum. 27 yaşıma geldim, aşk mektupları alıyor, lisede aynı şehirde üniversite tercihi yapmaya çalışan ergenler gibi ortak gelecek planları içinde buluyorum kendimi. herif ajan falan çıkmazsa ben yırttım, bundan sonra blog çemkirmelerimi de başkalarının ilişkileri üzerinden yürüteceğim. saygılar.