Saturday, October 18

rock is dead - long live paper and scissors

cep telefonuma promosyon amaçlı ancak aslen "Kadın DJ bilmemkim Ankara'nın en apaçi dolu klübünde bikini üstüyle plak değiştirerek tiestoculuk oynayacak" manasına gelen mesajlar gelmeye devam ededursun, ben bu çılgın cumartesi gecesini bilgisayar başında geçiriyorum. evde demiş olmamamın açık sebebi, sabah kalktığımdan beri (temizlikçi kadının bu odayı temizlediği süreç hariç -ki o esnada da içerdeki benzer bir koltukta oturup sınav kağıdı okuduğum düşünülürse pek bir şey değişmedi) aynı noktada oturuyor olmam. şubatta son bulacak (inşaallah) olduğunu düşünerek telafi bulduğum trainingimde iki deadline bir anda aynı haftaya denk gelince (bu sene okulda ne kadar şanslı olduğumu daha önce konuşmuştuk) bu haftasonu dışarı burun çıkartmak haram oldu bana.

normalde tgi friday olmam gerekirken işbu yoğunluğu düşünerek başladığım cuma sabahında, henüz afyonu patlamamış, sabah sigarasını ve kahvesini içememiş insan modumla bardağımı çalkalamak amaçlı lavaboya gittim (zira staff room fizanda kalıyor bizim odaya göre). iki adet öğrenci, birinin birini soruşturduğu haberini birilerine ileten birilerine o kadar kızmışlardı ki, bir kıyamet, bir telefon trafiği. işte o an dönüp "kızlar, bunlara sinir bozmaya değmez, bu günlerinizin tadını çıkartın, en büyük derdiniz bu olsun, hayatta neler var ilerde görüp bu sıkıntılarınıza güleceksiniz" konulu öğretmen konuşmaları yapmak istedim aniden; sonra vazgeçtim. yaşanacaksa yaşanacak şarkısını mırıldanarak, ve insanın -hayatta ne yaşamış, neler görmüş olursa olsun- 20li yaşlarının başındayken kendini tamamen hayatı çözdüğüne ve karakterini yerleştirmiş olduğuna inandırmasının sinir bozucu bir ukalalıktan ziyade çocukça bir sevimliliği olduğuna kanaat getirerek odama doğru yürüdüm. gençlerle çalışmak insanı gençleştiriyor yalanı kime aitse, çıksın karşıma.

yoğunluktan pek bir şey yapmaya fırsat bulamadığım bu günlerde gittigidiyor.com'a sardım. hatta çok süpersonik bir bot aldım ama kazasız belasız elime ulaştığında koyacağım resmini. bir takım zımbırtılara teklif vermek, biri sizden fazla verince aslında ilk teklif verdiğiniz an çok da beğenmediğiniz bir şeyin kıymete binmesi falan gibi gayet öğreti tadında insan doğası manzaraları yaşıyorum. amerika'dan ürün getiren dükkanları gördükçe benim de ticarete atılasım geliyor. david and goliath diye bir marka var, bilenler vardır belki, kimse almasa ben tepe tepe kullanırım tüm getirdiklerimi. shippingin gözü çıksın.

haftaya bugün, "acun christina aguilera'ya çakmış olabilir mi?" sorusunu tartışmak üzere yeniden karşınızda olacağım. esen kalın.

3 comments:

Ruby said...

Sen hep iyi yaşa e mi ? :) çok eğlendim yazılarını okurken :)

voodoo girl said...

aaa kimler gelmiş şeref verdiniz efendim tekrar aynı üniteye düşsek de beraber yaşasak =)

Ortega said...

Çakmamış olsun.. çok kızarım bak. Kulağını çekerim bir daha caddede görürsem :D